Zaman zaman hayatımızı dışardan şöyle bir izlemek isterken buluruz kendimizi. O an başlarız sorgulamaya, gözlemlemeye, kaçırdığımız noktaları bulmaya. Hemen ardı arkası kesilmeyen sorular gelir peşi sıra. Nasıl kaçmış gözümden bu fırsat? O tepkiyi neden verdim? Neden bu yolu seçtim? Ben nasıl geldim bu noktaya? Ben neler yapmışım? Şimdiye kadar neler yaptım? Gerçekten olmak istediğim kişi miyim? Yaşamak istediğim hayatı mı yaşıyorum?…
Ve daha kendimize yönelttiğimiz nice cevapsız sorular. Bazen işin içinden çıkamaz hale gelir, boğulacak gibi oluruz. Geriye dönüp değiştirmek istediğimiz nice olaylar gelir aklımıza. Sahi değiştirmek ister miydiniz bazı yaşanmışlıkları? “Kaçırdığım fırsatları değerlendirmek isterdim” dediğinizi duyar gibiyim. Peki bu fırsat bildiklerimizin ileride krize dönüşmeyeceğini nerden bilebiliriz ki? Şu anki bizi biz yapan olgular içinde, kaçırdığımız fırsatlar da yer alır, bunu unutmayalım. Peşi sıra gelecek olan olayları da, bu doğrultuda verdiğimiz kararlar yön verir. Tıpkı kelebek etkisi gibi…
‘Keşke olmasaydı’ dediklerimiz belki de şuan ‘iyi ki var’ dediklerimizi getirdi bize. Kim bilir 🙂 . Bana soracak olursanız ben geçmişimde hiçbir olayı silmek veya değiştirmek istemezdim. Çünkü hepsi, benim kişiliğimin birer parçasını oluşturmaktadır. Birini değiştirecek veya ortadan kaldıracak olursam şu anki var olan kişiliğim de değişecek belki de eksik kalacaktı. Mesela yapboz parçaları… Nasıl ki bir parçasını kaybedince eksik kalır ya da bir parçasını alıp şeklini değiştirip yerine koymaya çalıştığımızda yerleşmeyip bütünü bozması gibi…
Bizler: “Her şey iyi ki olmuş, iyi ki tam da bu noktadayım” demek, bu mutluluğa erişmek için çabalarız. Ama bu noktaya da, yerimizde oturup geçmişi düşünerek değil, ‘şuan’ bizim için doğru olan kararları verip geleceğe yön vererek ulaşırız. Tabii doğru kararı vermek de biraz uğraş ister. Bizler tembel varlıklar olduğumuzdan en kolay yolu seçeriz. Yani hiçbir şey yapmadan oturup geçmişimizdeki pişmanlıklarımıza yakınırız. İşte bu sebepten ötürü geleceğimiz de geçmişimiz gibi pişmanlıklarla dolu olacaktır. Geçmişimizden ‘bugün’ uzaklaşamazsak, geçmişimiz, geleceğimize ayırt edemeyeceğimiz kadar yakın olur. Hep dediğim gibi: “Geçmişten ders al, bugünü yaşa, gelecek zaten zeminini hazırlar” 🙂 .
Geçmişi değiştiremeyiz, geleceği bilmiyoruz ama bugünü yani şimdiyi yaşıyor ve biliyoruz. An’da kontrol bizde. Tıpkı yazar Adam Fawer’ın çok sevdiğim Olasılıksız kitabında yazdığı gibi “Geleceği tahmin etmek imkansızdır. Ama şimdiki zamanı çok iyi bilirsen geleceği kontrol edebilirsin.”
Geçmişi geleceği şimdilik bırakalım. Hep geçmişi geleceği konuştuk. Peki ya bizler ne kadar şimdideyiz, An’dayız? Sürekli geçmişimizdeki olayları düşünüp, gelecek için çalışıp planlar yapıyoruz. Saniyeler sonra var olup olmayacağımızı bilmeden yıllar sonranın hayalini kuruyoruz. Peki neden hiç An’da kalmıyoruz? Neden bir an olsun An’ın tadını çıkarmıyoruz? Beni derinden sarsan Şems-i Tebrîzî’nin bir sözü vardı ‘Her insan ölecek yaşta’. Ne kadar doğru değil mi? Bu dizeyi ilk okuduğumda beni bir hayli etkilemişti doğrusu. Her insan ölecek yaşta. Beni etkileyen, hayata gerçekten gözlerimi açmamı, görmemi sağlayan bir çok etmen vardır. Bu da onlardan biriydi.
