İnfertilite bir yıllık korunmasız düzenli cinsel ilişkiye rağmen gebe kalamama olarak tanımlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde çiftlerin %8-10’unda infertilite görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gelişmekte olan ülkelerde dört çiftten birinin infertiliteden etkilendiğini belirtmektedir. Türkiye’de ise 2008 yılında yapılan Türkiye Nüfus Sağlığı Araştırma verilerine göre infertilite oranının %2’nin altında olduğu varsayılmaktadır.
İnfertilite tıbbi, psikiyatrik, psikolojik ve sosyal sorunları beraberinde getiren, kültürel, dinsel ve sınıfsal yönleri olan, bireye özel, beklenmeyen stresörlerle karşılaştıran, toplumsal etiketlenmeyle sonuçlanan, cinsellikle ilgili başarısızlık, yetersizlik duyguları yaşanmasına neden olan, yaşamı değiştiren bir deneyimdir. Tüm bu nedenlerden dolayı infertilite tanısı çiftlerde nasıl başa çıkacaklarını bilmedikleri bir kriz meydana getirmektedir. Ayrıca çiftler infertilite tedavisi sürecinde, negatif gebelik testi sonucu ve yeni tedavilerde yorgunluk ve başarısızlık gibi bir çok beklenmedik durumla daha karşılaşıp birbiri ardına yeni krizler yaşayabilmektedirler. Her bireyin beklenmedik bir olay karşısında gösterdiği tepki farklıdır. İnfertil bireylerin de infertilite tanısına ve tedavi sürecine uyumları farklı olmaktadır. Bireylerin infertiliteye uyumunu etkileyen faktörler arasında; kişilik yapıları, bilişsel gelişme dereceleri, ortaya çıkan olayın zamanı, birey tarafından algılanış şekli, kişinin bu duruma hazır olup olmaması, olaya yüklenen anlam, stres düzeyleri, uygun başa çıkma yöntemlerinin seçilip seçilmemesi ve çevresindeki kişilerden aldıkları destek sayılabilir.
İnfertilite ve Stres
Stres kişinin dışarıdan gelen tehditlere karşı kendini korumak amacıyla verdiği tepkidir. İnfertilitenin mi strese, stresin mi infertiliteye neden olduğu henüz açıklanamamıştır. Fakat infertilite ile artmış stres arasında bir ilişki olduğu kabul edilmektedir. Stresin infertilite üzerindeki etkisini gösteren ilk çalışmalar savaş sırasında veya sonrasında yapılmıştır. Nitekim amenore sıklığının I. Dünya Savaşı sırasında Almanya, Polonya, Avusturya ve Rus toplumlarında arttığını gösteren ilk çalışma 1954 yılında yayınlanmıştır. 1990-1991 yıllarındaki Körfez Savaşı gazilerinde infertilite sıklığının arttığı bildirilmiştir. Stresin infertilite üzerindeki olumsuz etkilerinin ortaya konduğu bu çalışmalara paralel olarak infertilite ve yardımcı üreme tedavilerinin de çok boyutlu stresörler olduğu kabul edilmiştir. İnfertilite problemi sıklıkla çiftlerin birinde veya her ikisinde önemli bir stres kaynağı oluşturmaktadır. Stres kadın ve erkeği bireysel olarak etkilediği gibi çiftin birlikteliği üzerinde de etkili olmaktadır. Ayrıca stres, infertilite tedavisini kötü etkileyebileceği gibi, uygulanacak tedavi de stresi kötüleştirebilmektedir.
Stres ve infertilite arasındaki olumsuz etkileşimin yansıması olarak kadınlarda ovulatuar disfonksiyon ve luteal faz defekti gelişmesi, uterus ve fallop tüplerinin fonksiyonunda ve implantasyonda bozulma gözlenirken, erkeklerde ise seksüel performansla ilgili anksiyete, geçici sürelerle gelişen ereksiyon bozukluğu ve buna bağlı olarak koitus sıklığında azalma ve sperm kalitesinde bozulma gözlenmektedir. Stresin spermiogram üzerindeki etkisi tartışmalı olmasına rağmen strese bağlı olarak sperm sayı, hareketlilik, yapı ve şeklinin kötü yönde etkilendiği bildirilmektedir.
