Hepimiz hayatı yaşarken bir noktada ya bu nasıl oldu da var oldu diye sorgulamışızdır. Mesela bir yemeği yerken bu yemeği yapmak ilk kimin aklına geldi? İlk uçan insan kimdi? İlk araba ne zaman icat edildi? İlk açan çiçek hangi çiçekti? Bu ve buna benzer bir sürü sorular sorarız. Hayatta her şeyin bir var oluş hikayesi vardır. Bu var oluşlar bazen ihtiyaçlar nedeni ile ortaya çıkar. Bazen de yaşanılan ya da yaşanılmayan duygular bir şeylerin ortaya çıkmasına neden olur. Ben de bu yazıda narsisizmi ve narsisizm sonucunda ortaya çıkan nergis çiçeğinin hikayesini sizlere anlatmak istedim.
Yunan mitolojisinde Ovidipus tarafından bize aktarılmış bir hikayedir. Bir peri ile insanın oğlu olan Narcissos, kendini beğenmiş ve ukala tavırları olan biridir. Narcissos, dünyanın en yakışıklı erkeği olarak bilinirmiş, onu gören bu güzellik karşısında ne yapacağını bilemez ve onu tanıyan her kız delirircesine âşık olurmuş. Fakat Narcissos hiçbirine yüz vermez kendine layık olarak görmezmiş. Dağlarda yaşayan güzeller güzeli Ekho da Narcissos’un yakışıklılığından haberdarmış. Fakat hiç karşılaşmamışlar. Bir gün hiç beklemediği bir anda Narcissos ile karşılaşmış ve ilk gördüğü anda ona âşık olmuş.
Günlerce kendini göstermeye çalışan Ekho bir türlü başarılı olamamış ve aşkını ilan etmeye karar vermiş. Fakat Ekho konuşamıyormuş. Sadece söylenen sözleri tekrar ederek düşüncesini dile getirebiliyormuş. Bu nedenle Narcissos’un kendisini gördüğünde güzel sözler söylerse o sözleri tekrar ederek ona olan aşkını dile getirebileceğini düşünmüş. Bir gün cesaretini toplayarak Narcissos’un karşısına çıkmaya karar vermiş. Narcissos bir gün mağaraya gelmiş ve ‘’Burada kimse var mı?’’ diye seslenmiş. Bunu duyan Ekho ise kelimeyi tekrarlayarak ‘’Burada’’ diye seslenmiş. Narcissos bu sesi merak etmiş ve görmek istemiş. Ekho gizlendiği kayalıkların arkasından çıkarak kendini göstermiş. Fakat Narcissos her zaman olduğu gibi Ekho’nun aşkına karşılık vermemiş. Ekho çaresiz bir şekilde oradan uzaklaşmış ve aşkından ne yemek yemiş ne bir damla su içmiş. Günleri bu şekilde geçmiş ve sonunda eriyip gitmiş. Ekhodan geriye sadece sesi kalmış. Ne zaman birisi dağlara, taşlara doğru seslense tekrar etmiş. Acısını başkalarının sesiyle dile getirmiş ve aynı acıyı Narcissoss’un da yaşamasını dilemiş.
Bir gün Narcissos orman da dolanırken susamış ve etrafında su aramaya başlamış. Bir göl görmüş ve o göle doğru eğilip su içerken kendi yansımasını görmüş. Kendi güzelliği karşısında hayran kalmış ve gözlerini yansımasından ayıramamış.
Günlerini kendi yansımasına hayranlıkla bakarak geçiriyormuş. Elini yansımasına uzatmış dokunamamış, seslenmiş cevap alamamış. Kendi yansımasına ulaşmaya çalışmış ama ulaşamamış. Narsisitliğiyle dillere destan olan Narcissos en sonunda kendine âşık olmuş. Tıpkı Ekho’nun dilediği gibi sevmiş ama kavuşamamış. Kendisini o kadar sevmiş ki bu aşka dayanamayarak yansımasını seyrettiği yerde ölmüş. Herkes Narcissos’u konuşmaya başlamış. Öldüğünü duymuşlar ama cesedini kimse görmemiş. Merakla yansımasını seyrettiği yere giden insanlar öldüğü gün yansımasını seyrettiği yerde sapsarı, mis kokulu bir çiçeğin açtığını görmüş.
Herkes o çiçeği Narcissos olarak bilmiş ve öyle seslenmiş. Böylece o güzel ve muhteşem olan nergis çiçeği imkânsız aşkın, kavuşamamanın ve kendi ölümüne yol açacak kadar güzel olmanın sembolü haline gelmiş. Nergis çiçeği kelimelerin ve gözlerin dile getirmekten çekindiği duyguların bir nebze de olsa tercümanı olmuştur (Çakır 2019).
