Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi’nde 2018 yılında Hülya Çakır ve Hatice Baş tarafından yayınlanan ‘Cinsiyetler ve Cinsiyetlerle Özdeşleşen Davranışların Sosyolojik ve Biyolojik Açıdan Değerlendirilmesi’ konulu makalenin bilgilerine göre:
Beyin üzerine yapılan son çalışmalarda iki cinsiyet arasındaki farklılıkların doğuştan var olduğuna dair ciddi kanıtlar elde edilmiştir. İki cinsiyetin beyinlerindeki anatomik, fizyolojik ve nörohumoral farklılıkların, davranışlar arasındaki farklılıklara neden olduğu düşünülmektedir.
Moir ve Jessel (2002) adlı araştırıcılar beynin cinsiyetlere göre farklı geliştiğini öne sürmekte ve cinsiyetler arasında bulunan davranış farklılıklarını hormonal faktörlere dayandırmaktadırlar.
Ruigrok ve ark. (2014) kadın ve erkek beynindeki yapısal farklılıklarla ilgili bir araştırma yapmışlardır. Araştırıcılar bu çalışmada iki cinsiyet arasındaki beyin boyut farkının yanında bölgesel farklılıkları da incelemişlerdir. Buna göre erkek beyninin farklı kısımlarının kadın beynine oranla daha büyük olduğu bulunmuştur (Toplam Beyin: %11, İntrakranial Alan: % 12, Serebellum: % 10, Boz Madde: % 9, Ak Madde: % 13, Beyin Omurilik Sıvısı: % 11.5, Beyincik: % 9).
Yapılan araştırmalarda özellikle konuşma alanlarındaki ve limbik sistem hacmindeki farklılıklar dikkat çekmektedir. Beyinde duygularla ilgili bölgelerden birisi olan limbik sistem kadınlarda daha büyüktür. Bu nedenle kadınların duygusal uyarılara karşı daha hassas oldukları ve erkeklere göre çok daha kolay bağ kurdukları düşünülmektedir. Araştırıcılar kadınların duygusal olayları hafızalarında daha uzun süre tuttuklarını ve bu olayları daha canlı hatırladıklarını belirtmektedir.
Tuncer (2005) tarafından Türkiye’de yaşayan kadın ve erkek bireylerin beyin yapılarındaki farklılıkların araştırıldığı bir çalışmada, erkek ve kadınlarda beynin iki lobu arasındaki organizasyon ve iletişimi sağlayan korpus kollosum’un büyüklükleri karşılaştırılmıştır. Çalışma sonucunda erkeklerde rostrum ile posterior korpus kollosum alanlarının daha büyük olduğu belirlenmiştir.
Yapılan bir çalışmada kadın ve erkeklere duygusal içerikli bazı resimler gösterilirken aynı zamanda beyin taramaları yapılmıştır. Tarama sonucunda resimlere bakarken erkeklerin beyinlerinde 2 bölge aktifken, kadınların beyninde 9 farklı bölgenin aktif hale geldiği görülmüştür. Beynin farklı yapısal gelişimi, cinsiyetler arasındaki davranış farklılıklarını belirlemede önemli sonuçlar doğurmuştur ve bu farklılıklar tüm kültürlerde sabit görünmektedir. Kadınlar koku ve tat duyularının algılanmasında, alçak seslerin işitilmesinde, yüz ifadelerinin okunmasında erkeklere göre daha başarılıdırlar. Her 2 cinsiyetin duyu organları ile ilgili yapılan araştırmalarda da önemli farklılıklar olduğu ortaya çıkmıştır. Yapılan bir araştırmada kadınların düşük sesleri erkeklere göre çok daha iyi duydukları belirlenmiştir. Dokunma duyusu kıyaslandığında, kadınların erkeklere oranla 10 kat daha duyarlı oldukları ortaya koyulmuştur.
