Virüsten korunmak ve temasta bulunduklarımızı korumak için kendimizi evimize kapattığımız şu günlerde belirsizlik içinde kıvranırken bol bol staj yaptığım günleri düşünüyorum. Bunda bütün gün evde olmanın getirdiği “Acaba, şimdi ne yapsam?” ın yanı sıra bin bir zorlukla yataktan kalkıp gittiğim hastaneleri, oralarda yaptığım stajları özlememin de etkisi var sanırım. Bir de canla başla ve büyük bir fedakarlıkla çalışan sağlık çalışanlarının yanında olamamak da birkaç aya onların arasına katılacak biri olarak beni çok üzüyor. Ben de bu üzüntüyü hafifletmek için çeşitli hastanelerde yaptığım stajları gözden geçiriyorum. Neler yaptım, neler öğrendim? Birilerine bir faydam dokundu mu? Aslında en çok bunu merak ediyorum. Çünkü öğrenmek hayat boyu sürecek bir durum ama birilerine yardımcı olabilmek, onlara iyi gelebilmek, ruhlarına dokunabilmek insanın başına her zaman gelebilecek bir şey değil bence. Aklımdan geçen bu soruyu “Umarım.” diye yanıtlıyorum ve aklıma bir görüntü geliyor: Psikiyatrik bir ilacın kutusunun üzerine yazılan “Deli Doktoru” yazısı.
Bu yazıyı daha henüz birinci sınıfken ve ilk kez hastane stajı yaparken görmüştüm. Kardiyoloji servisindeydim ve yaşlı bir hastanın yatışını yapıyordum. İlacın ismini ve içeriğini tam olarak hatırlayamıyorum, belki bir anti–depresandı. Ama zaten konumuz bu değil. Şu an dördüncü sınıftayım ve aradan 3 yıl geçmesine rağmen bu yazı zihnimdeki tazeliğini hala koruyor. Staj günlerimi düşünürken ilk aklıma gelen şey oluyor. Sanırım yaşlı hastamız bunu, neyi, neden içtiğini kendine küçük bir notla hatırlatmak için yazmıştı fakat benim için yıllar geçtikçe çok manalı bir şeye dönüştü.
İlk bakışta bir ilaç kutusunun üzerine sırf psikiyatri ilacı diye böyle yazılması içinde birçok ön yargı ve içselleştirilmiş damgalama barındırıyor gibi görünüyor. Evet, bu iki kelimeyi yazan kişinin psikiyatriye ve psikiyatriste karşı bir ön yargısı olduğunu ben de düşünüyorum fakat arkasında yatan başka sebepler de varmış gibi geliyor bana.
Öncelikle ilk aklıma gelen bu iki kelimede bir alaycılık olduğuydu. Hayatı çok ciddiye almaya veyahut alanlara karşı bir dil çıkarma durumu var sanki. Birazcık da hayatın getirdiklerine karşı bir kabulleniş var gibi geldi bana.
Bu ilaç kutusunu görene kadar hayatı çok ciddiye aldığımı ve hayatımla ilgili çok fazla kaygı taşıdığımı düşünürdüm, mutluluğun büyük, altın varaklı tepsilerde sunulan bir şey olduğunu sanırdım ve hayatımdaki en küçük olumsuzluk bile gözüme Kaf Dağı gibi görünürdü, günlük yaşantımı al aşağı ederdi. Fakat bu iki kelimeyi yaşlı bir amcanın ilaç kutusunun üzerinde görmek bende tokat etkisi yarattı. Hayatımı ve onun bana getirdiklerini kabullenip onlarla kucaklaşmama yol açtı ve mutluluğu büyük yerlerde aramayı bıraktım. Küçük şeyler de yetti mutlu olmama.
Ne zaman yaşadığım küçük bir olumsuzluk kalbimin sıkışmasına sebep olsa bu görüntü gelir aklıma. Bilmiyorum belki de ben, hiç düşünülmeden toplumca kabul edilen bir ön yargının yazıya dökülmüş halini çok ciddiye almışımdır ve bundan büyük ve derin manalar çıkartarak kendimi rahatlatmaya çalışıyorumdur.
Siz ne dersiniz, ilaç kutusunun üzerinde gördüğüm içinde derin anlamlar ve bilgelik barındıran bir tamlama mı yoksa apaçık bir önyargı mı?
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hemşirelik bölümü mezunu. Psikiyatri Hemşireliği yüksek lisans öğrencisi. Adli psikoloji, gelişim psikolojisi ve nöropsikiyatri sever. Ruhunu derinlikli sözlerle notaların birleştiği müzikle besler. Kendini keşfetme yolculuğunda bir seyyahtır.
E-posta: hazalsevindik@hipokampusakademi.com
Aslında bu bakış açısıyla bakarsak; mutluluk da araba sürmek gibi bir beceri. Yaşamı nasıl yorumladığın ve yaşama nasıl baktığın, mutluluk seviyeni değiştirebiliyor.