Stresin üreme üzerindeki etkisi genel olarak IVF (In Vitro Fertilization) hastalarında araştırılmıştır. Domar IVF siklusu öncesinde veya sırasında stres düzeyi ve gebelik sonuçları arasındaki ilişkiyi araştıran ve yeterli veri içeren 21 çalışmayı incelemiş, bu çalışmaların 15’inde stres ile gebelik arasında anlamlı ilişki olduğunu bulmuştur. En stresli hastalarda en düşük gebelik oranlarının tespit edilmesi bu ilişkiyi desteklemektedir. Aynı incelemede iki çalışmada bu yönde eğilim olduğunu tespit edilmiş, dört çalışmada ise herhangi birilişki bulunamamıştır. Newton ve arkadaşlarının kadınlar erkeklere oranla her konuda daha fazla stres yaşadıklarını tarif etmişlerdir.
Ayrıca infertilite nedeninin erkeğe ait olduğu durumlarda kadın ve erkeklerde stres, cinsel ve sosyal yaşamda endişe daha yüksek düzeyde bulunmuştur. Stresin etkilerini belirlemeye yönelik Domar ve arkadaşlarının yaptığı bir başka araştırmada ise 151 kadın IVF siklusu öncesinden başlanarak incelenmiştir. Stres düzeyleri ile toplanan oosit sayısı, fertilizasyon oranları, embriyo transfer sayısı, gebelik oranları, toplam doğum, canlı doğum ve bebek doğum ağırlıkları arasında negatif ilişki olduğu bulunmuştur. Bugüne kadar yapılan araştırmaların çoğu, stresin yardımcı üreme tekniklerinin etkinliğini düşürdüğü hipotezini desteklemektedir. Ancak bunun hangi mekanizma ile gerçekleştiği bilinmemektedir.
İnfertilite ve yardımcı üreme tedavilerinin psikolojik boyutlarını ortaya koyan birçok çalışmada infertilitenin, bireylerin stres, depresyon ve anksiyete düzeyinde artışa neden olduğu ortaya konmuştur. İnfertilite depresif belirtilerin ortaya çıkmasında da önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Moghadam ve ark. ’nın araştırmasında, şiddetli depresyonun kadınlarda erkeklerden daha fazla görüldüğü bulunmuştur. Fido ve Zahid ’in infertil ve sağlıklı gebe kadınları karşılaştırdıkları bir araştırmada, depresyon infertil kadınlarda daha yüksek belirlenmiştir. Yılmaz ’ın araştırmasında infertil çiftlerde kadınların depresif belirtileri erkeklerden daha fazla gösterdikleri bulunmuştur. Holter ve ark. ’nın yaptıkları çalışmada IVF tedavisi öncesinde kadınların erkeklerden daha depresif ruh hali içinde oldukları saptanmıştır. İnfertil kadınların depresif belirtiler göstermeye yatkın oldukları görülmektedir. Bu yüzden infertilite tedavisi gören çiftlere verilecek bakım yaklaşımı depresif belirtilerin erken tanınması ve kadınlara bu yönde daha destekleyici bir bakım verilmesi şeklinde olmalıdır.
Hammarberg ve ark. ’nın yardımcı üreme tekniklerini deneyimleyen kadınlarla yaptıkları bir çalışmada; infertilite ile ilgili yapılan tetkik sonuçlarını bekleme, yardımcı üreme teknikleri tedavisine başlama, oosit toplama işlemi, embriyo transferi sonrasında sonucu bekleme ve tedavinin başarısız olduğunu öğrenmeyi içeren süreçlerin özellikle stresli olduğu belirlenmiştir. İnfertil kadınların önemli derecede duygusal stresi olduğu bildirilmiştir. Yaşanan bu stres tedaviyi güçleştirmekte, etkinliğini azaltmakta ve bireylerin başarılı olabilecek bir tedaviyi bırakma eğilimlerini arttırmaktadır. Yardımcı üreme tedavileri uygulanan çiftlerin, tedavi süreçlerinin stresli olmasından dolayı, duygusal ve fiziksel bakım ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Çünkü tedavi sonucu başarısız olduğunda, kişilerin tedaviye devam edip etmeme kararını vermesinde yaşadıkları stres düzeyinin etkili olduğu bildirilmiştir. Çiftler oldukça stresli olan infertilite tedavisini bırakma nedenleri olarak psikolojik yük, umutlarını kaybetme ve tedavinin gidişatının kötü olmasını belirtmişlerdir. İsveç’te Olivius ve arkadaşlarının 974 infertil çiftle yapmış olduğu bir çalışmada hastaların tedaviyi bırakma nedeni “psikolojik yük” olarak bulunmuştur. Avustralya’da Hammarberg ve ark. ’nın yaptığı çalışma da aynı sonuçları göstermiştir. Tedaviyi bırakan çiftlerin %66’sı neden olarak yaşadıkları duygusal zorlukları bildirmiştir. Türkiye’de ise infertilite tedavisini bırakma nedenlerini tanımlayan bir çalışmaya rastlanmamıştır. İnfertil çiftlerin yaşadıkları stres ve psikolojik yükleri azaltılarak tedaviye devam etmeleri sağlanmalıdır. İnfertilite tedavi sürecinde çiftlerin infertiliteye özgü streslerini ölçmede kullanmak üzere 1996 yılında Schimdt “İnfertilite Stresi Ölçeği” geliştirmiş ve ölçeğin Türkiye’deki geçerlilik ve güvenirliliği Yılmaz tarafından yapılmıştır. Bu ölçeğin kullanılması ile bireylerin infertiliteye özgü stres düzeyleri belirlenebilecek ve hemşirelik bakımının planlanmasında kolaylık sağlayacaktır.