İletişimin önemli elemanlarından birisi olan dilin cinsiyetle olan ilişkisi de araştırılmıştır. Sözel iletişimi kullanmada ve dil öğrenmede kadınların erkeklerden daha başarılı olduklarını gösteren çeşitli çalışmalar yayınlanmıştır. Cinsiyet ve dil öğrenimi arasında beyin temelli bir ilişki olup olmadığı araştırılmıştır. Dil öğrenme üzerinde etkisi olan hormonal farklılıkların ortaya koyulmaya çalışıldığı araştırmada, kadın ve erkekler arasında bulunan yeni kelime öğrenme ve öğrendiklerini pekiştirme süreçlerinde anlamlı farklar bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca yine bu çalışma sonucunda kız öğrencilerin, karar verme, zihinsel ve sosyal stratejileri daha sık kullandıkları; erkeklerin ise ezberleme stratejilerini daha çok kullandıkları ortaya çıkmıştır. Ruigrok ve ark. tarafından yapılan bir çalışmada erkek üreme hormonu olarak bilinen testosteronun beynin konuşma alanı üzerine olumsuz etki yapmasından dolayı erkeklerin konuşma konusunda kadınlarla kıyaslandıklarında daha zayıf oldukları belirtilmektedir.
Hines ve ark. (2002) kız ve erkek çocuklar arasındaki oyun ve oyuncak tercihindeki farklılaşmanın nedenleri üzerine çalışmışlar ve fetüsün anne karnında içinde yüzdüğü sıvı olan amniyon sıvısında testosteron oranı çok olan bebeklerin sonraki senelerde daha erkeksi oyunları tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Bir diğer araştırmada doğumlarının üzerinden daha 1 gün geçmiş 102 (58 kız, 44 erkek) bebek üzerinde çalışılmıştır. Kız bebekler sosyal objelere erkek bebeklerin ise mekanik/fiziksel objelere daha çok ilgi gösterdikleri vurgulanmıştır. Yeni doğmuş bebekler henüz sosyo-kültürel etkenlerden etkilenmediklerinden dolayı elde edilen sonuçlar biyolojik etkenlerle açıklanabilmektedir. Araştırıcılar CAH (congenital adrenal hyperplasia) adlı genetik probleme sahip kız çocukları üzerinde çalışma yapmışlardır. Bu genetik bozukluk, testosteron adlı erkeklik hormonunun doğumdan önce olması gerekenden fazla salgılanmasından ötürü üreme sistemine ait organlarda ve de davranış ve tutumlarda erkeksileşmeye neden olmaktadır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre bu bozukluğa sahip olan kızlar daha fazla saldırganlık içeren vurdulu-kırdılı oyunlar oynamaktadırlar, oyuncak bebeklerden ziyade araba ve silah gibi oyuncaklarla oynamayı daha çok tercih etmektedirler.
Moir ve Jessel (2002) çalışmalarında beyin yapısının cinsiyete göre geliştiğini ayrıca cinsiyetler arasında bulunan farklı davranışların hormonal nedenli olabileceğini belirtmektedirler. Kız çocuklar araştırıldığında, daha çok küçük yaşlardan itibaren barışçıl ilişkilerden hoşlandıkları, çatışmalardan ise kaçındıkları belirlenmiştir. Bu durumun östrojen hormonuyla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Androjen reseptörleri bulunmayan ya da hadım edilmiş erkeklerde dişi davranışları ve anatomisi gelişmektedir. Buna ek olarak erkek androjen hormonu olan testosteronun işleyişine engel olan etmenler de dişil özelliklerin gelişmesine sebep olmaktadır. Dişi androjenlerinden olan estradiol erkek bireylere dişil özellikler vermezken testosteron dişilerde eril niteliklerin meydana gelmesine sebep olmaktadır. Embriyonik gelişimin erken evrelerinde testosteron hormonu mevcutsa erkek birey oluşur; şayet testosteron yoksa ne kadar östrojen ve estradiol olduğundan bağımsız olarak dişi birey oluşmaktadır. Bu nedenle bütün insanlar için ‘varsayılan ayarın’ dişi olmak olduğu söylenebilmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar testosteron hormonunun eril bir beynin gelişimine de yol açtığı öne sürülmüştür.
Hormonlar yetişkinlikte de önemlerini korumaya devam etmektedirler. Androjenin her iki cinsiyette de saldırgan tutum ve davranışlarla ilişkili olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalarda dişi hayvanlara testosteron verildiğinde daha saldırgan hale geldikleri ve genellikle erkeklerle bağdaştırılan davranış ve tutumları gösterdikleri, östrojen verildiğindeyse dişil davranışlarının kuvvetlendiği belirtilmektedir.
