Murat Yıkılmaz‘ın 2016 yılında “Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı” isimli yazdığı doktora tezinden alınan verilere göre:
Anlamsızlık krizi ile baş edilebilir mi ya da birey için tehdit edici etkisi azaltılabilir mi? Günümüz psikoloji dünyasında ağırlık kazanan görüş anlam krizi ile baş edilebileceği yönündedir. Eagleton de Karl Marx’ın insanlığın “Yalnızca çözebileceği sorunları ortaya koyabileceğine” gönderme yaparak sorunu ortaya koyabilecek aygıtımız olmasının ona bir yanıt verebilecek aygıtımız da olabileceği anlamına geldiğini ifade etmiştir.
Wong’a göre anlam arayışı yalnızca bireyin ne düşündüğüne ya da ne yaptığına değil aynı zamanda onun kim olduğuna da dayanmaktadır. Das ise insanların kimi yaşantılarını anlamlı bulurken kimi yaşantılarını da anlamsız ve saçma bulduklarına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde kimi insanların bütün yaşamlarını anlamlı bir şekilde yaşadıklarını kimilerinin ise yaşamlarını amaçsız ve boş olarak değerlendirdikleri gözlenebilir. Das bu farklılıklara ilişkin şu soruları sormaktadır: Bir yaşantıyı anlamlı ya da anlamsız yapan nedir ve bütün yaşama anlam veren şey nedir? Bu konuda farklı görüşler vardır. En genel anlamda insanlar için yaşamın anlamı “dünyevi ve kozmik anlam” olarak iki başlık altında incelenebilir:
Dünyevi anlam (benim hayatımın anlamı), amacı kucaklar. Anlam hissine sahip olan kişi hayatı bir amaca veya yerine getirilecek bir işleve, insanın kendini verebileceği, bir hedef ya da hedeflere sahip olarak yaşar. Kozmik anlam ise kişinin çok üstünde ve ondan üstün olarak var olan bir düzene ilişkin anlamı ifade etmektedir. Dünyevi anlamın tamamen din dışı dayanakları olabilir ancak kozmik anlam hissine sahip olan birey genellikle dünyevi anlam hissini yaşar. İnsanın dünyevi anlamı, kozmik anlamla uyumlu ve bu anlamı gerçekleştirmeyi içerir.
Yaşamın gerçek anlamı Adler’e göre “Başkaları için bir şey yapmanın altında gizlidir”. Varoluşçu felsefenin kurucusu sayılan Kierkegaard ise bir yaratana ve bu hayattan sonraki hayata inancın, insanı bu dünyadaki temel bunalımından kurtaracağını söyler. Kısacası anlamın aşkınsal bir inançta yani Tanrı inancında bulunabileceğini söyler.
Sartre yaşamın anlamının icat edilmesi gerektiğini, Frankl ise keşfedilmesi gereken bir şey olduğunu ifade etmektedir. Anlamın dışarıda bir yerde olduğunu ve kişinin onu keşfettiğine inanmak çok daha rahatlatıcıdır. Bu yüzdendir ki insanların büyük çoğunluğu dinsel anlam kaynaklarına yönelmektedirler. Dinsel anlam kaynakları hazır anlamlar sunmakta ve bireyi anlamsızlık tehdidinden korumaktadırlar. Ayrıca özgecilik, bir nedene adanmak gibi dinsel olmayan anlam kaynaklarının da bireyleri anlamsızlık tehdidinden koruduğu ifade edilmektedir. Dinsel ya da dinsel olmayan anlam kaynakları Nagel tarafından şöyle açıklanmaktadır:
Yaşam bir bütün olarak anlamsızsa bile bunda üzülecek bir şey yoktur. Muhtemelen onu olduğu gibi kabul edebilir ve yaşamımızı önceden olduğu gibi aynı şekilde sürdürebiliriz. Yaşamınızın daha büyük bir anlamı olabilmesinin çeşitli yolları vardır. Belki dünyayı gelecek nesillerin yararını gözeterek daha iyiye doğru değiştirecek olan politik ya da sosyal bir hareketin bir parçası olabilirsiniz. Ya da belki de kendi çocuklarınıza ve onların çocuklarına iyi bir yaşam sunarak yardım edebilirsiniz. Yahut yaşamınızın dinsel açıdan bir anlamı bulunduğu ve o nedenle de dünya üzerindeki zamanınızın sadece tanrı ile doğrudan görüşeceğiniz ebedi bir hayata hazırlık olduğu düşünülebilir.
