Bilerek suç işleyen veya suça yatkın olan sağlıklı bir beyin var mıdır? Ya da suç işlemeye yatkınlık hastalıklı bir beyine mi bağlıdır? İşlenen suçların özgür irade ile bağlantısı nedir? Veya özgür irade nedir?
Nörohukuk; basit haliyle insan beyni ve hukuk arasındaki bağlantıyı kuran, nörobilimdeki gelişmeler ışığında özgür irade, sorumluluk, yaptırım, niyet, suç ve suçlu gibi kavramlara yeni bakış açıları kazandırmayı amaçlayan bir bilim dalı olarak düşünülebilir. Beyindeki hasarların insanları nasıl suça yönlendirebileceğine dair elimizde artık birçok tanımlanmış vaka mevcuttur. Vakaların belki de en meşhuru Charles Whitman vakasıdır. Charles Whitman 25 yaşında, sosyal ilişkileri iyi, başarılı bir mimarlık öğrencisiydi. İçindeki karşı konulmaz şiddet isteği yüzünden 1966 yılında bir sabah uyanıp eşini ve karısını öldürmüş ve sonrasında Teksas Üniversitesi gözlem kulesine çıkarak 14 genci katletmiş, ardından da Whitman polisler tarafından vurularak öldürülmüştür. Olanlar buraya kadar herkeste cinnet geçiren Whitman’ın azılı bir seri katil olduğu izlenimi yaratabilir. Ancak olay sonrası polisin Whitman’ın evinde yaptığı aramalar sonucu kendi el yazısı ile yazdığı notları bulmasıyla durum farklı bir boyut kazanmıştır. Whitman, disiplinli bir şekilde tuttuğu günlüklerinde, zihnini istila eden akıldışı düşüncelere bir anlam veremediğini ve bunlardan ötürü bunalıma girdiğini açıkça belirtmişti. Hatta dünyada en sevdiği insanları yani annesi ve eşini “yapacakları şeylerden dolayı utanç içinde yaşamalarını engellemek için” öldüreceğini dahi kaydetmişti defterine. Whitman’ın notlarında, ölümünden sonra bedeni üzerinde otopsi yapılması talebinde bulunduğu ve bu sayede aklına üşüşen düşüncelerle biyolojik bedenindeki sorun arasında ilişki olup olmadığının anlaşılmasını arzu ettiği de yazıyordu. Bu günlükler sayesinde eğer yaşam sigortasından para alınabilecekse, ölümünden sonra borçlarının ödenip, kalan paranın akıl hastalıkları araştırma fonuna aktarılmasını talep ettiği de ortaya çıktı. Whitman’ın cesedi üzerinde yapılan otopsi çalışmasının sonunda şakak lobunun beyaz maddesini kaplayan büyükçe bir tümör tespit edildi. Raporlarda bu tip bir tümörün Whitman’ın davranış ve düşüncelerinde, kendisinin de farkında olduğu değişimleri oluşturabileceği sonucuna varıldı. Whitman, uzaktan soğukkanlı ve gaddar bir katil gibi görünmesine rağmen, aslında belki de sadece hastaydı. Bu durumda bu tümör Whitman’ın acımasız cinayetleriyle ilgili duygularımızı değiştiriyor mu?
Bu konuya verilebilecek bir diğer çarpıcı örnek ise İtalya’da çocuk hastalıkları uzmanı olarak görev yapmış bir doktorun mesleğinin 30. Yılında yaşadıklarıdır. Muayenehanesinde küçük kız çocuklarını taciz etmeye başlaması üzerine tutuklanan Doktor Domenico Mattiello üzerinde yapılan tetkikler sonucunda prefrontal korteksinde 4cmlik tümör tespit edilmiştir. Yargılanmaya başlayan Matiello’daki davranış değişikliğinin tümörün beyin sapına yaptığı bası nedeniyle ortaya çıktığı kapsamlı raporlarla Pisa Üniversitesi psikiyatristleri tarafından ortaya konulmuştur. Bu vakadaki Matiello için yargılama sonunda hapis cezasına hükmetmek mi yoksa ameliyat önermek mi daha adil bir sisteme hizmet eder?