Cinsiyet hormonlarının beyin korteksi üzerinde de etkilerinin bulunduğu düşünülmektedir çünkü bu hormonlar, kontrollü (programlı) hücre ölümü olan apoptoz hızını kontrol ederek beynin farklı bölgelerinde boyut farklılıklarının meydana gelmesini sağlamaktadırlar. Örneğin dişi bireylerde beynin temporal bölgesinde bulunan sinir hücresi yoğunluğu erkeklere kıyasla daha fazladır ancak erkeklerde ise beyaz madde oranı daha fazla bulunmaktadır. Testosteron hormonu, erkeklerin eylemlere, nesnelere ve rekabete daha meraklı olmasını, üç boyutlu görme, yön duygusu ve de matematik konularında daha iyi olmalarını sağlamaktadır.
Beynin duygusal merkezleri arasında olan amigdala ile ilgili de çalışmalar yapılmıştır. Bu sayede erkeklerin neden daha saldırgan davranışlar sergiledikleri anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalara göre erkeklerin amigdala bölgesinde testosteron reseptörlerinin bulunduğu belirtilmiştir. Bu nedenle testosteron düzeyi fazla olan erkeklerin daha kolay öfkeye kapıldıkları ve de ani öfke patlamalarının daha sıklıkla yaşadığı belirtilmiştir.
Birçok psikolojik ve fiziksel hastalıkta cinsiyet farklılığını işaret eden çalışmalar mevcuttur. Duygu durum bozuklukları ve kaygı bozuklukları kadınlar arasında daha sık görülmektedir. Panik atak bozukluğunun erkeklere oranla kadınlarda 2-3 kat, depresyonun ise erkeklere göre 2 kat daha fazla rastlandığı bilinmektedir. Aynı şekilde Alzheimer da kadınlarda daha çok görülmektedir. Bu oranlar farklı kültürlerde de hemen hemen aynı bulunduğundan, kadın olmak bu sıkıntılar için bir risk grubunda olmak demektir. Okuma bozukluğu, sözel anlatım bozukluğu, otizm, kekemelik, fonolojik bozukluk, dikkat eksikliği, hiperaktivite, madde kullanımına bağlı bozukluklar gibi problemler erkeklerde daha fazla görülmektedir. Arıkan (2011), kadınlarda limbik sistemin daha büyük olması nedeniyle depresyona girme olasılıklarının da erkeklere göre daha yüksek olduğunu belirtmektedir. Cinsiyetler arasında çok bariz farkların olduğu bazı problemlerin yapısal ve hormonal kaynakları ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Şizofreni ve cinsiyet arasındaki ilişki incelendiğinde kadınların daha ileri yaşlarda hastalandığı, premorbid işlevselliklerinin daha yüksek olduğu, tedaviye daha düşük ilaç dozlarında cevap verdikleri, hastaneye daha az yattıkları ve yattıklarında da daha kısa süre kaldıkları, beyin görüntülemelerinde ise daha az morfolojik değişikliklerin olduğu saptanmıştır.
Östrojenin psikotik rahatsızlıklara karşı koruyucu bir rolünün olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Otizm neden erkeklerde daha sık rastlandığıyla ilgili yapılan bir çalışmada kız çocuklarının beyninin erkek çocuklarınkine göre daha dirençli olduğu belirtilmiştir. Araştırıcılar bu sonucun, kızlarda X kromozomundan 2 tane bulunması ile açıklanabileceğini düşünmektedirler.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Çakır, H., & Baş H. (2018) Cinsiyetler ve Cinsiyetlerle Özdeşleşen Davranışların Sosyolojik ve Biyolojik Açıdan Değerlendirilmesi. ASEAD 5(5), 176-191.
Gönderinin Yazarı
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisidir.
Toplum ruh sağlığı hemşireliği, kişilik psikolojisi, sağlık sosyolojisi ve tiyatro ile ilgilenir.
Yaşamın içerisinde kendisini arayan birisidir.
İçerik Üretim Komisyonu üyesidir.
İletişim: darkatamer@gmail.com