Sizlere geçmiş yazılarımızda bağlanma kuramındaki dört kategori modelinden söz etmiştik. Bu yazımızda da bağlanmanın kuşaklar arası aktarımından söz edeceğiz.
2018 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü‘nde Hacer Taşkıran Tepe‘nin yaptığı “Kuşaklar Arası Aktarımın Bağlanma Kuramı Ve Ruh Sağlığı Arasındaki İlişki Kapsamında Sosyal Hizmet Bakış Açısı İle İncelenmesi” konulu doktora tezinden alınan verilere göre:
Gelişim odaklı bilim insanları ve klinisyenlerin büyük çoğunluğu çocuk yetiştirme, ebeveynlik ve daha genel aile işlevlerinin kuşaklar arasında aktarıldığını kabul ederler. Bağlanma Kuramı içerisinde bağlanma örüntülerinin kuşaklar arası aktarımı önemli bir kavramdır. “Bağlanmanın kuşaklar arası aktarımı” terimi bağlanma teorisi içerisinde geçmekte olup; bağlanma kalıplarına bağlı olarak bağlanmanın kuşaklar arasında devam ettiği belirtilmektedir. Bu süreç ebeveynlik davranışlarını anlamada özellikle önemlidir. Çünkü ebeveyn ve çocuk arasındaki günlük etkileşimler, bağlanmanın aktarıldığı en önemli zaman dilimleridir ve bağlanmanın kuşaklar arası aktarımının ana araçları; “çocuklarla bakım verenler arasındaki gündelik yaşantı deneyimlerine” dayanan ilişkilerde kendilik ve diğerlerinin bilişsel şemalarını içeren içsel çalışma modelleridir.
Bowlby (1973), kendisi ve başkaları arası ilişki hakkındaki içsel çalışan modellerin bu kuşaklar arası aktarımda önemli bir rol oynadığını ileri sürmüştür. İçsel çalışan modellerin çocukluk döneminde bakım verenlerle deneyimlere dayalı olarak geliştiğine inanılmaktadır. Bu çalışan modeller daha sonra bağlanma ile ilgili davranış, duygu ve düşünceleri düzenlemektedir. Çalışan modellerin değişimi kendini tamamlayan doğası gereği zordur; bireyler geçmiş ilişkileri gibi önceki beklentilerini doğrulayan ve güçlendiren ilişkileri yeniden oluşturma eğilimindedirler. Bireyler ebeveyn olduklarında, onların çalışan modelleri çocukların bağlanma işaretlerini algılama, yorumlama ve onlara tepki verme becerilerini düzenler ve bir sonraki kuşağın çalışan modellerinin temelini oluşturan ebeveyn-çocuk etkileşimi ile sonuçlanır. Bu bağlamda çalışan modellerin, güvenli ya da güvensiz bağlanmanın kuşaklar arası sürekliliğini beslediğine inanılır.
Kişilerarası ilişkiler içerisinde inşa edildiği için, kendine ait modeller ve önemli kişilerle bağlanma karşılıklı olarak birbirini kuvvetlendirir; çünkü bunlar aynı ilişkinin her iki tarafını birden temsil eder. Bağlanmanın teorik modeli içerisindeki temel tartışma, bu farklılıkların (bağlanma örüntülerinin) bir kuşaktan diğerine aktarılması ve ana-babaların ve çocukların bağlanma modellerinde anlamlı bir süreklilik bulabilmesidir. Kuşaklar arasındaki bu süreklilikten paylaşılan genlerden çok sosyal deneyimlerin sorumlu olduğu düşünülmektedir. Aslında, bağlanma kuramcıları tarafından da önerildiği gibi, aktarım süreci genetik kaynaklı değildir ve bu süreklilik bebekler ve onların bağlanma figürleri arasındaki etkileşimlerin tarihinden kaynaklanmaktadır.
Bağlanmanın kuşaklar arası aktarımı ile ilgili ilk araştırmalar Main ve meslektaşları tarafından 1984-1985 yıllarında gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların sonuçları, anne ve çocuk arasındaki bağlanma örüntülerinin %75’lik düzeyde bir uyumu olduğunu doğrulamaktadır. Bu uyum babalar ve çocuklar arasında %69 düzeyindedir. Aynı perspektifte çok sayıda inceleme yapılmıştır. Bunlar, bağlanmanın kuşaklar arası aktarımı ile ilgili sonuçların kapsamını genişletmeye olanak sunmaktadır. Van Ijzendoorn (1995), bu farklı karakteristikleri bir araya getiren 18 incelemeden hareketle, bağlanmanın kuşaklar arası aktarımının bir meta analizini gerçekleştirmiştir. Bu araştırma 854 ebeveyn-çocuk ikilisine dayanmakta ve ebeveynin bağlanma örüntüleri ile çocuğun bağlanma davranışları arasındaki uyumu incelemektedir. İki uçlu bir sınıflandırma için (güvenli-güvensiz), sonuçlar %75’lik bir uyum göstermektedir. Van Ijzendoorn, çalışmasında ayrıca aktarımın etkisinin öneminin bir uçtan diğerine aynı kaldığını saptamaktadır.