İşte nergis çiçeğinin var oluş hikayesi de böyledir. Hayatın akışına bazen öyle kapılırız ki etrafımızdaki insanların düşüncelerine sağırlaşırız. Onların ne düşündüğünü önemsemez sadece kendi isteklerimize odaklanırız ve karşımızdaki insanlar tarafından kusursuz, mükemmel görülmek isteriz. Her insanda kendini beğenme duygusu vardır. Bu durumda oldukça normaldir. Özellikle çocuklarda narsisist duygular gelişmiştir. Çünkü çocuklar olayları kendi dünyalarından görürler. Fakat zamanla bu duygu bir nesneye yönelir. Sevgilerini bir oyuncağa, bireye, nesneye yansıtırlar. Sevgisini yansıtamayan bireyde ise narsisist duygular gelişir Narsisizm kişide genç yetişkinlik döneminde başlayan ve farklı ortamlarda kendini belli eden, bireyin kendisine hayranlık beslemesi, empati yoksunluğu içeren bir kişilik özelliği olarak tanımlanır.
Narsisizmin ortaya çıkışı bu şekilde anlatılmaktadır. Ayrıca psikolojideki birçok rahatsızlığın mitolojik öyküsü bulunmaktadır. Daha önce Elif Hazel Celep’in sayfamızda yazmış olduğu Psikoloji ve Mitolojinin Eşsiz Sentezi: Psikomitoloji adlı yazısında catharsius, hypnos, elektra kompleksi, oidipus kompleksi rahatsızlıklarından bahsetmektedir. Bu rahatsızlıkların ortaya çıkışı merak ediyorsanız eğer mitolojik hikayesini okumanızı tavsiye ederim.
Güçsüz olduğumuz noktayı kabullenerek kendimizi güçlü kılabiliriz. Buna benzer Nietzche’nin ‘Çelişkilerimiz umutlarımızdır.’ sözü de hayatın bir gerçeğidir. -Sigmund Freud
Narsisist bireyi nasıl anlarız? Narsisist birey özel olduğuna inanan ve çevresinde üst düzey insanlar tarafından anlaşılabileceğini düşünen, sonsuz başarı, zekâ, güç ve güzellik kavramlarıyla meşgul olan, çevresinden aşırı hayranlık bekleyen, ayrıcalıklı muamele görmek isteyen bireyler olarak tanımlarız. Peki narsisist bireylerde kendilik bozukluğu nasıl oluşur? İlk olarak kendilik kavramını kısaca açıklamak istiyorum.
Kendilik bireylerin diğer bireylerden farklı olarak kendi bütünlüğüne kavuşmasıdır. Kohut kendilik gelişimini de üç evrede anlatmaktadır. İlk evre anne ve çocuk arasındaki iletişim bağının çocuğa özel olduğunu ve annenin çocuğa karşı gösterdiği bakımların çocuğun kendilik gelişiminde etkili olduğunu söylemektedir. Annenin bebeğinin duygusal ve fizyolojik ihtiyaçlarını karşılaması gerekiyor. Bu ihtiyaçların karşılanmaması narsisistik kişilik bozukluğunun temellerini oluşturmuş olur. İkinci evrede annesinden mükemmellik duygusunu alamayan çocuk tekrardan arayışa girer. Çevresinden ‘’ sen mükemmelsin ben de senin bir parçanım’’ duygusunu yaşamak ister. Anneden beklediği ilgiyi alamayan çocuk babasından ilgi bekler (Bolat, Ülker ve Demir 2016).
Narsisizm de Kendilik Kavramının Etkisi:
Çocuk babasından yeterli ilgiyi görür ve sorunsuz bir ilişki kurabilirse kendilik gelişimini olumlu şekilde sürdürür. Eğer çocuk bu iki evreden de yeterli ilgiyi alamıyorsa üçüncü evrede Kohut’un kuramına göre doğuştan getirdiği beceri ve yetenekleri kullanarak az gelişmiş bir ruhsal yapıyla büyümekten kurtularak gerçek bir kendilik algısı geliştirmeye çalışır. Çocukların çoğu kişiliklerinin arkasına saklanarak olduğundan daha iyi görünmeye çalışmaktadır. Gerçekte çocuk kendini yetersiz görür ve maskelemeye çalışır (Bolat, Ülker ve Demir 2016).
Kendisini başarılı bir şekilde hayal eder. Fakat gerçekte rekabet etmek istemez. Rakip olarak gördüğü kişileri ya değersizleştirerek kıskançlık duygusunu yok eder ya da öfkesiyle sınır dışı etmeye çalışır. Bir bebeğin ihtiyaçlarının karşılanmasında anne büyük rol oynamaktadır. Bu ihtiyaçların karşılanmaması kendilik bozukluğunun ve narsisistik kişilik bozukluğunun önemli sebebidir. Ebeveynlerimiz hayatımızı etkileyen önemli etkenlerdendir. Bizler anne ve babalarımızın bizimle olan ilişkisinden etkilenebiliyoruz. Kişiliğimiz de onların davranışlarından etkilenerek şekil alabiliyor. Bu noktada anne ve babalar çocuklarını yetiştirirken başta sevgilerini eksik etmeden çocuklarının gelişimlerini gözlemlemeli kendi isteklerini dayatarak çocuklarını baskılamamalıdır. Her çocuk özel hissettirilmeli ve özgür seçimler yapabildikleri ortamlar sunulmalıdır.
