Yasemin Kamalı’nın 2018 yılında “Kadınların Vajinismusla İlişkili Deneyimlerinin Nitel Yöntemle İncelenmesi” isimli yazdığı yüksek lisans tezinden alınan verilere göre:
Vajinismus, sosyokültürel açıdan ele alındığında kadının, cinselliğini toplum ve kültür çerçevesinde öğrenmesi, cinsel eğitimi, toplumsal değerleri, tutumları, mitleri, yanlış dini inanışları ve eş ilişkileri gibi faktörleri ön plana çıkartmaktadır. Vajinismusun ülkemizde sıklıkla görülmesinde cinsel eğitimsizliğin, kadınların kendi cinsel organlarını tanımamalarının, bekaret kavramına verilen abartılı önemin, hamile kalma korkusunun, cinsel deneyimin aşamalı gelişmeyip doğrudan cinsel birleşme ile başlamasının ve genel cinsellik anlayışımızdaki mitlerin rolü olduğu ortaya konmuştur.
Kültür
Kültür olgusu tek başına, toplum içerisindeki bireyin davranışını, yaşam şeklini ve bir topluma yönelik ortak olan gelenekler, değerler, örf-adetler, alışkanlıklar, algılar ve inançlar tarafından şekillenen cinsiyete yönelik tutumlarını belirlemekte ve toplum içerisindeki bireyin duygularını şekillendirmektedir. Cinsel davranış ve inançlar da kültürel ve sosyal etkilerle şekillendiğinden, cinsel işlev bozukluklarında (CİB) da kültürün etkisi görülmektedir. Bunlar dışında cinsiyete yönelik tutumlar ve cinsel aktivitenin algılanan rolü de kültürel değerlerden güçlü bir biçimde etkilenmektedir.
Toplumsal sistem içindeki kültürel yapı, insan ilişkilerini kapsayan bütüncül bir sistem görünümüne sahip olsa da bireyin yaşadığı ilişkiler ve roller bu bütüncül sistem içinde kategorize edilmiş durumdadır. Cinsiyet rollerini de belirleyen bu kategoriler gelenek ve göreneklere dayalı yasalarla sözsüz olarak belirlenmiştir. Bu yasalar bireylerin toplum içinde nasıl kadın ve erkek olacağını inşa etmektedir. Bireyler doğumdan itibaren bu inşa sürecinin nesnesi haline gelmektedir. İlerleyen yıllarda da toplum tarafından kültürle şekillenen ve biyolojik cinsiyet etrafından getirilen cinsiyet rollerinin üyesi haline getirilmektedir. Üyesi olunan bu roller kadın ve erkeğe yönelik tanımlamaları, bunlara ilişkin imajlar, davranış kalıpları, cinsiyete dair kimlikler, cinslerin birbirlerine karşı olan ilişki biçimlerini, tutumlarını, evlenme adetlerini, aile tiplerini, güzellik anlayışlarını ve giyim biçimlerini de içine alan çok geniş bir alanı ifade etmektedir. Sözsüz konulan bu yasaların yazılı bir metni olmamasına rağmen bireyler üzerinde varoluş etkisi oldukça büyük ve önemli bir yer kaplamaktadır. Toplumsal yasanın minimal bir kesimi olan baba ve yasasının korunumu ve uygulanışı annenin söyleminde anlam bulmaktadır. Kız çocuk cinsiyet rollerini annesinden daha sonra toplum içerisinde yer alan diğer tüm kadınlardan model alarak oluşturmaktadır. Kurallar ve roller yazılı olmasa da sözle ifade edilemeyen her model, kız çocuğunda yazılı birer yasaya dönüşmektedir.
Elçi (2010) bireylerin toplum içine kadın ve erkek olarak doğduğunu fakat aslında cinsiyetin değil cinsiyet rollerinin içine doğduğunu ifade etmiştir. Toplumun bakışında kadın ve erkeğin nasıl olması ve davranması gerektiğini belirleyen cinsiyet rolleri beraberinde kadına da toplumdaki yerinin ne olduğunu belirtmektedir. Bu roller her toplumda ve her dönemde farklılaşmasına rağmen bazı noktalarda da benzerlik göstermektedir. Toplumlara dair olan bu cinsiyet rollerinin ne olduğunu anlayabilmek ve onları kavramsallaştırabilmek, kültürün zaman içerisinde nasıl ve ne şekilde evrildiğini anlamak ile mümkün olmaktadır.