Bağlanma teorisini savunanlara göre bağlanma örüntüleri anneden çocuğa geçmekte; bu geçiş de annenin bakım kalitesiyle gerçekleşmektedir. Ebeveyn davranışının kalitesinde kuşaklar arası süreklilik olduğuna dair bu görüş ayrıca Bowlby’nin bağlanma teorisinde de açıkça vurgulanmaktadır. Annenin bebeğine karşı duyguları ve davranışlarının kendi ailesi ile yaşadığı ve hatta hala yaşıyor olabileceği tecrübelerle doğrudan ilişkili olduğunu gösteren birçok klinik kanıt mevcuttur. Bu bağlamda babanın davranışları ile ilgili bulgular daha az dikkate değer olmakla birlikte destekleyici sonuçlara da işaret etmektedir.
Bu sonuçlar birlikte ele alındığında, duyarlı yanıt vermenin, ebeveyn bağlanma temsilleri ile çocuklarının bağlanma ilişkisi kalitesi arasındaki aracı rolünden dolayı, bağlanmanın kuşaklar arası aktarımında aracı olabileceği hipotezini desteklemektedir. Bağlanmanın kuşaklar arası aktarımını, bağlanma kuramının tek başına açıklamakta yetersiz kalabileceği noktalarda Bronfenbrenner (1979) tarafından önerilen Ekolojik Model ve Bowen (1978) tarafından geliştirilmiş olan Kuşaklar Arası Aile Sistemleri Teorisi, daha geniş bir bakış açısıyla katkı sağlayabilmektedir.
Duyarlı yanıt vermenin dışındaki farklı aracıların etkisini doğrulamak yerine bazı kuramcılar, teorik bir çerçevede aktarım sürecinin moderatörleri olarak “ekolojik kısıtlamaların” rolünü ileri sürmüşlerdir. Bronfenbrenner (1979) tarafından önerilen ekolojik model ise, bu bağlamda bağlanma teorisini genişletmek için bir araç sağlamıştır. Belirli bir anne-bebek ilişkisinin ötesinde daha geniş bir bağlama dikkat çeken model, bağlanma ilişkisinin çevresel etkilere duyarlı karmaşık bir süreç olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, geçmiş çalışmalarda bakım verenin duyarlılığı bebeğin güvenli bağlanmasının başlıca belirleyicisi olarak görülürken; ekolojik bir perspektiften bakıldığında, annenin psikolojik özellikleri, eşiyle olan ilişkisi, araçsal ve duygusal desteği sağlayan diğer kişiler ile etkileşiminin boyutlarının, anne-bebek bağlanmasının kalitesiyle ilişkilendirildiği görülmektedir.
Van Ijzendoorn ve Bakermans-Kranenburg (1997), Bronfenbrenner’in modeline dayanarak bağlanma örüntülerinin aktarılmasının altında yatan mekanizmaları daha iyi anlamak için aşağıdaki şekilde gösterilen ekolojik bir yaklaşım önermişlerdir. Bu modele göre, bağlanma aktarımının ebeveyn, çocuk ve ekolojik faktörlerin katkıda bulunduğu dinamik bir süreç olarak görülebileceği düşünülmektedir. Dolayısıyla sadece süreci etkileyen ebeveynlik değişkenlerine (ebeveyne bağlanma temsilleri ve duyarlı yanıt verme) odaklanmak yerine, çocukların geliştiği ekolojik alanın rolü ve çocukların bireysel farklılıklarının etkisinin de dikkate alınması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Böylece bireysel ve bağlamsal faktörler, sürecin her seviyesini etkileyebilecek ve bağlanma aktarımında süreksizliğe katkıda bulunabilecek moderatörler olarak kabul edilebilecektir.
