Geçtiğimiz ay Sağlıkta Genç Yaklaşımlar Derneği’nin düzenlediği, HIV/AIDS için farkındalık amaçlı oynanan, Tiyatro Akran Projesi kapsamında bir tiyatro oyununa katıldım. Oyunun temel amacı, HIV ve AIDS üzerine olan yanlış inançların fark edilmesi ve bu inançlarla bağlantılı olarak ortaya çıkan ötekileştirme, dışlama ve etiketleme gibi de anlamlara gelen stigmatizasyon ile mücadeleydi.
Yeri gelmişken o ekibi tekrar kutluyorum, çok güzel ve ‘amacına ulaşan’ bir etkinlikti. İçinde benim de olduğum grup, stigmatizasyonu yalnızca ruh sağlığı alanında düşünürken, fiziksel hastalıkların yahut sendromların da benzer kadere –kader dersek– uğradığını görmüştüm. Gerçi ülkemizde cinsellik de belki ruh sağlığı konusundan daha fazla stigmatize edilen bir konu. Ruh sağlığı en azından konuşulabiliyor yanlış da olsa ancak diğeri hiç konuşulamıyor.
Bu etkinlikte dikkatimi çeken konulardan bir diğeri de etkinliği destekleyen paydaşların arasında Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Türkiye Delegasyonu’nun da bulunmasaydı. Hatta yetkili kişi de etkinliğe katılmış, bize HIV/AIDS ve üreme sağlığı açısından bilgilendirme yapmıştı.
Peki “Bu konunun bizimle alakası ne?” diyecek olursanız, alakası şu. Ben de “Acaba Hipokampus Akademi’ye çeşitli yerlerden hibe, destek, burs alırsak amaçlarımıza daha hızlı ve daha profesyonel bir şekilde ulaşabilir miyiz?” diye düşünürken aklıma Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar geldi. Bu kuruluşların düzenlediği destek programları varsa başvuralım diye düşündüm. Bununla beraber başladım araştırma yapmaya.
Araştırma sırasında burslardan çok, daha önce ara sıra baktığım ancak çok da odaklanmadığım verilere ulaştım. Bu verilere ulaştıktan sonra, hani hep söyleriz ya “Ülkemiz bu alanda yeterince iyi değil” diye ancak bu genelde soyut bir cümledir, bunu somut olarak görebilir oldum. Tabii burada amacım bir yeri yahut ülkemizi kötülemek değil. Çünkü ülke de vatandaşlarından oluşuyor. Yönetim kadar vatandaşlar da sorumlu her şeyden. Bizden daha kötü ülkeler var ancak bizden daha iyi ülkeler de var.
Öncelikle ruh sağlığı ile alakalı yatak sayılarına değinmek istiyorum. Dünyada içinde bulunduğumuz dönemde eğilim şu şekilde: Büyük ve kapalı kurumlar olan -akıl hastanelerini- kapatıp, onların yerine toplulukların içerisinde daha küçük ancak daha çok sayıda birimler kurup, ruh sağlığı hizmeti alan bireyleri topluluğun içerisinde tedavi etmek, toplumdan ayrı tutmadan, toplumla beraber iyileştirmektir.
Psikiyatride birçok insanın bildiği, bilmeyenlerin ise araştırmasını önerdiğim Franco Basaglia ve İtalya’da 1978’de yürürlüğe giren ve devrim sayılan Basaglia Yasası bu konuda önemlidir. Bildiğim kadarıyla bugün İtalya’da büyük -akıl hastaneleri- yok. Bunların yerine az önce söz ettiğim, topluluk içerisinde tedavinin olduğu modeller var.
Bunu ön bilgi olarak vermemin sebebi şu; mantıken İtalya gibi bir yerde ruh sağlığı ile alakalı hizmet veren hastanelerin yatak sayısının hiç olmamasını ya da az olmasını beklersiniz. Çünkü topluluk içinde tedavi yaptıkları, büyük ve kapalı kurumları kapattıkları için buna ihtiyaçları yoktur.