İnfertilite Stresi ile Başa Çıkma Yöntemleri
Başa çıkma en genel ifade ile stresin kontrol altına alınması ve düzenlenmesinin bir yoludur. Stresöre verilecek tepki, olayın yorumlanmasıyla birlikte başlar ve başa çıkma yöntemlerinin kullanılması ile sonuçlanır. Stres verici olaylar ya da etkenlerin olumsuz etkilerini en aza indirmek veya tümüyle ortadan kaldırmak için bazı başa çıkma yöntemlerini kullanmak evrensel bir tutumdur. Başa çıkma yöntemleri bireyin stresörlerle başa çıkma yeteneğine yardım eden, zor durumlarda bireyin dayanma amacıyla gösterdiği bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerdir. Birey bu başa çıkma yöntemlerini öğrenim ve deneyimler sonucunda kazanır. Her bireyin kullandığı başa çıkma yöntemi kendine özgü bir nitelik taşımaktadır. Lazarus stresi birey ile çevresi arasındaki etkileşim süreci olarak görür. Birey öncelikle stresörü kendi açısından değerlendirmektedir. Stresörü değerlendirdikten sonra başa çıkma yöntemlerini kullanmaya başlar. Lazarus ve Folkman stresle başa çıkmayı “kişinin kaynaklarını tüketici veya aşırı derecede zorlayıcı olarak değerlendirdiği talepleri yönetme süreci” olarak tanımlamaktadır.
Bu tanıma göre başa çıkmayla ilgili dört kavram üzerinde durulmaktadır;
● Başa çıkma bir süreç veya birey ile çevresi arasındaki süregelen karmaşık bir etkileşimdir.
● Başa çıkma yok etme yerine yönetim ile ilişkilidir (Strese gerçekçi bir bakış açısıyla bakılmakta ve her problemin üstesinden gelinemeyebileceği öngörülmektedir).
● Bir durum stres yaratan olarak değerlendiriliyorsa kişi için stres yaratan olmaktadır. Bu tanım değerlendirme kavramını da içinde bulundurmaktadır.
● Başa çıkma, bir çaba gösterme olup potansiyel stres verici durumu yönetmeye ilişkin bilişsel ve davranışsal çabaları içermektedir.
