Sevgili okur, bu yazıyı okumadan önce Kaan Boşnak’ın seslendirdiği “Bırakma Kendini” şarkısını açmanı istiyorum. Bir şartım var, aynı şarkı sürekli çalsın. Bir kere değil. Hadi, şimdi şarkıyı açmaya gidebilirsin, burada seni bekliyorum.
Heh, geldin mi? Hoş geldin. Şimdi devam edelim. Dinlediğin müzik ve sözleri, bu yazının kalanıyla uyumlu olacak.
Saat akşam vakti, 20.30 sırası.
Acil serviste hastalara hayati ve kritik müdahalelerin yapıldığı resüsitasyon odasına, 112 ambulans ekibi bir hasta alıyor.
Genç kadın bir hasta, baktığın zaman reşit bile değildir. Gencecik bir kız çocuğu.
Bilinci açık, ağlıyor. Çok fazla ağrısı var ancak alınan habere göre bu ağrının ne kaynaklı olduğunu sezinleyemiyorum.
Bağırıyor: “Ölmeyi bile beceremedim!”
Bağırıyor: “Bana ne yapıyorsunuz? Bırakın öleyim!”
Yaşını öğreniyoruz, henüz 17 yaşını bile bitirmemiş.
112 ambulans ekibi bilgi veriyor. Hasta, Türkiyenin en ünlü köprüsünden (Evet, ilk aklınıza gelen isim) kendisini aşağıya atmış. İntihar girişimi.
Şimdi bu ağrı fiziksel kaynaklı mı yoksa ruhsal mı?
Tüm bunlar olana kadar genç kız çoktan defibrilasyona bağlanmış, hayati bulguların takibi için gerekli cihazlar takılmış, damaryolu açılmış, sıra ise üriner katater takılmasında.
Kız ağlıyor, bağırıyor. “Yaşamın anlamı yok, yaşamaya gerek yok!”
Kız ağladıkça ekip duygusallaşıyor. Cani ve ruhsuz denilen sağlık ekibi de kızla beraber üzülüyor.
Ardından vücudunun iç kısmında hasarlanmayı görmek için çeşitli görüntüleme tekniklerine götürülüyor. Tüm ekip hasta ile gidiyor.
Görüntüleme sırasında ağrılarından dolayı bolca kıvranıyor, görüntüler düzgün çekilemiyor. Tekrar tekrar çekim yapılıyor.
Ağlama nöbetleri her seferinde devam ediyor.
.
Yargılamıyorum, anlamaya çalışıyorum.
Henüz 16-17 yaşlarındasın be çocuk. Hayatın anlamsız ve gereksiz olduğunu söylüyorsun. 16-17 yıllık yaşamı tattın, hayat değil de belki senin hayatın tatsız. Konuşamıyorum, sadece dışarıdan izliyorum.
.
Görüntüleme işlemi bitiyor. Vücudun çeşitli yerlerinde kırık var.
Hasta tekrar resüsitasyon odasına geliyor. Takibe devam ediliyor.
Ben de odadan çıkıp, görevli olduğum -hastaların acile başvurduklarında ilk değerlendirme yeri olan- triaja geçiyorum.
Sıradaki hasta geliyor: 1 haftadır bel ağrısı! Bir de kızıyor, “10 dakikadır neredesin?” diye!
Her neyse sıradaki hastaları alıyorum, bir süre sonra alan rahatlıyor. Yeni hasta başvurusu yok, resüsitasyon odasına bakıyorum, kızcağız uyuyor ama hayati bulguları normal. Çeşitli alanlardan hekimlerin de gelip görmesi gerekiyor. Göğüs cerrahisi, ortopedi vs.
.
Kapıya çıkıyorum, bir taksi duruyor.
İçinden 65-70 yaşlarında bir teyze ağlaya ağlaya iniyor.
Diyorlar: “Teyze, içerideki intihar vakasının anneannesi!”
Hemen gidiyorum. “İçerideki hastanın anneannesi misiniz?”
“Evet” diyor, “Torunuma ne oldu?”
“Kuralları salla” diyorum kendi kendime! Teyzeye sarılıyorum. “Çok şükür durumu şu an gayet iyi, bilinci açık, şu an biraz dinleniyor, uyuyor. Her şeyi iyi.”
İnanmıyor! “Doğru mu söylüyorsunuz?” diyor ağlayarak.
