Rollo May, 21 Nisan 1920 yılında Amerika’da (ABD) dünyaya gelmiştir. Varoluşçu psikoloji anlayışını Amerika’ya getiren önemli psikolog ve filozoflardan biri olarak kabul edilmektedir. 1949 yılında Colombia Üniversitesi Öğetmenlik Yüksek Okulu’ndan Klinik Psikoloji alanında doktora eğitimi almıştır. Hümanizm ve varoluşçu psikolojiden etkilenmiştir. Bununla yetinmeyip yeni yaklaşım modelleri yakalamaya çalışmıştır. Otto Rank’ın varoluşçu psikoterapisinin en önemli öncülerinden biri olarak da görülen Rollo May, 22 Ekim 1994 yılında ABD’de hayatını kaybetmiştir.
May, yaşamı boyunca biz okuyuculara çok önemli eserler bırakmıştır. İlk eseri olan Danışma Sanatı (The Art of Counseling) isimli kitabını 1939 yılında dini danışmanlık alanında önemli bir kaynak olarak yayınlamıştır. Bu eserde danışmanlık yapılan bir hastanın bilincini aktif hale getirerek, kişide oluşan problemlere çözüm bulmak gayesiyle yazmıştır. İkinci kitabı Yaşamın Buharları (The Spring of Creative Living) adlı eseri ilk kitabı gibi yoğun ilgi görmüştür. Bir başka kitabı olan ‘Yaratma Cesareti‘ yaratıcılığı farklı boyutlarla ele alarak yazılmıştır. İnsanın kişisel ve psişik yapılarının yaratıcılığa ne ölçüde etki ettiği ve edebileceği anlatılmaktadır. Önemli eserlerinden biri olan Aşk ve İrade (Love and Will) isimli kitabını 1969 yılında yazmıştır. Bu eserde bireyin benliğinin bozulmuş değerlerini yeniden nasıl inşa edebileceği sorusuna cevap aramaktadır. Bireyin giderek empatiden yoksun hale dönüşmesinin topluma verdiği zararlar anlatılmıştır. Bu eserle May, Ralph Waldo Emerson ödülüne layık görülmüştür.
Yayınladığı önemli kitaplardan biri de ”Kendini Arayan İnsan” adlı eseridir. Bu kitapta; bireyi incelemenin sadece kendisini incelemekten ibaret olmadığını, bunun anlaşılabilmesinin bütünsel bir boyut açısıyla bakılarak mümkün olacağını savunmuştur. İnsanın varlık özelliklerini inceleyerek bu alanda temelleri atmıştır. Kitap yalnızlık, boşluk, anlam arayışı, endişe gibi temel kavramlar üzerine dayandırılmıştır. 20. yy.da ise psikoloji bu konularla fazla ilgilenmiyordu. May’ın kitabında bu konulara yer vermesi ve insanın iç dünyasını sorgulamasını kendi hayatıyla bağdaştırabileceğimizi düşünüyorum. Onu bu düşüncelere iten yakalanmış olduğu tüberküloz hastalığıdır diyebiliriz. Çünkü May, bu hastalıkla mücadele ederken hayata aktif ve pasif olarak katılmanın ne anlama geldiğini sorgulamıştır. O, hastalığa yakalanma sebebini kendi cümleleriyle şöyle ifade etmiştir:
“Hastalığım nüksetti çünkü çok fazlasıyla çalışıyordum. Gereğinden fazlaydı. Tüberküloza mahal verecek şartlarda yaşıyordum, çünkü olmadığım bir insan gibi yaşıyordum. Dışa yönelik bir dünyam vardı, üç işle aynı anda ilgileniyordum. Kendimi geliştirmede en büyük gücü alacağım yönümü, yani ruhsal sağlığıma dikkat etmiyor ona yönelmiyordum. Onu hep başka işlerin telaşıyla geçiştiriyordum veya bu gücü kendimde göremiyordum.”