Stresle başa çıkma olgusu bir süreç olarak incelendiğinde, bireyin stres kaynağına ilişkin değerlendirmeler yaptığı görülmektedir ve başa çıkma süreci bilişsel değerlendirme ile başlamaktadır. Bilişsel değerlendirmede ilk önce kişi karşılaştığı durumla ilgili ayrıntıları inceler ve şimdi ve gelecekte ortaya çıkabilecek sonuçları değerlendirir. Bu değerlendirme sonrasında hangi başa çıkma yöntemlerini kullanacağına karar verir. Kişilerin kullandığı başa çıkma yöntemleri, etkili ve etkisiz olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Etkisiz başa çıkma yöntemleri; reddetme, bastırma ve yansıtma gibidir. Bu yöntemlerinin uzun süre kullanılması sonucunda alkol ya da maddeye sığınma, saldırganlık, kaçma, kişiler arası ilişkilerde bozulma, içe kapanma, tükenme, intihar ve depresyon gibi olumsuz davranışlar ortaya çıkabilmektedir. Etkili başa çıkma yöntemleri ise; bedene yönelik yöntemler, duygu ve düşüncelere yönelik yöntemler ve duruma yönelik yöntemler olarak üçe ayrılır. Bedene yönelik yöntemler; solunum egzersizleri, spor, çeşitli gevşeme yöntemleri (yoga, meditasyon vb.), doğru beslenmeyi içerir. Ayrıca duygu ve düşüncelere yönelik yöntemler ise, stres yaratan durumları kendini geliştirme olarak algılama, duygularını başkaları ile paylaşma, duygularını açıkça ifade edebilme olarak açıklanabilir. Duruma yönelik yöntemler ise zamanı iyi kullanma, sosyal destekten yararlanma, iletişim becerilerini geliştirme, problem çözme becerilerini geliştirmedir. Lazarus ve Folkman başa çıkma yöntemlerini problem odaklı ve duygusal odaklı olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Problem odaklı başa çıkma yöntemlerinde birey karşılaştığı soruna odaklanır, problemle nasıl başa çıkacağı ve problemi nasıl çözeceği üzerine yoğunlaşır. Bu başa çıkma yöntemi stres yaratan durumun unsurlarını doğrudan değiştirmeye yönelik etkinlikleri içerir. Problem odaklı başa çıkma başlığı altında ise, kendini kontrol altında tutma, sorumluluğu kabul etme, planlı bir biçimde problem çözme ve sorun üzerinde olumlu olarak durma gibi eğilimler yer almaktadır. Problem odaklı başa çıkma yöntemleri kontrol edilebilen durumlar için uygundur.
Duygusal tepkiye dayalı başa çıkma yöntemlerinde ise birey sorunun yarattığı duygularla başa çıkmaya çalışmaktadır. Bu başa çıkma yöntemi, stres durumunun yarattığı olumsuz duyguların kontrol altına alınıp, olumlu bir yöne odaklanmasına yönelik davranışları kapsar. Duygu odaklı başa çıkma başlığı altında kaçma kaçınma, inkar, sorundan uzak durma, sosyal destek arama, yüzleştirici başa çıkma, kuruntulu düşünme, zihinsel anlamda sorunla meşgul olmama gibi eğilimler yer alır. Duygusal tepkiye dayalı başa çıkma yöntemleri kontrol dışı durumlarda kullanılır. İnfertilite tedavisine başlayan çiftler hem kontrol edilebilen hem de edilemeyen durumlarla karşılaşırlar.
İnfertilite başa çıkılması zor bir kriz durumudur. İnfertilite sorununun yanı sıra, üreme yardımı için uygulanan tanı ve tedavi yaklaşımları da çiftin sorunla başa çıkmasını zorlaştırmaktadır. Bireyin kendi kültürü ve değerler sistemi içinde kendisinden beklenen psikolojik, fiziksel ve sosyal işlevlerini yerine getirememesi durumunda buna bağlı olumsuz sonuçları en aza indirmek ya da tamamen ortadan kaldırmak için başa çıkma yöntemlerini kullanması gerekmektedir. Çiftler, infertilite tanı ve tedavi sürecinde kullandıkları başa çıkma yöntemleri ile infertilite krizini yönetebilmektedirler. Bu yüzden infertil çiftlerin psikososyal değerlendirmesinde çiftlerin yaşadıkları güçlükler ve kullandıkları başa çıkma yöntemleri değerlendirilmelidir. Literatürde infertilite stresi ile başa çıkma yöntemleri ile ilgili farklı sınıflandırmalara rastlanmaktadır. İnfertilite stresi ile başa çıkma yöntemlerini Peterson ve arkadaşları meydan okuyarak başa çıkma, uzaklaştırma, kendini kontrol etme, sosyal destek arama, sorumluluğu kabul etme, kaçış/uzak durma, planlı problem çözme ve pozitif yeniden değerlendirme olarak sekiz alt boyutta toplamışlardır. Lechner ve arkadaşları infertilite ile ilgili yaptıkları çalışmada başa çıkma yöntemlerini aktif ve pasif olmak üzere iki alt boyutta toplamışlardır. Bayley ve arkadaşları infertilite ile başa çıkma yöntemlerini kendini suçlama-kaçınma, emosyonel destek arama ve bilişsel yeniden yapılandırma olarak üç alt boyutta değerlendirmişlerdir. Schmidt, Christensen ve arkadaşları ise çalışmalarında infertilite stresi ile başa çıkma yöntemlerini; aktif-yok sayma başa çıkma yöntemi, aktif-mücadele etme başa çıkma yöntemi, pasif-yok sayma başa çıkma yöntemi, anlam bulma temelli başa çıkma yöntemi olarak dört alt boyutta incelemişlerdir. İnfertilite tedavi sürecinde çiftlerin infertilite stresi ile başa çıkma yöntemlerini ölçmek üzere 1996 yılında Schmidt “İnfertilite Stresi ile Başa Çıkma Ölçeği” geliştirmiş ve ölçeğin Türkiye’deki geçerlilik ve güvenirliliği Yılmaz tarafından yapılmıştır.
