Songül Balcı Süslü‘nün 2016 yılında yayınlanan “Duygusal zeka ve örgütsel stres: Örgütlerde hemşirelerin duygusal zeka becerileri ve stresle başa çıkma düzeyleri arasındaki ilişki” konulu yüksek lisans tezinin verilerine göre:
Duygusal zeka, duyguları, iç sesleri özümseyip değerlendirdikten sonra ifade etme yeteneğinin gelişmesidir. Bununla birlikte insanın günlük hayatta karşılaştığı olumlu ve olumsuz olaylar karşısında duygularını zekice ve yararlı bir şekilde kullanması duygusal zekasının verdiği tepkiyle bağlantılı olmaktadır. Duygusal zeka, bireyin kendini ve empati kurarak çevresindeki insanların duygularını tanımlayıp değerlendirdikten sonra, günlük hayatı içerisinde gerçekleştirmiş olduğu davranışlarının entelektüel gelişimiyle beraber kendi düşünce tarzını oluşturmasını, hayata bakışını belirlemesini sağlamaktadır.
Duygusal zeka bireyin sosyolojik ve psikolojik durumuyla ilişkilendirildiği için değişikliğe uğrayıp geliştirilebilecek bir olgu olmaktadır. IQ değerleri yüksek olan bireyin sosyal yada iş hayatında insanlarla olan ilişkilerinin iyi olmaması duygusal zekasının yeterince gelişmediğini ortaya çıkarmaktadır. Dolasıyla bireyin yüksek zekaya sahip olması duygusal zekasıyla orantılı olmamaktadır.
Bilişsel zeka ile duygusal zeka çoğunlukla bir uyum içerisinde olarak yaşam içerisindeki davranışlarımızı kontrol halinde olmasına izin vermektedirler. Duygusal zeka zihnin işleyişine yardımcı olurken bilişsel zeka duygusal verileri şekillendirmektedirler. Her ne kadar duygusal zeka ile bilişsel zekanın orantılı olarak çalışması gerektiğini söylesek ve duygusal zekanın gelişmesi için çalışma imkanlarını arttırsak da, yaşamım tehlikede olduğu anlarda, duyguların ve tutkuların öne çıktıkça, kurmuş olduğumuz dengenin denetimini kaybedilmesi mümkün olacaktır. Her ne kadar insanoğlu rasyonel düşünmeye çalışan bir varlık olsa da aslında onu yöneten duygularıdır ve bu şekilde de duygusal zekası ortaya çıkmaktadır.
DUYGUSAL ZEKA KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ
Araştırmacılar, duygusallık ile zeka kavramlarının bir araya geldiğinde ortaya çıkan birey tutumlarını inceleme amacı ile çeşitli noktalarda, farklı alanlarda ve farklı bireyler üzerinde araştırmalar gerçekleştirmiş ve bu araştırmalar sonucunda da duygusal zekanın birey üzerindeki etkinliğine dair tespitlerde bulunmuşlardır.
Duygusal zeka kavramını, yaptıkları araştırmalar ile ortaya atan ilk araştırmacılar olan Salovey ve Mayer (1990) duygusal zekayı, “bireyin kendisine ve başkalarına ait duyguları algılayabilmesi, bu duyguların nitelikleri arasında ayrım yapabilmesi ve böylelikle geliştirdiği düşünceyi pratiğe dönüştürebilmesi” olarak ifade etmişlerdir.
İkilinin böylelikle atmış oldukları bu adım, duygusal zekanın etkinliği ve gerçek anlamda birey adına ifade ettiği duygusallık ve mantık çerçevesindeki olguları tanımlamak adına öncül olmuştur. Salovey ve Mayer bireyi temele alırken onun çevresi ile olan iletişimini de ön plana çıkarmıştır.
Konu ile ilgili diğer bir araştırmacı ise duygusal zeka olgusunun gelişimine büyük katkısı olan Daniel Goleman, duygusal zekanın temelinde iki farklı zihin yapısının yer aldığını ve “akılcı” ve “duygusal” zihin olarak adlandırılacak olan bu iki farklı yapılanma bireyin duyguları ile mantığının bir araya gelmesi hususunda bütünleştirici bir etkiye sahiptir. Böylelikle birey akılcı zekası ile düşünüp analiz ederken, duygusal zekası ile daha çok fevri ve anlık kararlar almaktadır.