Bu sözünden de anlaşılacağı gibi, hastalığının nedenini iç dünyasını ihmal etmesine ve çalışma temposuna bağlamıştır. Hastanedeki deneyimleri onun yaşama olan bakışını etkilemiş ve bu eseri yazmasına sebep olmuştur. Bu yüzden bu kitabı okuyor olmaktan çok bazen yazarın hayatına tanık oluyoruz diyebilirim.
Yazar, kitabın içeriğini özelden genele doğru sıralayarak incelemiştir. Kanaatimce bu sıralama doğru ve yerinde olmuştur. Çünkü okuyuculara istedikleri bilgilere hiyerarşik bir sıra içerisinde takip edebilme olanağı sunuyor. Her başlık da kendi içinde alt başlıklara ayrılarak konunun daha belirgin ve net anlaşılabilmesi için özenle yapılandırılmıştır. İlk başlarda kitabın dili ağır gelmesine rağmen zamanla okuyucuya benimsetiyor. Hazmedilmesi kolay olan bir kitap değil. Çünkü yazar anlattıkları hakkında okuyucuyu sürekli bir düşünce sürecine itiyor. Anlattığı konuları uzun uzun, ayrıntılı bir biçimde vermiyor. Sezdiriyor, çağrıştırıyor ve önümüze bir kesit koyuyor. Oradan çıkarılması gereken düşünceyi bize bırakarak bir bağlantı kurmamızı istiyor. Bildiklerimizin dışına çıkarak ezber bozan çarpıcı analizleriyle biz okurların dikkatini çekmektedir. Olayları farklı gözle irdeliyor ve bunun, onu diğer yazarlardan ayıran en önemli özelliği olduğunu düşünüyorum. Dikkatimi çeken durumlardan biri de kitabın 1953 yılında yazılmış olmasına rağmen günümüz insanının psikolojik tablosunu, bizlerin bile şu an farkında olmadığı anlık durumlarımızı o zamanlarda keşfetmiş olmasıdır. Bence bu yönüyle de eser kalıcılığını her zaman koruyacaktır. Bu durumda diyebilirim ki bu eser amacına ulaşmış başarılı bir kitaptır. Yaptığı analizler ve ortaya attığı fikirlerle günümüz dünyasının gerçekliğini bize sunarak kişisel bütünlüğümüzü bulmada yol gösteriyor. Kitabı her açıp okuduğumda bana hayatı sorgulamaya ve kendimi fark etme sürecine itiyor. Kitapta kendi hayatından bölümlere de yer veriyor. Ayrıca görüşlerini desteklemek için Shakespeare, Goethe, Freud, Nietzsche, Yunan Mitolojisi üzerine de alıntılarla zenginleştirilmiştir. Bu özelliği ile kitaba olan ilgiyi de arttırıyor. Fakat bu kitap her ne kadar toplumun içindeki durumunu gözler önüne sermiş olsa da herkese hitap etmediğini düşünüyorum. Kitabın dili bazı bölümlerde ağır kullanılmış. Kitaba psikolojik ve felsefi bir dil hakimdir. Bu sebeple okuyucusunu bireyselleşmiş kişilerden, yolunu kaybeden, çözüm bulmaya çalışan ve/veya varoluşçu psikolojiye ilgisi olanlar için ideal bir kaynak olabileceğini düşünüyorum.
