Adli psikiyatri, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de gün geçtikçe değerlenen önemli alanlardan bir tanesidir. Adli bilimler adı altında yer alan adli psikiyatri; tıp bilimi, ceza ve medeni hukukun kapsadığı noktalarda ceza soruşturmaları esnasında yararlanılan bir bilim dalıdır. Adli tıp ve psikiyatrinin kesiştiği, bu alanların karşılaştığı yasal konuların birlikte ele alındığı farklı bir uzmanlık alanıdır. Adli tıp genel olarak tıbbın yasal kavramlar ve hukuki problemlerle olan ilişkilerini ele alır. Aynı zamanda adli tıbbın geçmişi Hammurabi Kanunlarına kadar uzanmaktadır. Eski toplumlarda cinayet ve benzeri durumlar yaşandığında dönemin doktorlarından fikir alınırdı. İlk adli tıp raporu, milattan önce 40 yılında Jül Sezar’ın vücudunda yer alan 23 yaranın etkilerini ve yerini gösteren rapor olarak bilinmektedir.
Cinayet ya da farklı durumlarda gerçek ölüm nedeninin anlaşılabilmesi için, insan vücudunun içi açılmalıdır. Bu olaya otopsi adı verilmektedir. Tarihteki kaynaklara bakıldığında ilk otopsi Fransa’da yapılmıştır. Günümüzde adli tıp, hukuk ve tıp fakültelerinde ders olarak okutulmaktadır.
Dünyada ilk adli tıp dersi Leipzig şehrinde 1650 yılında verilmişken; ülkemizde adli tıp dersleri ilk olarak 1849 yılında Osmanlı devleti döneminde Mektebi Tıbbiye-i Şahane’nin kurulmasıyla birlikte verilmeye başlanmıştır. Avusturya’dan getirilen Dr. Charles Ambroise Bernard, Adli Tıp derslerini ilk kez 1841’de “Tıbb-i Kanuni” adı ile vermeye başlamıştır. Dr. Bernard’ın ısrarı üzerine Sultan II. Abdülmecit 1843 yılında kadavra diseksiyonuna ve Hıristiyan ölülerinin otopsisine izin veren bir ferman çıkarmış ve böylece ilk otopsi başına sırık düşerek ölen bir işçinin cesedine uygulanmıştır. O yıllarda dini nedenlerle otopsiler Müslüman ölülerine uygulanamamış, günah sayılmıştır (Koç ve Biçer, 2009).
Geçmişten günümüze birçok değişime uğrayan adli psikiyatri alanı özellikle 19. Yüzyıl sonrası teknolojik gelişmelerle birlikte ayrı bir bilim haline gelmiştir. Avrupa ve Amerika’da bu alan ile ilgili birçok kuruluş, bu kuruluşların düzenlediği sempozyum, araştırma vs. gibi çalışmalar bulunmaktadır. Adli psikiyatri; hukuk ve tıp biliminin kesiştiği bu noktada yine kilit noktaların çözüme kavuşmasında önemli bir yere sahiptir.
Adli psikiyatri; suç, hareket serbestîsi, irade ve şuur, ceza ve hukuki ehliyet gibi çeşitli konuları incelemektedir. Gelin bu kavramları biraz daha yakından inceleyelim:
Suç: İyi ve kötü davranışlar her çağda farklılık göstermiştir. Örneğin, ilkel toplumlarda hırsızlık normal bir davranış sayılabilmekte. Eski Yunan filozoflarından Platon, suçun bir ruh hastalığı olduğunu ve bu durumun zevk, ihtiras gibi eğilimlerden kaynaklandığını belirtmiştir. Orta çağda, zihin hastalığı ya da normal dışı davranışlar olarak kabul ediliyordu. Aynı zamanda o dönemlerde suç için şeytani ve kötü ruhların teşvikiyle ortaya çıktığı ifade edilirdi. Günümüzde ise sosyo-kültürel ilimler, suç teşkil eden tavır ve hareketlerini toplumda yürürlükte olan sosyal normlardan bir sapma olarak tanımlamaktadır.
Şuur ve Hareket Serbestisi: Şuur kelime anlamı olarak anlama, anlayış kavramlarına denk düşmektedir. Bilincimiz sayesinde etrafımızda olup biten olayları fark eder ve bu olaylara anlamlar yükleriz. Hareket serbestisi ise, serbest bir şekilde hareket edebilme, davranışlara yön verebilme becerisidir. Akıl hastalığında ise kişinin hareket serbestisi ortadan kalkmaktadır. Bu sebeple eylemlerine serbest bir şekilde karar verememektedir.
Ceza Ehliyeti: Kısaca cezai sorumluluk durumu şeklinde ifade edilmektedir. Herhangi bir suç işleyen bireyi, işlediği suçtan sorumlu tutabilme durumudur. Burada kişinin algılama ve irade becerileri sorgulanır.
Hukuki Ehliyet: Genel anlamda kişinin haklarını kullanmasını sorumluluk alarak hak ve ödevlerini yerine getirebilme durumudur. Fiili ehliyet olarak da ifade edilen bu kavram, kamu düzeni ve diğer kişilerle olan ilişkileri de belirler. Mental retardasyon olan kişilerde genel olarak hukuki ehliyet bulunmaz.
Farik ve Mümeyyizlik: Adli Bilimler Sözlüğünde fark kelimesinden türetilmiş bir sıfat olan ‘farik’; ayıran, tefrik eden anlamındadır. Mümeyyiz ise temyiz kudretinden türetilmiş bir sıfattır; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayıran, makul surette hareket etme imkânına sahip olan biçiminde tanımlanmıştır. Erdem ise farik ve mümeyyiz olmayı, işlenen suçun anlam ve sonuçlarını bilmek ve istemek (kast) olarak açıklanmaktadır (Bilge, 2002).
Yukarıda bahsi geçen kavramlar her yaş grubuna, zeka ve biyo-psiko-sosyal gelişimlerine göre uygulanma noktasında değişiklikler gösterebilmektedir. Oldukça geniş bir alana tekabül eden adli psikiyatri alanı önemli derecede uzmanlık derecesine sahip olunmasını gerektirmektedir. İki ayrı dilin, iki ayrı önemli noktanın kavşağı olan adli psikiyatri alanı, doğruyu aramayı hedefler ve bozuk olan durumları düzeltmek için çabalar. Ülkemizde adli psikiyatri çalışmaları son dönemde hız kazanmış (Saygılı, 2019) ve bu noktada gerekli eğitimler düzenlenmektedir.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Koç. S, Biçer. Ü. (2009). Adli tıbbın tarihsel gelişimi, Türkiye’deki yapılanması ve sorunları. Klinik Gelişim, 22.
- Saygılı. Ç., Ak. S., Cantürk. G. (2019). Türkiye’deki psikiyatri hekimlerinin adli psikiyatri bilgi düzeyi nedir? “Sizce adli psikiyatri bir yan dal olmalı mıdır?” Adli Tıp Bülteni, 24(1):1-8
- Cantürk. G. (2005). Çocuk suçluluğunda adli psikiyatrik değerlendirme. Sürekli tıp eğitim dergisi. 14(2).
Bilge, Y. (2002). Adli Bilimler. Palme Yayıncılık. Ankara. - Uygur, N. (2018). Adli psikiyatri uygulama kılavuzu. Türkiye Psikiyatri Derneği.
- İstanbul Esenyurt Üniversitesi Psikoloji bölüm mezunuyum. Şu anda Uğur Okullarında Psikolog olarak çalışıyorum.