Kainatta, yaratılan hiçbir varlık birbirinin birebir aynısı değildir. Tıpkı insanlar gibi.. Şöyle bir bakalım tanıdığımız insanlara. Her birinin görünüşleri, düşünceleri, sosyal hayatları, duygusal hayatları ve daha birçok özellikleri ne kadar da farklı değil mi? Bunları gözden geçirdikten sonra bir de tanımadığımız insanları düşünelim. Tanıdıklarımızın sayısı, Dünya üzerinde yaşamış- yaşamakta ve yaşayacak olan insanların yanında çok küçük bir kısım ve her biri birbirinden farklı. Peki şimdi asıl can alıcı noktaya gelelim; bir birey olarak bu farklılıkların ne kadar farkındayız ve bu farklılıkları ne kadar kabul ediyoruz?
Bu konu üzerinde yazmak istememin bir sebebi var; gözlemlediğim bir tartışma. Kalabalık bir ortamda herkesin kendi düşüncesinin doğruluğunu ispatlamaya çalıştığını canlandıralım gözümüzde. Tartışma, ses yükselmelerine ve hatta bazen kalp kırmalara kadar gidiyor ne yazık ki. Sonuç olarak da oradaki kimse kendi düşüncesini ispatlayamadan cebinde kızgınlıkla, bazen de kırgınlıkla ayrılıyor ortamdan. Oysa asıl mevzu bu mudur? Bir düşüncenin illa doğru olması mı gerekir? Fiziksel özelliklerimiz bile asla birbirinin aynısı olmazken neden düşüncelerimizi kabul ettirmek, aynısını düşündürmek isteriz ki? Farklılıklarımızı kabul etmenin öneminin işte burada devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun ilk şartı da bence insanın önce kendi farklılıklarını kabul etmesidir. Olaylara verdiğimiz tepkilerin, düşüncelerimizin, duygularımızın farklı olduğunu ve bunun kötü bir şey olmadığını bilmeliyiz. İnsanlarla tabii ki paylaşımda bulunacağız, bazen desteklenecek bazen de desteklenmeyeceğiz. Asıl amacımız düşüncelerimizi paylaşmak mı yoksa düşüncelerimizi kabul ettirmek mi bu konuda biraz zaman ayırıp düşünelim lütfen. Demiştim ya bu konuyu yazmamın sebebi bir tartışmayı gözlemlemem diye. O tartışma esnasında durumu daha iyi analiz edebilmek için biraz geriye çekilip tartışan kişileri izledim ve fark ettim ki aslında kendilerine ait bir şablonu var herkesin. Karşısındaki kişi eğer bu şablona uyuyorsa ne âlâ, her şey yolunda. Ama uymuyorsa asıl problem orada başlıyor ve kişi karşısındakini o şablona sığdırmak, o şablondan geçirmek için ona fazla gelen köşelerini kırmaya başlıyor.. Ve işin kötüsü bunu ruhen kırarak yapmaya çalışıyor. Sonrasında kişilerin şablonlarının sınırları olduğunu canlandırdım gözümde. Tıpkı bir oyun gibi… ‘Sınırlar ne kadar dar ise farklılıkların kabulü o kişi için daha zor, ne kadar geniş ise farklılıkların kabulü o kadar kolay olacak’ sonucuna vardım.
Şablonlarımız değişebilir ve onları geliştirebiliriz. Asıl amacımız o şablonlara uyacak insanlar yaratmak olmamalı, hele ki onları kırarak ve yontmaya çalışarak… Asıl amacımız farklılıklara uyumlu olabilecek geniş sınırlı şablonlara sahip olmak olmalı. Bakışımızın genişliği görüşümüzü de genişletmeli. İnsan öğrenmek istemeli insanı. Bu kısacık hayatın içinde bakmasını bilene görülecek çok şey de vardır.
Ne demiş Fenni;
“Sen çalış çeşminde isti’dâd peydâ etmeye,
Ârife âyine-i ibret-nümâdan çok ne var.”
“Ey İnsan! Sen gözünde bir kabiliyet geliştirmeye bak. Onu daha iyi görebilir bir hâle getirmeye çalış. Anlayan bir Ârif için bu dünyadaki pek çok şey ibret vesilesidir. Ârife bu dünyada ibretten çok ne var.”
Bakışımızın, anlayışımızın genişlediği daha güzel günlere…
Sevgiyle…
Yazarın bir önceki “İLİŞKİLERDE BAĞLILIK VE BAĞIMLILIK” yazısını okumak için: https://hipokampusakademi.com/iliskilerde-baglilik-ve-bagimlilik
Gönderinin Yazarı
Hemşire.
Uluslararası Nefes ve Aktif Yaşam Koçu.
2020 yılında Sakarya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü‘nden mezun oldu.
İnsanı merak eder. Bu sebeple araştırır, okur, yazar, konuşur, bol bol da dinler.
Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşiresidir.
Yetişkin Psikiyatrisi ile ilgili tüm alt alanlara ilgi duyar ve bu alanda uzmanlaşmak için çalışmalar yürütür.
Müzik ve spor ile ilgilenir.
Yoldur, yolcudur.
iletişim: bukettunc2011@gmail.com