Kitapta Rollo May, modern insanın yalnızlığını, yaşamış olduğu içsel sıkıntıları konu edinmiş olup insanların kişilik sorunlarını psikolojik açıdan kaleme almıştır. Bunu yaparken sadece psikoterapist yönüyle değil aynı zamanda sosyolog ve filozof gözüyle de bizlere aktarmıştır. Kitap modern insanın yaşam içerisindeki duygularını, tepkilerini tespit ederek yola çıkıyor ve içsel sıkıntılarımızı ortaya koyuyor. İnsanın ruhuna yabancılaşmasını ve hissizleşmesini, kendinden uzaklaşmasını irdeliyor. Kendini kaybeden insanlara kişisel bütünlüklerini bulmaları için izlenecek bir yol gösteriyor.Yazar, yaşadığımız çağı ”Endişe Çağı’ olarak nitelendirip bu endişenin sebebini insanların nelere inanacağını bilmemesine hatta ne hissettiklerine dair fikirlerinin olmayışına ve hangi role üstleneceklerini bilmemelerine bağlıyor. İnsanların bir boşlukta adeta kaybolduklarını ve bu boşluğun gün geçtikçe büyüdüğünü anlatıyor. Bundan kurtulmanın ise kendi kimliğimizi bulmak ve onunla bütünleşmekle mümkün olacağını söyler. Yaşadığımız zamanın gerçekleriyle yüzleşmek ve cesaretimiz sayesinde bu güce ulaşıp başarabileceğimizi anlatmaktadır. Böylece hayat üzerinde bizim de söz hakkımız olur ve kendi hayatımızdaki sorunlara kontrolümüzü arttırabiliriz kanısını savunur.
Kitap aşağıdaki başlıklar altında değerlendirilmektedir:
BİRİNCİ BÖLÜM
Bizim İkilemimiz
-Günümüz İnsanının Yalnızlığı ve Endişesi
-Rahatsızlıklarımızın Kökeni
İKİNCİ BÖLÜM
Benliğimizi Yeniden Keşfetmek
-Birey Olma Deneyimi
-Var Olma Mücadelesi
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Benliğimizle Bütünleşmek
-Bağımsızlık ve Öz İrade
-Yaratıcı Vicdan
-Cesaret: Olgunluğun Erdemi
-Zamanın Ötesindeki İnsan
Kitap genel olarak üç bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde modern çağın sebep olduğu vaziyetler üzerinde durulmaktadır. May, insanların hayatta karşılaştıkları belli başlı sorunların olduğunu dile getirir. Bu sorunlar genelde mutsuzluk hissi, anlamsızlık, geleceğine yönelik planlar verememe ve hayatlarına hükmetmiş bir umutsuzluk… Bu belirtilere yol açan asıl sorun ise kaynağını dönem dönem değiştirmiştir. Mesela yirminci yüzyılın başlarında bu sorunların ortak nedenini Sigmund Freud incelemiştir. Ona göre hayatın içgüdüsel ve cinsel yanlarını kabullenmekte zorlanan insan bu süreci insanların kendi içinde yaşadığı iç çatışmayla bağdaştırmıştır. 1920’lerde Otto Rank, psikolojik problemlerin nedenlerinin aşağılık ve suçluluk duygusundan beslendiğini ileri sürmüştür. 1930’larda ise ‘kim kimden daha üstün’ düşüncesinden doğan rekabete bağlanmıştır. Peki kitabın yazıldığı dönem olan yirminci yüzyılın ortalarındaki sorun neydi? Bu sorunun cevabını yazar, boşluktaki insanlarla açıklamıştır. Kitapta öncelikle irdelenilen konuda budur.