Bütün kötülüklerin ve savaşların temelinde, yaşanmamış yaşamlar vardır. -Erich Fromm
Narsisist bir bireylerin kişilik özelliklerine baktığımızda; kişi olduğundan mükemmel görünmek ister. Bu nedenle sahte kendilik oluştururlar. Narsisist birey bebeklik dönemlerinden sevgisiz oldukları için yetişkinlik dönemlerinde nesne ve insanları sevmekten kaçınırlar. Bağlanmak istemezler. Narsisist bireyler kendilerini dış dünyadan ayrı tutarlar. Empati yapmazlar. Bundan dolayı da ilişkileri çıkara dayalıdır. Narsisist bireyin korkusuzluk, yenilmezlik, yara almazlık, serinkanlılık, kendine hâkim oluş, üstünlük, beceriklilik gibi özellikleri vardır. Narsisist birey çevresindeki insanları amaçlarına uygun olarak kullanır ve değersiz görür. Çevresindeki insanlarla alay ederek, yok sayarak, suçlayarak kötüye kullanır. Narsisist bireyler kişiler insanlarla tanıştıkları ilk andan itibaren bir doyum aracı olarak kullanmak için karşısındaki insanı biçimlendirmeye çalışır.
Narsisizmin psikodinamik yaklaşım açısından Çağımızın Narkissosları adlı yazısıyla psikodinamik yaklaşımda çocukluk çağında yaşanan bazı gereksinimlerinin giderilmemesinin ya da ihmal edilmesinin patolojik narsisizmin gelişmesine ve bunun narsisistik kişilik bozukluğuna yol açmasına sebep olduğundan bahsedilmiştir. Freud’un narsisizm ile ilgili yorumlarını okuyabilmek için Dilek Esen’in yazısını okumanızı öneririm.
Eğer bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız şunu düşünmenizi istiyorum. Yaşadığınız sorunlara veya çevrenizde sorun yaşayan insanlara baktığınız da ne düşünüyorsunuz? Bu sorunların temeli nereden geliyor? İşte asıl önemli olan nokta da bu. Bu kısımda kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Bana göre hatta okumuş olduğunuz üzere her şeyin kaynağı sevgi. İnsan sevmeden ve sevilmeden yaşayamaz düşüncesindeyim. Sevmek ve sevilmek birbirine bağlı olan fakat her an kopmaya hazır bir ipin düğümü gibidir. Koşulsuz olması gereken bu duygular strateji işine dönüşmüş olduğunda, sevgimizi göstermekten, duygularımızı paylaşmaktansa nasıl yara almadan sever ve seviliriz diye düşünmeye başladık. Bundan daha kötü bir şey olacağını sanmıyorum. İnsanların çoğu bunun farkında fakat dur dememekte ısrarcı. Herkes yara aldığı, aldıkları yaralardan da yara açmayı öğreniyor. Aklı sıra yaşadığı olaylardan sonra gamsızlık olan kavrama erişebildiğini zannediyor. Oysa büyük bir yanılgı ama farkında değil. İçinde ki hayal kırıklığı ve öfkeyle beslenen bu insanların yalnız kaldıkları her an bir hesaplaşma içerisine girerler ve olmak istedikleri ve oldukları kişilikler hakkında bir muhasebe yaparlar. Bu hesaplaşma bittikten sonra ise tekrardan yara almaz kostümlerini giyer yaşamaya devam ederler.
Oysa ki ‘’İnsan, yarası yarasına denk geleni severmiş’’ (William Shakespeare). Sözü bize yara alsak da elbet bu yarayı iyileştirecek birilerinin olduğunu ama bunun temelinin sevmekle, tamir edileceğini açıklamakta. Bu yüzden sevmenin değerini bilip başta kendimize daha sonra çevremize sevgimizi göstermekten çekinmemeliyiz. Sevgi bitmeyen sonsuz bir duygudur. Bu duyguyu sonsuza kadar paylaşmakta kalbimizin sonsuzluğudur.
Ölüm bize bu hayatta en kıymetli şeyin sevmek ve en büyük yoksulluğun sevgisizlik olduğunu söylemiyor mu? – Ayten Zara
Kaynakça ve İleri Okumalar:
1- Yılmaz, H. (2019). Empati ve narsizim arasındaki ilişkide bencilliğin aracı rolü. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 48, 37-60.
2- Bolat, Y., Ülker, M., ve Demir, C., G. (2016). Kavramsal açıdan narsisizm ve eğitimde narsistik kişilik. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(46), 482-492.
3- Nergis çiçeği, hikayesi, anlamı ve faydaları. (2020). Erişim adresi: https://www.sabah.com.tr/saglik/2020/10/12/nergis-cicegi-hikayesi-anlami-ve-faydalari-nergis-cicegi-hikayesi-nedir-ozellikleri-nelerdir-s1#:~:text=Narcissos’un%20cesedinin%20olduğu%20yerde,gözyaşı%20kavanozuna%20dönüşmüş%20olarak%20bulurlar
4- Çakır, C. (2019). Nergis çiçeğinin mitolojik hikayesi. Erişim adresi: https://www.aksehirpostasi.com/yazarlar/ceyda-cakir/nergis-ciceginin-mitolojik-hikayesi/2057/