Varoluşçu bir kuram olan Logoterapi’nin kurucusu Frankl için yaşama anlam katabilmek, sevilen insanlara ilişkin sıkı sıkıya korunan imajlar, din, mizah duygusu, doğa, sanat, gelecek beklentisi, hedef, hayattan beklenti, bir iz bırakmak, iyilik, güzellik, doğruluk, doğayı ve kültürü yaşamak gibi durumlarla ilişkilidir. Tüm bunları da yaşamda anlamın temel özelikleri olarak üç kategoride toplamıştır. Bunlar:
- Eser yaratmak ya da iş yapmak (başarı). Bu eylemde başkasının hayatına katkıda bulunma daha çok öne çıkmaktadır.
- Deneyim yaşamak ya da bir insanla etkileşmek (sevgi). Başka bir deyişle sadece işte değil sevgide de anlam bulmaktır.
- Kaçınılmaz acıyı çekmek ve değişmez ölüme karşı bir tutum sergilemek. Buradan hareketle değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanının bile kendini aşabileceği ve böylece kendini değiştirebileceği söylenebilir. Bunun yolu acıdan kaçmamak, onunla yüzleşmek ve ondan utanmamaktır. Frankl’ın aktardığına göre Nietzche şöyle demiştir: “Yaşamak için bir nedeni olan bir kişi hemen hemen her nasıla dayanır.”
Değiştirilemez bir kaderle karşı karşıya kalınan umutsuz durumlarda bile bir anlam bulunabilir. Bu nedenle acı çekmek her zaman patolojik bir semptom olarak değerlendirilmemelidir. Eğer acı bir varoluşsal engellenmeden kaynaklanıyorsa insanca bir başarı da olabilir. Bu görüş Elizabeth Kübler-Ross’un insanın erdeminin bir anda oluşmayacağı, yenilgi, acı, çile, mücadele ve kaybetmeyi tanımış insanların hayatı duyumsayan, olumlayan, anlayışla karşılayan niteliklerinin onlara sevgi, merhamet ve nezaket kazandıracağı görüşüyle benzerdir.
Sungur’a göre “Acı onu araştıran ve anlayan herkes için muhteşem bir bilgidir. Acı yaşama ve yaşadıklarımıza verdiğimiz değeri gösterir”. Frankl ise “acı çeken, acı çekmeyi bilen ve acılarını bile bir insan başarısına dönüştürmeyi bilen insanı ‘homo patiens’ olarak” adlandırır. Bu insan çaresi durumlarda acımasız kaderler karşı karşıya kaldığında bile yaşamda bir anlam bulabilir ve ”Trajedilerini bir zafere dönüştürebilir”.
Sonuç olarak yaşamda anlama ilişkin incelenen açıklamalar yaşamda anlamla ilgili birbirine yakın bakış açılarını içermektedir. Bu çerçevede, özetle insan özünü ve anlamını yaratan tek canlıdır. Bu sebepten herkes için genel geçer bir yaşam anlamından söz edilemez. Dolayısıyla yaşamda anlam bireyin kendisi tarafından oluşturulur. Yaşamın genel olarak bir anlamının olmaması bireyin yaşamını etkili şekilde yaşayamayacağı anlamına gelmemektedir. Bireyler, dinsel ya da dinsel olmayan pek çok eylem ya da inanış yolu ile yaşamlarını anlamlı hissetmeye çalışmaktadır. Bireylerin yaşamlarını anlamsız bulması ise ruh sağlığını çoğu zaman tehdit eder niteliktedir.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Yıkılmaz, M. (2016) Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı. Doktora Tezi. Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Eskişehir.

Psikiyatri hemşireliği alanında uzman hemşiredir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu ve insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com