Doç. Dr. Fahriye Oflaz
Koç Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Psikiyatri Hemşireliği Öğretim Üyesi
Türkiye neredeyse üç aydır COVID-19 pandemi gerçeğini tüm çıplaklığıyla yaşıyor. Doğaldır ki önce neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamaya çalıştık ve bir salgında öncelikli olanın, “bulaşmayı engelleyici toplumsal tedbirlerin alınmasına yönelik çabalar olduğu” ön plana çıktı. Ardından toplumsal kısıtlamalar ve kayıpları takiben, bireylerin ve toplumun ruh sağlığının sürdürülmesi ve iyileştirilmesi konusu dikkat çekmeye başladı.
Ülkemizde sürece baktığımızda baştan beri ruh sağlığı çalışmalar medyada ve tartışmalarda yer aldı. Önce, izolasyon ve karantinanın sağlıklı bireyleri nasıl etkilediği ve bu olumsuz etkilerden nasıl korunulacağı; ardından da kayıp yaşayanlar ve doğrudan maruz kalanlara (hasta olanlar ve sağlık çalışanları) nasıl yardım edileceği gündeme geldi. İzolasyonun 20 yaş altı çocuk-gençler ve 65+ yaşlılar için etkileri ile ilgili tartışmalar oldu, yayınlar yapıldı.
Riskli gruplar içinde olan, ancak gündeme gelmeyen tek grup, normal zamanlarda da günlük hayatlarında kısmi bir şekilde izole yaşayan ve en çok ayrımcılığa maruz kalan “kronik psikiyatrik tanısı olan bireyler” oldu (Bu grup, şizofreni ve bipolar bozukluk gibi psikotik süreçlerin etkisi altında olan kronik hastalıkları kapsamaktadır). Türkiye’de bu grup için elimizde sağlıklı istatistikler olmamasına rağmen Binbay ve ark. (2011) çalışmasında ülkemiz için şizofreninin yaşam boyu yaygınlığının 8,9/1000 olduğu tahmininde bulunmuştur. Bu oran yaklaşık olarak neredeyse bir milyona yakın sayıda, bu tip sorunlardan muzdarip kişi olduğunu gösteriyor. Bu grup, zaten kapsam ve nicelik olarak yetersiz olan ruh sağlığı hizmeti veren kurumların kapasitelerinin çok çok azaltıldığı pandemi sürecinde bir hayli mağdur oldu, ancak sesleri pek de duyulmadı. Her zamanki gibi sadece bir olay çıktığında ve yine stigmatize edici (damgalayıcı) bir şekilde sadece haber konusu oldular. Bu grubun ruhsal, toplumsal ya da bireysel temel gereksinimlerinin nasıl karşılanacağı, toplumun hangi kesimlerinin ya da hangi hizmet türünün bunu yapabileceği; geniş kitlelere hitap eden platformlarda ve medyada hiç tartışılmadı.
Ülkemizde ruh sağlığı hizmetleri açısından durum şu şekilde özetlenebilir:
Türkiye’de ruh sağlığı hizmetleri diğer tüm alanlarda olduğu gibi maalesef kurumsal hizmetlere ve sadece tedavi hizmetlerine dayalıdır. Toplum içinde önleme, sağlığı geliştirme ve iyiliği sürdürmeye dönük hizmet modelleri neredeyse yok denecek düzeydedir. Örneğin, evde bakım sistemi maalesef psikiyatrik bozuklukları içermemektedir.
Toplum ruh sağlığı merkezlerinin ise ev ziyaretleri tamamen çalışanların kişisel inisiyatifleri ile yürütülmekte ve sistematik bir izlem sağlanamamaktadır. Kronik ruhsal bozukluklar nedeniyle yeti yitimi ve işlev kaybı yaşayan bireyler için toplum ruh sağlığı merkezleri dışında rehabilitasyon hizmeti sunan başka bir yapı yoktur.
Sosyal hizmetler açısından bakıldığında ise ruhsal bozukluk tanısı olan bireyler için yine sadece barınma hizmeti (kurumsal ya da evde) sağlamanın ötesine geçmeyen bir sosyal hizmet anlayışı bulunmaktadır.
Psikiyatrik kriz yaşayan bireyler ve aileler için bu konularda eğitilmiş krize müdahale ekipleri ve çalışma modellerimiz yok. Hastalıkların alevlenme dönemlerinde maalesef kolluk kuvvetleri devreye girmek zorunda kalıyor. Kolluk kuvvetlerinin ya da rutin görev yürüten 112 ekiplerinin bu konularda bilgisi ve deneyimi sınırlı. Bu durum kaygısı artmış, korkmuş, hezeyanları ve halüsinasyonları olan kişileri bir an evvel bir ‘kuruma’ kapatma telaşı içinde travmatik müdahalelerin yapılmasına neden olabiliyor.