Ölümlü olduğumu hatırlatan olguları severim çünkü bana hayatın sonu olduğunu ve şuan geçen dakikanın, saniyenin bile tekrar yaşanmayacağını hatırlatır ve böylece zamanın kıymetini bilmemi sağlarlar. Latincede çok sevdiğim bir söz gibi ‘Memento Mori’ yani ölümlü (fani) olduğunu hatırla…
An’da kalmaya hep özen göstermişimdir. Bunu da çevreme hep aşılamaya çalışmışımdır. Bu yazımın amacı ise An’da kalmayı daha geniş çevreye yaymak, boşverilmiş hayatlara dokunabilmek ve onlara bir nebze de olsa hayatın dolu tarafını gösterebilmektir. Sevgili okur, yazıma devam etmeden önce 2 dakikalık gözlerini kapatmanı, zihnini boşaltmanı ve derin bir nefes almanı rica edeceğim 🙂 . Şimdi devam edebiliriz.
Yaşadığınız yeri, geçtiğiniz yolları şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Ne zaman geçtiğiniz bahçelerde durup çiçeklerin toprağın kokusunu içinize kadar çektiniz? Ne zaman durup da yüzünüze vuran güneşi, teninizi okşayan rüzgarı hissettiniz? Ne zaman gözlerinizi kapatıp da rüzgarda kıpırdanan yaprakların ve o dallarda cıvıldayan kuşların sesini dinlediniz? Ne zaman, o her gün önünden geçtiğiniz yolları dikkatle incelediniz? Simit satan çocuğun yüzünü hatırlayabilir misiniz ya da gül satan teyzeyi? Hızla geçtiğiniz köprüde hiç durup da seyrettiniz mi o masmavi denizi? Peki ya o muhteşem gün batımındaki renk geçişlerini? Bu hayatta oluşumuzun kaçıncı günü, bu kaçıncı gün doğumu, bu kaçıncı gün batımı? Kaç kere bu görkemli manzarayı elimizde kahveyle veya en sevdiğimiz içecekle oturmuş keyfini çıkararak izledik? Peki izlerken hiç dikkat ettiniz mi gün batarken ki renk geçişlerini? Bunu her söylediğimde “Amaan zaman mı var oturmaya?” gibi sözler işitiyorum. Koskoca günde 24 saat var, bu da 1440 dakika eder. Bunun sadece 5 dakikasını insan nasıl kendine ayıramaz? Bunu neden kendine lüks olarak görür? Bu hayatı kendimiz için yaşamıyorsak kim için yaşıyoruz peki? Başkaları için mi, o başkaları bizi sevsin diye mi, para için mi, bensiz yaşayamaz dediklerimiz için mi? Biz bu hayatın tam olarak neresindeyiz? Biz hayatımızın başrolündeyiz, konuk oyuncusu gibi yaşamamalı, kontrolün bizde olduğunu bilmeli ve bunu çevreye de böyle göstermeliyiz. Eğer hayatınızı iyi yaşayamıyorsanız insanlar onu sizden rahatça çalabilir. İpleri başkasının eline verip kukla gibi hayatınızı yönetmesine izin vermeyin, vermemeliyiz. Bu hayatta nasıl olduğumuzun, nasıl göründüğümüzün bir önemi yok, kendimizi dışarıya nasıl gösterdiğimizin önemi var. Sevgili okurum, bu konu görünüşe bakılırsa bir hayli uzar, o yüzden konudan daha da sapmadan burada duralım ve dilersen yazımın son paragrafına geçiş yapalım 🙂 .
Şimdi kapat gözlerini ve sadece duy! Dinle dikkatlice etrafını! Hayatın sesine kulak ver, sana söyleyeceği ve senin duyman gereken çok şey var. Aç gözlerini ve dikkatlice bak rutin haline getirdiklerini! Rutinlerimizin içinde ne mücevherler var. Bak hayatın sana sunduklarına. Gör önüne serdiği fırsatları. Hayatı şimdiye kadar hep kör sağır yaşadık, şimdi görsün gözlerin, duysun kulakların. Hayattan öğrenecek, görecek, duyacak çok şey var…
Başarılarınızın devamını dilerim Özlem Hanım.
Teşekkür ederim Orbay Bey ☺️