İnfertil çiftlerin kullandıkları başa çıkma yöntemlerinin bilinmesi etkili başa çıkma yöntemlerinin desteklenmesine, etkisiz başa çıkma yöntemlerinin ise bırakılmasına yönelik girişimlerin planlanmasına olanak sağlayacağı için önemlidir.İnfertilite stresi ile başa çıkmada kadınlar ve erkekler farklı başa çıkma yöntemleri kullanmaktadırlar.
Kadınlar daha çok dilek, umut ve kaçış , yakın çevreleri ile iletişime geçme, problemin paylaşılabileceği gruplara katılma, konuşma, destek arama, konuyla ilgili okuma ve eğitimlere katılma, sorumluluk alma başa çıkma yöntemlerini kullanmayı seçmektedir.
Erkekler ise, dikkatlerini konudan uzaklaştırma, duruma odaklanmama, kaçınma, duygularını kontrol etme, başarılı olacağı işlere yönelme, problem çözme, başka yaşam hedefleri bulma, yaşamdan keyif alma gibi başa çıkma yöntemlerini kullanmaktadır. Ried ve Alfred ’in geleneksel tedavi arayışında olan infertil kadınlarla yaptığı çalışmada kadınların en sık aktif ve planlama, daha sonra da tavsiye arama, kişisel gelişim ve duygusal destek arama başa çıkma yöntemlerini kullandıkları bulunmuştur.
Kadın ve erkeklerin infertilite sürecinde kullandıkları başa çıkma yöntemlerinin farklı olabildiğini bilmeyen çiftler, eşinin davranışlarını yanlış yorumlayabilir ve olumsuz yargılarda bulunabilir. Özellikle tedavinin olumsuz sonuçlandığı durumlarda yaşanan hayal kırıklığı, öfke ve umutsuzluk ile birlikte karşılıklı suçlamalar da artar. Erkek, eşini aşırı duygusal olmakla, abartılı davranmakla suçlarken, kadın da eşini duygusuz olmakla, yeterince önemsememekle suçlayabilir. Bu tablonun yaşanmasını önlemek için, çiftler tedaviye başlarken sorunlarla başa çıkma yöntemlerinin farklı olabileceği konusunda bilgilendirilmelidir. Bilgilendirme, çiftlerin karşılıklı yanlış yargılamalarını önleyerek birbirlerine daha çok destek vermelerini sağlayacaktır.
İnfertilite krizini yönetebilmek için infertil çiftler infertilite sorunu ile başa çıkabilme gücünü arttırmalıdır. İnfertil hastalarda strese yönelik yapılan psikolojik destek girişimleri, olumlu tedavi sonuçları, stresle başa çıkma becerisinin artması, gebelik oranlarının artması ve psikolojik semptomların azalması ile ilişkilidir. İnfertilite kliniklerinde çalışan ekibin infertil bireylere yaklaşımlarının stresi azaltıcı ve etkili başa çıkma yöntem kullanımını destekleyici biçimde olması gerekmektedir. İnfertilite ekibi içinde yer alan hemşireler bu süreci yönetmede etkin rol almaktadırlar.
Kaynakça ve İleri Okuma:
- Yılmaz, T., & Oskay, Ü. Y. (2015). İnfertilite Stresi ile Başa Çıkma Yöntemleri ve Hemşirelik Yaklaşımları. Sağlık Bilimleri ve Meslekleri Dergisi, 2(1), 100-112.