Murat Yıkılmaz‘ın 2016 yılında “Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı” isimli yazdığı doktora tezinden alınan verilere göre:
İnsanların yaşamlarını sürdürmesinde diğer insanların varlığı çok önemlidir. Yaşamın ilk yıllarında biyolojik bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan bu durum yaşamın sonuna kadar devam eder. Gündelik yaşamda insanların birbirleriyle yakınlaşma çabaları durmaksızın sürer. Fromm’a göre bir insan diğerlerinden uzak bir şekilde anlamlı yaşadığını hissedemez. Bu yüzden mutlaka diğerleriyle iş birliği yapmalıdır. Çünkü varolan her kişi kendisini, kendi dünyasının dışına doğru taşıma ve diğerleri ile paylaşımda bulunmaya gereksinim duyar. Bu gereksinimin karşılanmadığında insan kendini yapayalnız ve soyutlanmış hisseder. Bu durum ise insan zihnini -açlık, susuzluk ve uyuma gereksiniminin karşılanmamasının insan bedenine yaptığı gibi- parçalanmaya götürür.
Bireyler sık sık başkalarından ve kendilerinden soyutlandıklarını hissederler. Bu soyutlanmanın altında varoluşa ilişkin daha temel bir yalıtım yatmaktadır. Dolayısıyla varoluşsal yalıtım insanın kendisi ve başkaları arasında kapatılamayan bir uçurumun varlığıdır. Aynı yalıtım, birey ve dünya arasında da kendini hissettirebilir. Yalıtılmışlık, varoluşsal boşlukla beraber bireyin dünyasında hayal meyal tanınan bir duygudur. Bununla beraber varoluşsal yalıtılmışlık insanların diğerlerinin iç dünyasında neler olup bittiğine ve diğerleri ile bağlantılı olma ihtiyaçlarını tehdit eder. Bu tehdit yüzünden varoluşsal olarak yalıtılmış olmak insanları aynı zamanda diğerleri ile ilişki kurmaya da zorlar.
İnsanlar gerçekten de başkasının içsel deneyimlerinin nasıl olduğunu ya da bir başkası/bir başka şey gibi olmanın ne demek olduğunu bilemezler. Dolayısı ile bireyin iç dünyası ile diğerleri arasında herhangi bir köprü bulunmamaktadır. Bu gerçeğe rağmen bireyler diğerleri ile bağlı olma ihtiyacı hissederler. Bu bağlantısızlık yalıtılmışlık ve yalnızlık duygularının oluşmasına neden olur. Gerçekten de günümüz insanlarının en güçlü ihtiyacının diğerlerinin nasıl insanlar olduğunu ve diğerlerinin kendisini nasıl gördüğü olduğu düşünülebilir. İnsanların özellikle ilişkilerdeki çabaları hep bu bilinmezliğin giderilmesine yönelik gibi görünmektedir. Bu bilinmezliğin giderilmemesi ise insanlara sıkıntı vermektedir. Çünkü, yalıtılmışlık gerçeği insanın kendi içine hapsolmuş bir canlı olduğu anlamına gelmektedir.
Çağımızın dışadönük ve konformist insanının nevrotik davranışı, kendisini dışarıya kapatan, dar bir çevrede güvenlik içerisinde yaşayan insanın nevrotik motifinden farklıdır. Yalıtılmışlığı aşma başka insanlara katılma ve onlarla özdeşleşme çabaları kişinin kendi varlığını parçalamaktadır.
Yalıtılmışlık, bir insanın kendisini hayattan çıkarmasını, yaşamın etkinlikleri ve bireyi zayıf ve saçma görünür hale getirir. Bu durum, bireyin kendisine galaktik bir bakış açıdan bakmasıdır ve terapistler için bu durum ürkütücüdür. Aslında insanın kendisine dışarıdan bakabilmesi değerli bir özellik taşısa da uzun süre devam eden galatik bakış açısı öldürücü olabilir. Yalıtılmışlıklarını sağlıksız şekilde algılayan bireyler yalnızlığa tahammül edemez ve yalnız kaldıklarında kıvranırlar. Yalıtılmışlıkları ile yüzleşip onu keşfedebilenler diğerleri ile sevgi dolu ilişkiler kurabilirler ancak halihazırda ilişki kurabilen ve birazcık olgunluğa ulaşabilmiş olanlar yalıtıma katlanabilirler.