Tabii ki böylesi bir tıbbi nedenin saptanması, işlenen suçu ortadan kaldırmaz. Neticede hukuk ve ceza sisteminin temel işlevi, toplumu rahatsız eden ve işleyişi bozan olumsuz davranışları bir şekilde asgariye indirmek, ortadan kaldırmaktır. Yani suç işleyen birisi, nedeni ne olursa olsun, tecrit edilmelidir. Topluma daha fazla zarar vermesi engellenmelidir. Fakat esas sorun bu gibi kişilerin nasıl bir tecrit veya rehabilitasyon sürecine tabi tutulacağıdır. Beyninde tümör ya da hasar bulunduğu için suça eğilim gösteren biri, hapishane ortamına alındığında, işler daha iyiye gitmeyecektir. Hatta çoğu kez hastalık ilerleyecek ve fark edilemediği takdirde öldürücü olabilecektir. Yeni gelişmeler doğrultusunda cezalandırmaktan çok rehabilite etmenin gerekliliğine kanaat getirilebilir.
ABD, 1990’ları ‘Beynin Yüzyılı’ olarak nitelemiş ve beyin bilimi araştırmalarına büyük fonlar ayırarak beyin görüntüleme teknikleriyle ilgili teknolojik gelişmelere önayak olmuştur. Yalan makinesi olarak bilinen poligraf vücutta terleme, nabız, kan basıncı ve ciltteki elektrik oranlarındaki değişimi ölçerek duruşmada dinlenen tanık veya sanığın ifadelerinin gerçeğe uygunluğunu tespit edebiliyor. Beyin implantları ve beyne yapılan nörocerrahi müdahalelerle insan davranışları gözlemlenip kontrol edilebiliyor. ABD ve çoğu Avrupa ülkelerinde poligraf sonuçları delil olarak kullanılamıyor. Ancak ABD mahkemelerinde 1990’lardan sonra nörogörüntüleme teknikleriyle ortaya çıkan birtakım bulguların kullanıldığını ve bu bulguların yargı kararlarının konusunu oluşturmaya başladığını görüyoruz. Öyle ki yine yakın zamanda ABD’de yargıçlara nörobilim konulu el kitapları dağıtılmış ve avukatların böyle bir savunmayla karşılarına çıkması durumunda yargıçların nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğiyle ilgili birtakım eğitim programları planlanmaya başlamıştır. Nörobilim beyin kimyasında ortaya çıkan çok küçük değişikliklerin çok büyük davranış değişikliklerine neden olabileceğini gösteriyor. Şimdiye kadar tesadüf olarak değerlendirdiğimiz şeylerin yeni yeni bilişsel temelde açıklanabildiğine şahit oluyoruz. Türkiye’de henüz örneğine rastlamamış olsak da savunma tarafının bu nörobilimsel gelişmeleri sanık lehine kullanması zamanla kaçınılmaz hale gelecektir. Mahkeme salonlarında ellerinde müvekkillerinin beyin MR’larını tutan sanık avukatlarının savunma yaptıklarını görebileceğiz. Nörobilimdeki gelişmeler birçok olayda kişilerin ellerinde olmayan sebeplerle suç işlediğini gösterse de nörohukuk her suçta arkasına sığınabilecek bir bahane olarak da algılanmamalıdır. Nörohukuk bütün suçluların hasta olduğunun kabul edildiği bir sistem yaratmaktan ziyade hukuk uygulayıcılarıyla birlikte çalışarak adil, önleyici ve caydırıcı yöntemler geliştirmeyi amaçlar, nörohukuk bilen hukuk uygulayıcıları yetiştirmenin gerekliliğini savunur. Nörobilim hukuk alanında neyi değiştirebilir, yepyeni bir sistem yaratabilecek dönüştürücü bir etkisi olur mu şimdiden öngörmek güçtür. Ancak hukuk sistemleri her geçen gün gelişen beyin bilime ayak uydurmalı, bunlara yönelik hukuki düzenlemelere mesai harcamalıdır.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Başoğlu, Z, 2019, Beyin ve Hukukun İşbirliği:Nörohukuk, Hukuk Gündemi Dergisi, Cilt:14 Sayı:1 Sayfa:10-12.
- Çift,P, ve Canan, S, 2016, Beynin Sırları, İstanbul:Destek Yayınları.
- Uzbay, İ, 2015, Beyni Anlamak Sadece Nörobilim ile Mümkün Mü? Beyin Yüzyılında Nörolojik Bilimlerden Sosyal Bilimlere Yeni Açılımlar, Yeni Yaklaşımlar,Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1 Sayfa:119-155.
Hayriye, Sakarya Üniversitesi Hemşirelik bölümü mezunu.
Şizofreni, terapiler ve sosyal psikoloji konularına ilgili.
Sosyal ve aktif olmayı sever.