İnsanlar için aslında ”boş’ ya da ”dolu” diye söz etmek doğru değildir. Burada bahsedilen boşluk hissi, kaynağını insanın yaşamıyla ilgili hiçbir şey yapamayacak kadar kendisini güçsüz bulmasından alır. Kişinin yılların birikimi ile hayatına yön verme, başka insanların ona olan davranışlarını değiştirmesi yahut içinde bulunduğu dünyada bir şeyler yapacak gücünün olmadığına dair düşüncelerinin sonucu oluşur. Bir nevi bu kavram, bireyin isteklerini ve hislerinin anlamamasını ifade etmektedir. Aslında birey için tehlikeli sorunlara neden olabileceği gibi bireye umutsuzluk da verebilmektedir. Boşluk hissini besleyen bireyin kendisidir. Birey kendi geleceğini yönlendiremeyeceği düşüncesine kapıldığı zaman onun için artık arzularının veya isteklerinin bir öneminin kalmadığına inanır ve boşluk duygusunun içine hapsolur. Bu duyguya eşlik eden bir durum ise ”yalnızlık” hissidir. Çoğu kişi yalnızlığı her şeyin dışında kalma, dışa itilme ya da ortamda olup bitene yabancı kalma gibi benzetmelerle ifade etmektedir. Temel nedeni ise toplumun sosyal kabul görmeye verdiği değerdir. Bireylerin yalnız kalma/yalnız olma düşüncesinden bile korktuğu vurgulanmaktadır. Yalnızlık ve boşluk her zaman yan yanadır. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; bir kadını hayal edelim. Bu kadın iç dünyasında sorunlar yaşıyor olsun ve tam olarak sorununun ne olduğunu bilemediği zaman endişeye kapılır ve çareyi etrafındaki insanlarla bağlantı kurarak arar. Çünkü çevresindeki insanlar onun için bir umuttur. O, bu insanlarla en azından yalnız olmadığını kanıtlayacağını umar. Örnekte verilmek istenen asıl mesaj, yalnızlık ve boşluk duygusunun aynı zamanda endişe halinin değişik aşamasını oluşturuyor olmasıdır. Sosyal yaşam içerisinde aktif olan birey bu korkuyu taşımamakta ve aktif olmanın vermiş olduğu gücü de hayatında hissetmektedir. Bence burada sorulması gereken soru bireyin yaşamda ne kadar aktif olmak istiyor olmasıdır. Kimse bunu düşünmez çünkü. Benim aktif olmamam her zaman endişe duygusuna davetiye mi çıkartıyor yoksa bu durumun toplumun ön yargıları mı oluşturuyor? Bu önemli konuların ardından, benlik üzerindeki tehditler ve endişeden bahsederek endişenin yenilmesi için yapılması gereken yapıcı roller üzerinde durulmuştur. Endişe; hazırsızlık ve afallama hissidir. Örneğin; yolun ortasında karşıdan karşıya geçerken bir arabanın süratle üzerinize geldiğini düşünün. Bu durumda kalp atışınız hızlanır, algılayışınız keskinleşir, yeniden enerji ile dolarsınız ve tehlikeyi atlatma yolunda gerekeni yaparsınız. Buna karşın endişelendiğinizde ve tehlikede olduğunuzda ne yapacağınızı düşünemezsiniz. Şaşkın olma, afallama sürecine girersiniz. Algılarınız keskinleşmek yerine daha bulanık bir hale girer. Endişenizi yok edecek olan kişi sizsiniz. Burada endişe için bahsedilen kişinin benlik bilincini yok ediyorsa bizlerinde yapması gereken şeyin kendi benliğimizin farkında olması ve onu yok etmesi gerektiği vurgulanır. Çünkü insan kendisinin farkına varırsa, eksiklerini giderip kendine sığınabileceği bir ağaç yaratırsa onun meyvelerini bu durumdan kurtulmakla yiyebilir. Kitabın devamında biz okuyuculara çağımızı ”endişe ve boşluk” haline getiren değişikliklerin ne olduğundan da bahsediliyor. Bunları “toplumsal değer yargılarının çöküşü, benlik kavramının yitirilişi, kişisel iletişim dilimizin yitirilmesi, tabiat ile insan arasındaki bağın kopması, trajedi hissinin yitirilmesi” olarak beş temel kategori üzerinde incelemiştir. Bu başlıklara ithafen benlik duygusu üzerinde durmaktadır. Çünkü benliğini kaybeden insanın aynı zamanda doğayla olan bağlantısını da koparacağını söyler. Bu da gösteriyor ki, bizi benliğimizden uzaklaştıran her şeye karşı koymamız ve iç deneyimlerimizi anlamlandırabilmemizle kurtaracaktır. Bu bölümde verilmek istenen genel amaç aslında budur. Bizleri bu kaostan çıkartmaya, bunu yenmemizi sağlayacak yolları okuyanlara göstermek.