DUYGUSAL ZEKAYI OLUŞTURAN UNSURLAR
Duygusal algılama yeteneği bireyin kendisini anlaması ile birlikte kendisini ifade edebilmesi hususunda son derece önemlidir; çünkü bireyin kendi duygularını net ve eksiksiz olarak yorumlayabilmesi diğer bireylerle duygusal etkileşimin söz konusu olduğu durumlarda olumlu ya da olumsuz, ancak tam yerinde olan tepkiler verebilmesinde bireyi doğru şekilde yönlendirici nitelik taşımaktadır.
Duygusal zekayı oluşturan unsurlara bakılacak olursa bunlar:
– Özbilinç: Bireyin kendini, duygularını tanıması, istekleri doğrultusunda tercihlerini yapması, kendisini toplum içerisinde, var olan şahsi kudretinin ve özelliklerinin farkında olmasıyla gerçekleştirdiği eylemlerle en önemli belirleyici yetkinliğe sahip olacaktır. Bu durumda birey yetenekleri doğrultusunda kendinden emin ve duygularının farkında olarak diğer bireylerin üzerinde oluşturduğu etkisini görmektedir.
– Kendini Yönetmek: Birey sahip olduğu duygu ve düşüncelerinin kontrolünü sağlayarak kendini yönlendirmektedir. Burada önemli olan duyguların bastırılmaması ya da boyunduruğu altına girmemesidir. Özdenetim, duyguları yapılan işin önüne set çekerek değil kolaylaştıracak şekilde bireyin duygularındaki dengeyi ve uyumu olması gerektiği şekilde yaşamda uygulanması ile mümkün olacaktır.
– Moral/Motivasyon: Birey bir işin başlaması ve başarıyla sonuçlanması yolunda duygularını harekete geçirerek motivasyonu oluşturmaktadır. Amaca giden yolda herhangi bir zorluk çıkması doğrultusunda ümitsizliğe düşmeyerek, başarısız olma ihtimalini düşünmeden ilerleyecektir. Bu doğrultuda birey başarı duygusunu ortaya çıkarabilir, inisiyatif kullanıp sorumluluk alabildiğinde içsel motivasyonunu sağlayacaktır.
– Empati: Birey empati kurarak başka insanların görüşlerine, yaşam biçimlerine, duygularına saygı gösterme yetisine sahip olacaktır. Yine aynı şekilde birey kendi duygularının ne kadar farkında olup onlara açık olursa başkalarının duygularına saygı duyması söz konusudur.
– Sosyal İlişkiler ve İletişim: Bireylerin başkalarıyla ilişki kurması ve bu durumu uzun süre koruyabilmesi sosyal yetkinliklerinin gelişmiş olmasıyla gerçekleşecektir. Sosyal becerileri gelişmiş olan kişiler çevrelerindeki insanlarla rahat bir şekilde iletişim kurabilmekte, tepkilerini, düşündüklerini akıllıca okuyabilmektedirler. Bireyin duygularının özdenetimi ve gereken empatiyi sağlayarak sağlıklı ilişkiler kurması sonucunda dile getirilemeyen ortak düşünceleri söyleyebilir topluluğun tepkilerini kontrol edebilir ve onları yönlendirmeyi başararak sorunların üstesinden gelebilir.
Duygusal zeka bireylerin gerek özel gerekse iş hayatlarındaki başarılarının altındaki en önemli unsurdur. Bireyin başarıya sahip olması sadece statüsü, mesleği, zenginliği olmamakla beraber insanlarla olan ilişkileri, yaşamdan aldığı keyif başka bir deyişle kendisiyle barışık olma haliyle hayatta sergilediği davranış biçimidir. Bu nedenle duygusal zeka içerisinde özbilinç olgusu son derece önemlidir. Bireyin hem duygusal hem de genel zeka düzeyinin ortaya çıkışında özbilinç bireyi yönlendiren en önemli unsur olarak değerlendirilmektedir.
Kişi duygularını özümseyip doğru şekilde yönlendirmesiyle zihinsel performansını da arttıracaktır. Günümüzde bilindiği üzere duygularını yönetemeyen insan aklını da yönetememektedir. Duygusal zeka genetik olmamakla beraber, gelişmesi sadece çocukluk zamanında değil, bireyin her yaşta duygularını iyileştirip geliştirmesi söz konusudur.
Duygusal zekanın oluşumunda etkili olan faktörlerden motivasyon konusunda da bireyden ziyade çevrenin etkisi göz ardı edilmemelidir. Buna göre birey kendisini ne denli motive etmeye çalışsa da çevresinden alacağı destek ve ödüllendirmeler onun kendisini iyi hissetmesi konusunda öncelikli bir role sahip olacaktır.

Psikiyatri hemşireliği alanında uzman hemşiredir ve acil serviste çalışmaktadır.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com