“Adalet, yirmi dokuz yaşında genç bir kadın. Hayata ve insanlara dokunmadan ne mutlu ne mutsuz, öylesine yaşayıp gitmektedir. Ta ki doktoru ölümcül bir hastalığa yakalandığını söyleyene dek…” şeklinde tanıtılan Dokunmadan, yaşamı sevdiğini, öleceğini öğrenince anlayan Adalet’in yok oluş hikayesidir.
Yazar Nermin Yıldırım’ın 2017 yılında biz fanilerin zevkle ovuşturduğu ellerine teslim ettiği eserinde, kahramanımız Adalet, “varoluşsal hakikatinin derin bir suçluluğa dayanması”nda en büyük pay sahibi olan ilk günahının izlerini sürmektedir. Adalet bu yolculuk boyunca ilk suçunu yakalamaya çalışırken, hayatını didik didik eder ve hayatı boyunca hiçbir yerde hiç kimsede iz bırakmadığını adeta “yere dökülen bir un sessizliğinde” yaşadığını fark eder.
Adalet’in hayatı bir film gibi gözlerinden akıp giderken yaptıklarından çok yapamadıklarını, görüp de sustuklarını, arkasını dönüp gittiklerini ve yok saydıklarını görür. Hiç kimseye dayanacak bir omuz olmadığını, ellerini hep kendine sakladığını, kimseye uzatmadığını fark eder ve böylece “şahsi ruh bozgunu” nu başlatan ve bütün bunlara sebep olan ilk günahının peşine düşer. İnsanın yaptıklarından çok yapmadıkları, yapamadıkları da önemlidir; onu insan kılan değerlerini oluşturur. Bir haksızlık karşısında susmak, düşene el uzatmayıp dönüp gitmek ruhu biz fark etmesek de yaralar. Yıllar geçtikçe içimizi kemiren, bizi rahatsız eden ama bir türlü anlayamadığımız bir şeye dönüşür. Anlam veremediğimiz, “ben kötü bir insanım” hissi oluşur bir şekilde. İşte Adalet de tam olarak böyle bir sebepten büyük bir suçluluk hissetmekte, ölmeden önce yaptıkları kadar yapamadıklarının da hesabını bu dünyada vermek istemektedir. Adeta kendinin hem kanıtların peşine düşen polisi hem de yargılayan hâkimi olmuştur. Bu yüzden son günlerini ilk günahının peşinden koşup onu yakalamaya çalışarak geçirir.
Bu kovalamaca içindeyken kardaki ayak izleri misali bu dünyada attığı her adımın kaybolduğu gerçeği bir anda sarsar onu. O bu dünyayı terk-i diyar ettikten sonra dünya aynı şekilde dönmeye devam edecektir, ne iyi bir izlenim ne his dolu bir hatıra kalacaktır arkasında. Halbuki en ilkel insanın bile bu dünyada var olduğunu bir şekilde başkalarına da duyurma dürtüsü vardır. “Ben bu vahşi dünyada vardım, yaşadım, nefes aldım. Acımasız hayvanların pençelerinden, yabani insanların elleri arasından kaçıp var olmayı sürdürebildim” deme ihtiyacı duymuşlardır muhakkak. Bunun en güzel örneğini Arjantin’de M.Ö. 11.000 yıllarına dayanan bir mağarada görürüz. O zamanın ilkel sapiensleri mağaranın girişine ellerinin izini bırakmışlardır. Bunu yaparken ki motivasyonları var olduklarını kendilerinden sonrakilere bildirmek bir nevi “kim var imiş biz burada yoğ iken”e bir cevap bırakmaktır belki de, kim bilir?
Adalet, asırlar öncesinin o ilkel dürtüsüyle var olduğunun kanıtı olacak bir iz bırakmak için geç kalmıştır fakat en azından zincirleme günahlar silsilesine sebep olan ilk günahı bulmak zorundadır. Bir yandan ilk günahının ipliğini tutup onu takip ederken diğer yandan da iç hesaplaşmalar yapar. Hayatı boyunca korkakça yaşadığını fark eder. Bütün bir ömrü basiretsizlikle, bencillikle geçmiştir. Aslında bütün bunlar yaşamı gönlünce, doya doya sevme cesaretine sahip olmadığı içindir. Kendini, dünyanın her şeye rağmen var olan güzelliklerini tadabilecek kadar değerli görmez. Değersizlik hissi onu sıcaklık duyabileceği bütün insanlardan kaçırır, kaplumbağa misali kendi kabuğunun içinde yaşamıştır hep. Hiç kimseye “dokunmadan” yaşayıp gitmesi hep bundandır.
Kitap boyunca Adalet kendiyle, yaşamıyla yüzleştiğinde aynayı kendime çevirmekten alıkoyamadım kendimi. Büyülü satırlar bittikten sonra “Hadi, ne duruyorsun?” dedim kendime, “Bir hayatın daha yok”. “Dokunmadan” bana yaşamı kucaklayabilmem için yol gösterici, aklımı başıma getirici bir motivasyon kaynağı olmuştu. Sizlere de kesinlikle bu müthiş romanın bir tadına bakmanızı tavsiye ederim. Nermin Yıldırım’ın bizlere kazandırdığı bu esere bir başladınız mı elinizden bırakamayacak, yazarın bütün eserlerini hatim etme ihtiyacı duyacaksınız.
Yaşamı sevebilme cesaretine sahip olabilmeniz dileğiyle iyi günler dilerim.
“Birbirine dokunan elleriniz, bir kitabı aralayan parmaklarınız, şarkı söyleyen dudaklarınız, ince tebessümleriniz, heveskar hayalleriniz, kırılgan kalplerinizle siz ve sahilleri döven köpük köpük dalgalarıyla, ardıç ağaçları, ötücü kuşları, şaşkın sincapları, sabah serinlikleri, öğlen güneşleri, akşam rakıları, kırmızı kirazları, revnaklı yıldızları, her defasında da muhakkak sabaha uzanan geceleriyle dünya, ne güzelsiniz. Kahraman korkak, şefkatli, ahmak, geçici, az sonra eriyecek bir kar tanesi kadar geçici, ama ne güzelsiniz.”
Kaynakça ve İleri Okuma:
- Yıldırım, N. (2017). Dokunmadan. İstanbul: Hep Kitap.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hemşirelik bölümü mezunu. Psikiyatri Hemşireliği yüksek lisans öğrencisi. Adli psikoloji, gelişim psikolojisi ve nöropsikiyatri sever. Ruhunu derinlikli sözlerle notaların birleştiği müzikle besler. Kendini keşfetme yolculuğunda bir seyyahtır.
E-posta: hazalsevindik@hipokampusakademi.com
İnsan kendisi olmaktan korkarken, kendisinden sakınırken yaşamı kaçırıyor demek ki.