Kitabın ikinci bölümünde ise May, iç dünyamız olan benliğimizi yeniden keşfetmemiz için gereken fikirlerini dile getirir. Bununda bedenimizin farkında olarak çözüme kavuşacağını söyler. Benlik bilinci kavramını “kendini sanki dışarıdan görebilme yetisi” olarak açıklar ve bunun insana özgü olup bizleri diğer canlılardan ayırdığını belirtir. Benlik kavramı, bir başka ifadeyle kişinin kendi özünü algılama biçimidir. Sosyalleşme sürecinde başkaları ile iletişimi ve etkileşimi sonucu oluşturduğu, kendine ilişkin olumlu ya da olumsuz algılarıdır. Kitapta bu bilincin insanın en mükemmel özelliği olduğundan bahsedilir. Ben ve dünya arasında bağlantı kurabilme yeteneği olduğu söylenir. Neden mi? Bu durumu açıklayalım;
Çünkü insanlar hayatları boyunca başkalarının söyledikleri sözleri çok önemsiyor ve bu duruma inanarak yaşamlarını geçiriyorlar. Güzel, zeki, iyi bir insan olarak tanınmak istiyorsan, görüşlerine bağımlı olduğun insanlar için sürekli kendinden ödün vermek zorunda olacaksın. Fakat bu durumda unuttukları bir sorun ortaya çıkıyor. İnsanlar farklı… Herkesin senin hakkında bir düşüncesi var ama bu düşünceler her zaman birbiriyle uyuşmak zorunda değil. Düşüncelerin birbiriyle çelişmeye başladığı zaman benlik bilincini ortaya çıkaracak kişinin sen olduğunu anlarsın. Dünya ile bağlantı kurar, geçmişini anımsarsın. İşte tam olarak bu durumda kişinin benliğini yeniden inşa etmesi başlar. Gerçek potansiyeline ancak bu durumu çözüme kavuşturarak ulaşabileceğine inanırsın. Bu durumu yaşayan kişi bence ilerlediği bu yolda bile başarı basamaklarının çoğunu tırmanmıştır. Bu bilincin, birey olma deneyiminin ise daha çocukluğun ilk yıllarında anne ve babasıyla olan ilişkilerinin yapısı çerçevesinde meydana geldiğini ve yetişkinlikte bu yapıda bozulmalar olduğuna dikkat çeker. Benlik bilincinin insana empati kurma becerisini de kazandırdığını dile getirir. Bu durumu bireyin psikolojik özgürlüğünün diğer insanlarla kurduğu iletişime bağlar ve bu kapsamda başkalarını sevebilmek için kendimizi sevmenin bir ön şart olduğunu söyler. Kendine aşırı düşkün insanların ise derinlerde kendinden nefret ettiklerini vurgular. Yaratıcılığı da benlik bilinciyle bağdaştırıp benlik bilincinin arttığı yerde yaratıcılığın da artacağını vurgular.
Üçüncü bölümünde ise benliğimizle bütünleşmemiz üzerinde duruluyor. Özgürlük kavramının ne olduğunu anlatmakla kalmayıp özgürlüğün ne olmadığının da üzerinde duruyor. ”Özgürlükle, benlik bilincini yan yana koyarsak, bireyin benlik bilincinden uzak olduğu oranda bağımsızlığını yitirdiğini anlarız.” diyerek özgürlük kavramını anlatmaktadır. Hayatın gerçekleriyle ilişki kurabildiğimiz zaman ve kendi benliğinin farkına varan insanların özgürlüğü yaşayabileceğini yazmıştır. Benlik bilincinin ortaya çıkışını ise Adem ve Prometheus hikayesini temel alarak açıklıyor. Bu hikayede Cennet Bahçesi her şeyin yolunda gittiği, rahat, sıcak bir ortamıyla anne karnının güvenini sembolize ederken masumiyet çağına benzetir. Tanrı buyruğuna uymayan Adem ile Prometheus’un ise çeşitli cezalara tabi tutulduğunu belirtir. Böylece kötülükler dünyaya hakim olur ve insanlar bu kargaşanın içerisinde kendilerini bulur.