Tüm bunlar saldırganlığa ya da şiddete zemin hazırlıyor, bu da iyileştirme yerine örseleyici bir müdahaleye dönüşüyor. Düzenli görüşmeler, ilişkisel ya da araçsal olarak temel ihtiyaçların karşılanması; tedavilerin kişinin ortamında yeniden düzenlenmesi ve takibi ile çözümlenebilecek olan günlük yaşama ait durumlar, dramatik sahnelerle zorunlu hastaneye yatışlara ve kullanılan antipsikotik ilaç dozlarında artmaya ya da gerekli olmayan EKT uygulamalarına neden olabiliyor. Bu görünen maliyet dışında ayrıca kişisel yaşamlarda hak ihlal ve kayıpları ortaya çıkıyor.
Kronik ruhsal bozuklukları olan bireyler açısından 3 aydır süregelen COVID-19 pandemi sürecinde durum şu şekilde özetlenebilir:
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de psikiyatrik tanısı olan bireyler COVID-19 salgını sırasında kendilerine sunulan ruh sağlığı hizmetlerinde bir azalma ile karşılaştılar. Tüm sağlık sisteminin COVID-19 vakalarını yönetmeye odaklanması nedeniyle psikiyatrik tanısı olan bireylerin bu süreçte rutin tıbbi tedaviye erişiminde ve takibinde sorunlar yaşandı.
Pandemi sürecinde psikiyatri hastalarının da acil haller dışında hastanelere gitmemeleri istendi, toplum ruh sağlığı merkezleri kapandı ve ruh sağlığı çalışanlarının bir kısmı COVID-19 odaklı hizmetlere kaydırıldı. Sağlık hizmetine gelen bu kısıtlama sosyal alanda ki diğer sınırlılıklarla da birleştiğinde karşılanmamış gereksinimlerin boyutları ve yoğunlukları arttı.
Evlerinde yaşayan ve psikiyatrik tanısı olan birçok kişi tek başına veya ailesi ile birlikte yardımsız ve desteksiz kaldı.
Psikiyatri yataklı birimlerine çok acil haller dışında yatış yapılmadı.
Psikiyatri hizmeti sunan hastane ve kurumlarda sadece COVID-19 özelinde neler yapılacağı ile ilgili kılavuzlar çıkarıldı.
Özetle, çok kapsamlı ve çok boyutlu hizmetler gerektiren ruhsal bozuklukların yönetimi, pandemi sürecinde de rutinde olduğu gibi alanı daha da daralmış olarak psikiyatrik tıbbi hizmet sağlamanın ötesine geçemedi.
Bu yazının devamı olan “COVID-19 Pandemisinde Kronik Ruhsal Bozukluk Tanısı Olan Bireylerin İhtiyaçları Açısından Öneriler” isimli yazı yarın (02.06.2020) tarihinde yayınlanacaktır.
Doç.Dr. Fahriye Oflaz, Koç Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Hemşirelik ve Ruh Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı’nda öğretim üyesidir. 1989 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GMMA) Hemşirelik Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Yüksek lisans (1995) ve doktora (2001) eğitimini yine Gülhane Askeri Tıp Akademisi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde Psikiyatri hemşireliği programında tamamladı. 2003-2004 yılları arasında Johns Hopkins Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu’nda doktora sonrası programa katıldı. O zamandan 2010 yılına kadar GATA Hemşirelik Okulu’nda öğretim üyesi olarak ve Psikiyatri Hemşireliği Bilim dalı başkanı olarak görev yaptı. 2012 yılında TSK’den emekli olduktan sonra Yeditepe Üniversitesi ve Okan Üniversitesi Hemşirelik Bölümlerinde öğretim üyeliği;2014-2018 yılları arasında Türk Psikiyatri Hemşireleri Derneği Başkanlığını yürütmüştür. Araştırma ve ilgi alanları Psikolojik travma ve psikolojik ilk yardım, Kronik ruhsal hastalıklarda bakım ve iyileşme, Toplumsal ruh sağlığı, Grup terapileri, Tıbbi durumlarla ilgili psikososyal konular, psikiyatri hemşireliği eğitimidir.
Kendi klinik deneyimlerimden de gördüğüm kadarıyla, kronik ruh sağlığı hizmetine ihtiyaç duyan bireylerin bu süreçte sıkıntılar yaşadığı aşikar. Özellikle psikiyatri polikliniklerine çeşitli sebepler ile ulaşamayan bireylerin, ilaçlarına erişimlerinde ve psikososyal hizmetlere ulaşımlarında zorluk yaşıyorlar.