Şekil: Bağlanmanın Kuşaklar Arası Aktarımının Ekolojik Modeli (Van Ijzendoorn ve Bakermans-Kranenburg, 1997:139)
Bağlanmanın kuşaklar arası aktarımının bağlamsal modelinde varsayıldığı gibi, yetişkin romantik bağlanması gibi daha sonraki bağlanma deneyimleri, erken bağlanma deneyimleri sonucu gelişmiş olan ebeveyn bağlanma temsillerini (IWM’ler) değiştirebilir. Nitekim, Bowlby (1969, 1973, 1980, 1988) tarafından önerildiği gibi bu temsiller geçmiş tecrübelere ait etkileri korur ve böylece yeni yakın ilişkileri etkiler (asimilasyon) ancak aynı zamanda, yetişkin romantik ilişkileri gibi önemli yeni deneyimler ışığında (uzlaşı) değişime açık kalmaya devam eder.
Özetle, Van Ijzendoorn ve Bakermans-Kranenburg (1997) tarafından önerilen ekolojik modelin gücü, aktarım sürecinin tek bir yolu olmadığını, ancak farklı gruplar için farklı yolların önerilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bowen (1978) tarafından geliştirilmiş olan Kuşaklar Arası Aile Sistemleri Teorisi de bağlanmanın kuşaklar arası aktarımını ele alan ve bağlanma kuramına katkı sağlayan çeşitli yaklaşımlar sunmaktadır.
Bağlanma kuramı ve kuşaklar arası aile sistemleri teorisi arasındaki benzerlikler, her iki kuramın entegre bir biçimde ele alınabilmesi için makul gerekçeler sunabilmektedir. Göze çarpan en belirgin benzerliklerden ilki; her iki kuramın da aile bağlamındaki yakınlık ve ilişkiler konusuna yaptığı vurgudur. Önemli benzerliklerden bir diğeri ise her iki kuramın da kuşaklar boyunca ilişki kalitesinin sürekliliğini varsaymasıdır. Bu varsayıma göre; bağlanma örüntülerinin kuşaklar arası aktarımı erişkin bağlanma örüntülerinin ve evlilik/aile ilişkilerindeki rollerinin anlaşılmasına yardımcı olur. Bowen’e göre (1978), ebeveynleri ile bir çocuğun arasındaki bağlanmanın farklılaşmayan kapsamı çocuğun hayatı boyunca işlevselliğini etkiler. Ayrıca bu etki, çocuğun bireysel olarak yetişkin işlevselliğinde ve kendi çekirdek ailesinin işleyişinde de görülür. İnsan işlevselliğinin kişisel ve kişiler arası yönlerini bütünleştirmeleri bu iki kuramın yine önemli ortak noktalarındandır.
Bağlanma Kuramı, bireylerin erken çocukluk bağlanma ilişkilerinin kalitesine dayalı olarak kendilerine ve diğerlerine yönelik içsel çalışan modeller geliştirmiş olduklarını ve bu içsel çalışma modellerinin bireyleri bağlanma ile ilişkili bağlamlarda bilişsel, duygusal ve davranışsal olarak yönlendirdiğini ortaya koymaktadır. Kuşaklar arası aile sistemleri teorisinin uygulamaları içerisinde de bireylerin kendi duygu ve düşünlerini bilme ve yönlendirme, diğer insanlarla duygusal olarak bağlantı ve etkileşim kurma yeteneklerini geliştirme çalışmaları yer alır. Ayrıca Bowen, psikolojik sorunların duygusal kaynaşma yoluyla kuşaklar arası geçirildiğini belirtmektedir. Duygusal kaynaşma, kaygılı bir bağlanmadan türemektedir ve bireye bağımlılık veya izolasyon sunma eğilimindedir. Ayrıca, kişinin dürtüsel duygusal tepki vermeden önce düşünme ve hissetme kabiliyetini ve bireyin farklılaşmaya olan yeteneğini etkiler. Sorunlar kuşaklar arası olarak, ayrışamamış aileler vasıtasıyla bir ebeveynden çocuğa aktarılır ve işlevsiz döngünün gelecek kuşaklarda da devam etmesine neden olur. Pek çok araştırma sonucu Bowen’in bu önermesini destekler niteliktedir ve şiddet, boşanma, yeme bozukluğu, depresyon ve alkolizm gibi olumsuz davranışların kuşaktan kuşağa aktarıldığına işaret etmektedir. Sonuç olarak, tüm bu bilgilerden hareketle bağlanma deneyimleriyle birlikte diğer duygusal süreçler de kuşaklar arasında aktarılabilmekte ve duyguların aile içindeki, bireyin yaşamındaki ve iyilik halindeki merkezi rolüne dikkat çekilmektedir.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Tepe, H. T. (2018) Kuşaklar Arası Aktarımın Bağlanma Kuramı Ve Ruh Sağlığı Arasındaki İlişki Kapsamında Sosyal Hizmet Bakış Açısı İle İncelenmesi. Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Ankara.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com