“Başından beri müdahalede ben de vardım. Geldiğinde ağrıları vardı, ağrı kesici yaptık. Görüntülemeye götürdük, sadece birkaç yerinde kırık var. Onun haricinde gayet iyi. Çok şükür kötü bir şey olmamış” diyerek teselli ediyorum. Normalleştirmek için de devam ediyorum. “Buradan servise çıkarırız, serviste de tedavilerini alır, ardından da taburcu olur. İyi ki şu an iyi, çok şükür, ucuz atlattık” diyorum. Ardından sakinleşiyor, ağlaması azalıyor. Göz göze geliyoruz, tekrar sarılıyorum, omuzlarını okşuyorum teyzenin.
O sırada bir polis aracı duruyor, teyze dönüyor “Anne babası geldi”, diyor. Birkaç saniye bakıp, sonra tekrar teyzeye odaklanıyorum. O sırada teyze hışımla “Babası!” diyor. Tekrar polis aracının olduğu yere bakıyorum. Babası yere yığılmış, yerde, asfaltta yatıyor. Hemen teyzeyi bırakıp, babasına doğru koşuyorum.
“Kızınız çok şükür şu an gayet iyi. Ben de müdahale ekibinde vardım. Hemşireyim, adım da Enes.” diyorum. Karşıda ses yok!
“Kızınızın bazı bölgelerinde birkaç kırık var, onun için biraz serviste yatar, tedavilerini alır. Ardından da taburcu ederiz!” diyorum.
“İyi mi gerçekten?” diyor.
“Evet, çok şanslıyız, iyi atlattık” diyorum.
“Görebilir miyim?” diyor.
Ben de “Şu aşamada görmeniz sizin için de kendisi için de iyi olmaz ama akrabalarınızdan birisine gösterebiliriz. Daha sonrasında kızınız isterse siz de görebilirsiniz” diyorum.
Yan tarafa doğru yığılıyor, “Nefes alamıyorum!” diyor.
Bunun üzerine hemen personele bağırıp, tekerlekli sandalye istiyorum. Babasını direkt sarı alana alıyorum, sedyeye yatırıyorum.
Çalışanları da uyarıyorum. “Babasını hasta olarak içeriye aldım. Resüsitasyondaki hasta hakkında sesli konuşmayın, duymasın!” diyorum.
Annesinin yanına geçip, annesine de aynı şekilde yardımcı oluyorum. “Çok şanslıyız, servise yatar, tedavi görür, sonra taburcu olur” diyorum. Sakinleştiriyorum.
.
Yarım saat sonra babası yatağında yatmayıp, yanıma geliyor. “Durumu hakkında bilgi almak istiyorum” diyor. Ben de kırmızı alandaki görevlilere yönlendiriyorum çünkü güncel durumunu ben de bilmiyorum.
Dikkatimi çeken şey, bilgi almak için triaja benim yanıma gelmeleri. Demek ki böyle durumlarda güncel bilgilendirme çok önemli.
Saatler geçiyor, aile biraz daha sakinleşmiş. Sabaha kadar böyle geçiyor. Sürekli arada onlar ile konuşup, “Kızınız şu an gece uykusu gibi, uykuda. Herhangi bir sorun yok. Uyanınca konuşuruz” diyorum.
Sabah saatleri oluyor.
Saat 07.00 gibi.
Annesi ve babası beraber oturuyorlar. Yanlarına gidiyorum, sakinleşmişler belli.
Bana ilgimden ötürü çok teşekkür ediyorlar. “Estağfurullah” diyorum. Babası ile kızı da kısa süreli görüşmüş. Kızı ise annesine tepkili.
“Kızınızın uzun dönemli destek alması gerekecek” diyorum. “Psikoloğa götürmüştük ama yeterince yanıt alamadık” yanıtı alıyorum. Bunun üzerine “Kısa dönemli değil, belki yıllarca destek alması gerekecek” diyorum.
Kendilerini suçlayacaklarını tahmin ettiğim ve normalleştirmek için “Böyle intihar vakaları sürekli geliyor. Çok iyi davransanız da böyle şeyler olabiliyor. Kimileri depresif duruma biraz daha yatkın ama iyi bir destek ile halledilebilir şeyler” diyorum.
Umutları artıyor. “Nasıl yani, bunlar düzelebilir mi?”
Kendilerini suçlamamaları için ısrarla, kendilerinin suçu olmayabileceğini vurguluyorum. “Ailede herhangi bir psikiyatri öyküsü var mı?” diye sorguluyorum.
Hastanın dedesi şizofreni tanılı imiş. Amcası da intihar ederek 7-8 yıl önce vefat etmiş.