Basaglia yasasına benzer bir modeli bulunmayan ülkelerde ise büyük hastanelerde yatak sayısını daha fazla bekleyip, topluluk içinde tedavi birimlerinin daha az olmasını beklersiniz. Bu şekilde bir örgütleme modeli, hizmet alan ve hizmet veren kişileri böyle bir araya getirmelidir.
Türkiye’nin ruh sağlığı ile alakalı 100 bin kişiye düşen yatak sayısını araştırdığımda 2016 verisine göre 5.15 yatak olarak buldum. Yani Türkiye’de 100 bin kişiye düşen psikiyatri yatak sayısı sadece 5 kişi diyebiliriz. Türkiye’nin nüfusunu 80 milyon olarak ele alırsak (mülteci, kayıt dışı nüfus vs. hariç) 100 bin kişiye 5.15 yatağın düştüğü ülkemizde, 1 milyon kişiye 51,5 yatak düşmektedir. Bunu 80 milyon üzerinden düşündüğümüzde ise toplam yatak sayısı 4.120 yatak ediyor.
Düz mantıkla ilerlersek, 80 milyon kişinin yaşadığı ülkemizde aynı anda 4.120 kişiyi yatırabiliyoruz sadece. Burada şöyle bir yorum gelebilir: Türkiye’de de topluluk içinde tedavi veren birimlerin sayısı fazla olduğu için yatak sayısı düşüktür. Böyle bir yorum mantıklı görünse de maalesef geçerli değildir.
Hastanede kurumsal, kronik bir bakım almak yerine toplum içerisinde devlet destekli konutlarda kalan ruh sağlığı hizmeti alan birey kapasitesi 100 bin kişi başına 2016 verisine göre 0.95’tir. Bu sayı bir önceki istatistiğimize göre çok daha üzücüdür.
Karşılaştırmalı bakmak bize daha çok yardımcı olabilir. Bunun için bir tablo hazırlayacağım.
Tablo 1. Ülkelere göre 100 bin kişiye düşen psikiyatri yatak sayısı ve devlet destekli korumalı konut imkânı sağlanma oranı.
Ülke | Psikiyatri Yatak Sayısı (100 bin kişi) | Devlet destekli korumalı konut imkanı (100 bin kişi) |
Türkiye | 5.15 | 0.95 |
Almanya | 55.69 | 59.58 |
Fransa | 6.98 | 92.15 |
İsrail | 35.22 | 161.39 |
Ukrayna | 65.48 | 0 |
İspanya | 28.14 | 0 |
Romanya | 82.46 | 0 |
İtalya | 0 | 33.61 |
İngiltere | 23.91 | 0 |
Tüm bu istatistiklere baktığımızda, ülkelerin toplam nüfusunu eklemedim. Almanya ve Türkiye’nin hemen hemen benzer nüfuslara sahip olduğunu düşündüğümüzde aradaki fark korkutucudur. Almanya, Türkiye’ye göre psikiyatri yatak sayısında 11 kat fazlayken, topluluk içerisinde devlet destekli konutların kapasitesi ise 60 kat daha fazladır.
Sonuç olarak ülkemizin ruh sağlığı ile alakalı büyük ve kapalı kurumlar yerine topluluk temelli modele geçmeye çalıştığı dönemde, olan psikiyatriye ayrılan yatakları da azaltmak yerine, zaten çok az yatağı olduğu için hem yatak sayısını artırmalı hem de devlet destekli ruh sağlığı hizmeti alan bireylerin sosyal ihtiyaçlarına yönelik adımlar atmalıyız.
Bu konuda Hipokampus Akademi ile de elimizden gelen desteği yapmaya hazır olduğumuzu da belirtmek isterim. Aslında burada bu yazı bile bu konuda farkındalık için önemli bir adımdır. Şimdinin ve geleceğin yöneticileri, bu anlayış ile yetişip, kapsayıcı oldukça hepimiz için daha verimli ve sağlıktı olacaktır. Nitekim hepimiz birer -hasta- adayıyız. Belki de tanılıyız. 🙂

Psikiyatri hemşireliği alanında uzman hemşiredir ve acil serviste çalışmaktadır.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com