Gündemi takip edebilmek için neredeyse her gün haber okurum. Olaylara farklı açılardan bakabilmek için ise farklı haber kaynaklarını kullanırım. Belirli bir bakış açısını onaylamaktan ziyade, olaya ne kadar geniş açıdan bakabilirsem şanstır, diye düşünürüm.
Bugünkü haberlere bakış niyetim ise bilgi edinmek yerine; “Hangi haber üzerine ruh sağlığını ilgilendirecek bir yazı yazabilirim?” şeklinde oldu. Tabii böyle bir haberi aramam ile bulmam arasında çok fazla zaman geçmedi.
Dikkatimi çeken haber şöyleydi: Bir site sakini, sitenin güvenlik görevlisi ile tartışıyor. Ardından evine çıkıyor, silahını alıyor ve aşağıya inip, 15 kurşun ile güvenlik görevlisini öldürüyor. Bu haber için aslında “Türk Milleti Duyguları Uçlarda Yaşar” yazım da uygun olabilirdi. Çünkü öfkeyi bile doruklarında yaşayarak, kontrol edilemez hale getiriyoruz ancak bugün farklı bir açıdan olaya yaklaşmak istiyorum.
Öncelikle benliğimizin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için iç dünyamız ile dış dünyamız arasındaki farkı ayırt edebilmemiz gerekiyor. Çeşitli ruhsal bozukluklarda ego parçalanabiliyor ve bireyler içsel gerçeklik ile dışsal gerçekliği birbirine karıştırabiliyor.
Deyim yerindeyse paranoid, kuşkucu tipte olan birisinin kendi içsel düşünceleri ile dışarıdaki insanların kendisi hakkındaki düşüncelerini birbirine bulaştırabiliyor. Yani bir nevi içsel gerçeklik ile dışsal gerçekliğin öpüşmesi. Dışarıdaki insanların kendisi hakkında olumsuz bir düşüncesi yokken, bu kişi herkesin kendisi hakkında konuştuğunu, kendisini takip ettiğini ve kendisine zarar vereceklerini düşünebilir hale gelebiliyor. Eh tabii böyle bazı durumların gerçeklik payı da olabilir. Tamamen bu düşünceler gerçekdışıdır demiyorum.
Bu konuda duygulardan söz etmekte de yarar var. Aşık Veysel’in dediği gibi “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa!”. Bu söz bir atasözü gibi adeta, çok fazla anlam içeriyor. Dışarıda bir dış nesne var ve biz o dış nesneyi hem yüceltebiliyor hem de yerin dibine batırabiliyoruz. Halbuki dış nesne hala aynı dış nesne. Aslında değişen dış nesne olmadı. Bizim dış nesneye olan duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız değişti. Aslında dış nesne aynı kaldı, biz değiştik.
Yaygın olarak kullanılan ve benim itiraz ettiğim bir söz ile devam etmek istiyorum. “Seni olduğun gibi kabul ediyorum” cümlesi bana göre oldukça yanlış. Çünkü biz karşı tarafı olduğu gibi kabul etsek de etmesek de o kişi zaten olduğu gibi. Aslında biz karşı tarafı kabul etmek yerine, o kişiye karşı olan yargılarımızdan vazgeçiyoruz. Yani bu konuda karşı tarafa bir söz söylenecekse şu denmeli, bana göre: “Sana olan yargılarımdan vazgeçiyorum çünkü sen zaten öylesin. Bunu ben kurup, ben bozuyorum, sen hala aynısın”.
Peki buradan, yazının başında bahsettiğim habere nasıl geleceğiz? Bu olayda, öfkelenen ve öfkesiyle birlikte güvenlik görevlisini vuran adamın belki de amacı öfkesini dindirmekti. Oysa öfkesini farklı bir şekilde dindirmeye çabalasa, o adamın ölmesine gerek kalmayabilirdi. Çünkü mesele adamı öldürmek değildi, kendi kurduğu öfke duygusunu dindirmekti. Belki yazının bu satırlarında bana karşı gelenler olabilir. Öfkeyi dindirmek için bunun da bir yöntem olabileceğini düşünenler olabilir.
Olaya şu açıdan bakalım sayın okuyucu, adam öldü, öfke dindi. Peki yerine ne geldi? Bundan sonraki süreç nasıl ilerleyecek? Ben muhtemelen yoğun bir pişmanlık duygusunun baş göstereceğini düşünüyorum. Belki de pişmanlık ile kendini suçlama davranışı baş gösterecek. Kendisini suçlamasıyla birlikte de yeni bir öfke hedefi olacak: Kendisi. Bu durumda aslında kişi öfkesi ile karşı tarafı değil, kendisini cezalandırmış oluyor.
Dolayısıyla kişi öfkelenip, bir başkasını öldürürken, bir süre sonra da onu öldürdüğü için kendisine öfke duyacak. Tabii burada bir kısır döngü devam ederse, belki de kendisine öfkelenip, işin sonucu intihara kadar gidebilecek.
Yazıda her ne kadar öfke duygusunun bakış açısından baksak da yaşamda pek çok duygu böyle. Sevdiğimiz bir insana karşı gözümüz körken, sevgi bittiğinde “Ne kadar salakmışım” diyebiliyoruz. Halbuki o kişi hala aynı kişi. Dolayısıyla ben karşı tarafı yargılamaktan ziyade, duruma ve kişilere karşı verdiğimiz tepkileri tanıyıp, tepkilerimizi yönetmenin daha mühim olduğunu düşünüyorum.
Bir nesneye, kişiye ya da duruma kimi insanlar “iyi” kimi insanlar da “kötü” diyor. Peki o zaman gerçek nerede? Gerçek içimizde sayın okur, gerçek içimizde. İyilik de kötülük de bakan göze göre değişir. Dolayısıyla lütfen karşı tarafı öldürmek yerine, kendi kontrol edemediğimiz öfkemizi öldürelim.
Yazının kapanışını yapmadan evvel, elbette öfke de sağlıklı bir duygu. Aksine gerektiği yerde öfkelenmemek, uygunsuz bir duygulanım olarak kabul edilebiliyor. Ancak unutmayalım ki öfkemizi nasıl yaşayacağımız bizim elimizde. Kontrolü her zaman sağlayabileceğimizi unutmayalım. Eğer suçu karşı tarafa atacaksak, karşı tarafın bizi yönetmesine ve manipüle etmesine izin verdiğimizi de unutmayalım.
Yaşamın sorumluluğunu alabilmek ve gerektiğinde bedellerini ödeyebilmek dileğiyle. Hoşça kalın.
Yazım üzerine görüş paylaşmak isterseniz seve seve beklerim. E-posta adresim: enes@hipokampusakademi.com
Not: Yazının kapağındaki resmin çizimini yapan ve benimle bu yazı için paylaşan İkra Yıldız‘a teşekkür ederim.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com
Yine harika iş çıkarmışsın. Eline sağlık. 🙂
Çok teşekkür ederim Halil. Yararlı olabildiysem, amacıma ulaşmışım demektir. 🙂