İyi bir psikiyatri ve psikoloji desteğinden söz ediyorum. Aynı zamanda akran desteğini de vurgulayarak, “Sizinle aynı dönemden geçmiş diğer aileler ile sizi buluşturmak isterim. Bu deneyim sizin için de ilk defa ve nasıl davranacağınızı bilmiyor olabilirsiniz” diyorum.
Saat henüz 08.00 sıraları.
Telefonumdan ruh sağlığı alanında pek çok hizmeti bulunan, akran desteğinin Türkiyedeki öncüsü Uzm. Psk. Dan. Fatma Zengin’i arıyorum mahcup bir şekilde.
“Kusura bakmayın Fatma Hanım, bu saatte arıyorum. Böyle böyle bir durum oldu. Ailesini bir dernek, vakıf, akran grubu ile tanıştırmak istiyorum. Benzer durumda olanlarla konuşsunlar, yolları daha aydınlık olsun” diyorum.
Fatma Hanım da henüz reşit olmadığı için bir oluşum öneriyor. “Çocuk ve Aile Rehberliği Derneği”.
Tekrar hastanın ailesine dönüyorum. İlgili dernekten söz ediyorum ve oraya başvurmaları için söz alıyorum.
Söz veriyorlar.
O sıra annesi “İmam hatibe verdik, ters tepti, dinden uzaklaştı” diyor ve ekliyor “Hep dinden uzaklaştığı için bunlar oldu”.
Ben de görüşlerine saygı duyarak yanıtlıyorum: “Dine uzak pek çok insan var ve hayatlarından çok da memnunlar. Dine uzaklaşmasını sağlatan ya da ters teptiren şeyler üzerine düşünmek de belki yararlı olur” diyorum ve kendimi çekiyorum.
Babası “Kızım hafta sonu denize gidelim, anneni istemiyorsan benimle gidelim. Eğer beni istemiyorsan, annenle git” diyorum. “İyi olması için her şeyi yapıyorum” diyor.
Ben de çabalarını takdir ederek, “16-17 yaşlarındaki bir genç yalnızca annesi ve babasından oluşmaz. Kendi sosyal arkadaş grubu da oluşmuştur. Belki arkadaşlarıyla gitmeyi kabul edebilirdi” diyorum.
Babası lafa giriyor: “Arkadaşlarıyla gitmesine zaten izin vermem de kızlarla belki olabilir” diyor.
Annesi de kızının genelde aynı mahallede takılmasını istiyormuş. Gezmeye dahi olsa, çevre ilçelere gitmesine izin vermiyormuş.
Konuşmalara daha fazla dahil olmuyorum. Aile ile bu konuları görüşme konusunda devamını getirmek istemiyorum. İlk müdahalede kalıp, onları ileri müdahale için yönlendiriyorum. Psikiyatrik ilaç kullanımı, psikoterapi, akran desteği, yaşam tarzı değişikliği, daha fazla dinleme, duyma, görme vb.
.
Şimdi sistem ile ilgili kısma gelecek olursam:
Merak ediyorum!
Bu kız çocuğu çıktıktan sonra ne yapacak?
Kendi ifadesine göre daha önce denemiş, şimdi bize intihar girişimi ile geldi, ileride denemeyeceğinin garantisi yok!
Psikiyatri randevusu için belki haftalarca sıra bekleyecek.
Psikoterapi için belki haftalarca -bulabilirse- sıra bekleyecek.
Aynı aile ile devam edecek.
Koşullar aynı olacak.
Peki bu kız çocuğunun bir daha girişimde bulunmaması için ne yapacağız? Sistem bunu nasıl sağlayacak?
Keşke aile hekimliği gibi aile ruhsal danışmanları da olsaydı ve düzenli olarak kontrol edip, sistem üzerinden her türlü desteği, randevuyu, sevki, yönlendirmeyi kendileri ayarlayabilselerdi.
Heh ruhsal intihar mı? O zaten başarılı.
Biyolojik intiharın tekrarlaması? Lütfen, hayır.
Kapanışı tekrar yapmak istiyorum.
Kaan Boşnak – Bırakma Kendini.
“Bilmem neye gücendin hadi gel anlat bana
Değişmem gülüşünü tüm dünya benim olsa da
Her kim ki seni üzüp üstüne ağlatırsa
Bir damla su dökmem çöllerde kavrulsa da”
Yazı fotoğrafı anlamı:
“Bakana güneşin batışı,
Görene güneşin doğuşu.”
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com