”Yaratıcı Vicdan ”adlı bölümünde ise hayatımızı yönlendiren değerlerin nasıl yapıcı bir biçimde seçilmesi ve onaylanması gerektiğini tartışmaktadır. Vicdan kavramı, içimizdeki adalet mekanizmasıdır. İnsanın kendi kendine verdiği kararları denetleme ölçüsü, bir iç sesidir. Bu iç ses diğerlerinin iç sesiyle uyumlu olmayabilir. Burada bizim bireysel yargı ve kararlarımız söz konusudur. Oluşumu toplumun öz yargıları neticesinde şekillenir. Yargılarımızın ise yaşadığımız çağla bağlantılı olduğunu söyler. Yaratıcı bilinç konusunda, insanın din ve yaratıcı ile arasındaki ilişkisine odaklanır. Freud ‘un aksine May, dini inancın bireyin gelişimi üzerinde olumlu etkilere sahip olduğunu ifade eder. Bence dini inancı psikoloji disiplini açısından yeniden yorumlamıştır. Bireyin kendi inançlarını savunmasını ister. Cesaret kavramına da yer vermiştir. Cesaret, bireyin özgürlüğünü elde ettikçe ortaya çıkan endişeye karşı koyma kapasitesidir. Ebeveyne olan bağımlılıkta yeni bir bağımsızlık ve entegrasyon düzeyine geçme; ayırt edebilme isteğidir. İnsanın endişe çağında cesaretin en gerekli olduğu zamanda onunla yüzleşmek gerektiğini anlatmıştır. Cesaret kaybına sebebiyet veren ebeveyn tutumlarından da bahsedip ailelerin kimliğine bürünenlerin boşlukta olduğunu vurgulamıştır. Kitabın son bölümünde geleceğin değerini anlayabilmemiz için şimdiki zamanı kabullenmenin gerekliliğinin üzerinde durulmuştur. Gerçek potansiyelimizi sonsuzluğa taşımayı ancak bizi biz yapan kimliğimizden yola çıkarak başarabileceğimizi belirtmiştir. Yaşamdan tatmin olmak için hayatı özgürce, dürüstçe ve sorumluluk yüklenerek yaşamaktan geçtiğini ifade etmiştir. Genel olarak geleceğe umutla bakabilmemizin kendi elimizde olduğu anlatılmaktadır.
Sonuç olarak diyebilirim ki May’ın ”Kendini Arayan İnsan” kitabı insanı farklı yollarla ele alarak yolunu kaybetmiş insanlara kimliklerini bulmaları için yardımcı olabilecek faydalı kitaplardan biridir. İnsanı ve yaşamı sıkışıp kaldığı durumdan kurtarmak için sorunlarının farkına varmasını sağlamakla kalmayıp bunlara çözüm yolları da üretiyor. Bizi gerçeklerle yüzleştirip kaygılarımızın üstesinden gelmemize olanak sağlıyor. Bu savaşı kazanabilmemizi içimizdeki güce bağlıyor. Bu gücü kendinde aramaya çalışan, hayata farklı bir gözle bakmak isteyen herkese önerebileceğim bir eser.
Keyifle Okumalar…
Bu yazı Ebe Zehra Türköz ile birlikte hazırlanmıştır.
Esere Ait Bilgiler:
Orijinal Adı: Man’s Search For Hımself
Yazar: Rollo May
Çeviri Yazarı: Ayşen Karpat
Yayına Hazırlayan: Nil Gün
Kapak: Argüman
Baskı: Ceylan Matbaacılık
Baskı Yeri: İstanbul
Yayın Tarihi: Eylül-2019
Yayınevi: Kuraldışı Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 266