Her tür terapide sıklıkla karşılaşılabilen bir olgu olan yalıtılmışlık üç formda ortaya çıkar: kişilerarası, kişinin kendi içinde ve varoluşsal. Kişiler arası yalıtım diğerlerinden uzak ilişkilerle karakterize olmuş yalnızlık olarak yaşanır. Kişilik bozukluklarının engellemesi, (şizoid, narsisitik, antisosyal vb), sosyal beceri yetersizliği ya da yakınlık kurmayla ilgili çatışmalı duygular yalnızlığa neden olabilir. Kişiler arası yalnızlığın bu nedenlerden kaynaklandığının ileri sürülmesi, giderilmesi için de basitçe yetersizlik ya da güçlük alanlarına odaklanılmasının faydalı olabileceği düşüncesini akla getirmektedir. Bu düşünceye bağlı olarak müdahale programları, bireysel psikolojik danışma, atılganlık eğitimleri, sosyal beceri eğitimleri gibi pek çok uygulamanın varlığı bilinmektedir. Kişinin kendi içindeki yalıtım ise insanın bazı parçalarının birbirinden ayrıldığı yalıtımdır. Bu tür bir yalıtılmışlık genellikle savunma mekanizmaları, yaşantıların bilinçli farkındalığın dışına çıkması ya da benliğin parçalanmasına işaret eder ve psikopatoloji ile ilişkilendirilir. Geçtan, psikanalitik kişilik kuramı ile ilgili olarak, Rollo May’in, id, ego ve superegonun kişiliğin analizi sonucu ortaya çıkan bölümler mi yoksa kişiliğin birbirine yabancılaşmış bölümlerin trajedik çatışması mı olduğunu anlatmaya çalıştığını vurgular.
Varoluşsal yalıtım diğer varoluşsal kaygılar olan ölüm ve özgürlükle de yakından ilişkilidir. Camus, yalıtılmışlığı “saltanatımızı kendi başımıza bir çöl üstünde bitiriyoruz” sözleri ile anlatmaktadır. Yalıtılmışlık kaygısının temeli ölüm kaygısıdır. Çünkü, insanlar tek başlarına ölürler. Ölüm, belki de yalıtılmışlık korkusunun en ağır şekilde yaşandığı değişimdir. Günlük yaşamda insanlar birbirleriyle yakınlaşarak yalıtılmışlık korkuları ile başedebilirler. Ancak, ölüm söz konusu olduğunda yapılabilecek bir şey yoktur. Diğer yandan insanlar özgürlüklerini de yalıtılmış olmalarına borçludur. Dolayısı ile yalıtılmış olmak aynı zamanda hem çekici hem de korkutucu özelliklere sahiptir.
Yalıtılmışlık gerçeğinin yarattığı kaygı çözümü olan bir kaygı değildir. Varoluşun, diğer kaygı kaynakları gibi yüzleşilmesi ve anlaşılması gereken bir öğesidir. Diğerleri ile yakınlaşarak ve alışverişte bulunularak yalıtım korkusu hafifletilebilir. Yalıtılmışlık korkusu ile başetmede, başarılı psikoterapi hastalarının geliştirdikleri tespit edilen şu anlayış yardımcı olabilir: “Diğer insanlarla ne kadar yakınlaşırsam yakınlaşayım yine de hayatla tek başıma yüzleşmeliyim”.
Sonuç olarak varoluşçu alanyazında yalıtılmışlığın bir varoluşsal gerçek olduğu ifade edilmektedir. İnsanlar, bu gerçeği olduğu gibi kabul etmeli ve yaşamlarını bu gerçeğin yarattığı sınırlılığa göre yönlendirmelidirler. Ne sürekli olarak aslında yapayalnız olduğunu düşünmeli ne de bu gerçeği inkâr etmelidirler.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Yıkılmaz, M. (2016) Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı. Doktora Tezi. Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Eskişehir.
Gönderinin Yazarı

Psikiyatri hemşireliği alanında uzman hemşiredir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu ve insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com