Cinsiyet rollerinin içeriğine bakıldığında, erkeksilik etkinliğe dair konumlamalarla eşleşirken, kadınsılığa dair olan her şey edilgenlik üzerinden tanımlamaktadır. Bu durumu sosyal hayattaki kadın-erkek hak eşitsizliği üzerinden daha net bir biçimde görebilmekteyiz. Kadın ve erkek cinselliği yaşama ve bilme üzerinden bile eşit olmamaktadır. Ataerkil kültüre sahip toplumlara bakıldığında da cinsellik, erkeğe özgü bir hak olarak konumlanmakta ve cinsel ilişkiyi başlatmak ve sürdürmek erkeklere ait bir görev olarak tanımlanmaktadır. Kadın bu eşitsizliğin getirdiği mağduriyetler üzerinden nesne olmakta, özne olmaya evrilmesi de zaman almaktadır. Bunun dışında kültürel olarak belirlenmiş toplumsal cinsiyet rolleri, farklı cinsiyetteki partnerler arasındaki ilişkileri ve kültürel değerleri, cinsel çeşitliliğe yönelik tutumları etkilemektedir. Toplumsal baskılar, cinselliğin ayıp, günah, tabu olarak görüldüğü geleneksel yetiştirilme nedeniyle kültürler bireylerin bilişsel gelişimini, dünya görüşlerini ve açıklayıcı duygusal bozukluk görünüşlerini de etkilemektedir. Kültürlerarası cinsel işlev bozukluğuna ilişkin epidemiyolojik veriler yetersiz olsa da toplum içerisinde cinsel rahatsızlıkların yaygınlığında kültürler arası farklılıkların olduğu görülmüştür.
Geçmişten günümüze uzanan kadın cinselliğinin bastırılması, penis ya da yabancı bir cismin girişine karşı vajinanın kapalı tutulması anlamına gelen “bekarete” hem doğu hem batı kültüründe uzun yıllar boyunca büyük önem verilmiştir. Bu sebepten dolayı bazı çalışmacılar, vajinismusun “vajinal alıcılığın bastırılmasına karşı bir tepki olabileceğini ve kültürel bir probleme bağlı tıbbi bozukluk” olarak sınıflandırılabileceğini ifade etmiştir. Günümüzde batı ülkelerinde evlilik öncesi bekarete verilen önemin azalması, çocuk yetiştirmede demokratik ve bağımsız anne modelinin savunulması; vajinismusun doğu kültürlerine oranla batıda daha az görülmesinin nedenleri olarak görülmektedir. Bu görüşü destekler nitelikte olan Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği’nin (CETAD) 2006 çalışma raporu sonuçlarında da vajinismus vakalarının Türkiye’de %50, batı ülkelerinde ise %10 olduğu ifade edilmiştir. Bu sonuçlar bize Türk kültürünün, kadının cinselliği ve bunun üzerinden yaşadığı problemler üzerinde etkisi olabileceğine işaret etmektedir. Çünkü cinsel ilişki ve buna dair inançlar, kültürden ve sosyal çevreden oldukça etkilenebilmektedir. Bu nedenle cinsel işlev bozukluklarının yapısında kültürün etkileri görülmektedir. Bir başka deyişle bireylerin içinde yetiştiği ve yaşadığı aile, yakın çevre ve toplumsal yapı, gelenekler, dini inançlar ve ahlaki tutumlar cinsel tutum ve davranışlarımızı belirleyen önemli etmenlerdir.
Bazı muhafazakâr dini yetiştirme biçimlerinde özellikle evlilik ilişkisi dışındaki cinsellikten zevk alınmasına olumsuz ve kötü gözle bakılmaktadır. Bireyler çocukluklarından beri bu yetiştirme biçimine maruz kaldıkları için cinselliğe olumsuz anlamlar yüklemektedir. Özellikle kadınların cinsel düşünce yapılanmalarında aynada kendine çıplak bakmanın günah olduğu ve cinsel birleşmenin sadece çocuk yapmak amacıyla katlanılması gereken bir durum olduğuna dair olumsuz inançlar yer almaktadır.
Yukarıdaki bölümde ele alınan görüşler kadına hep cinsiyetin diğer tarafından bakmaktadır. Freud da bunu destekler biçimde, kadının ne olduğunu anlatmanın zor olduğunu ve ancak yetkin kadın meslektaşların bunu aydınlatabileceğini söylemiştir. Kadın psikanalistlerin yanı sıra son otuz beş yıldır devam eden feminist hareketlerin sonucunda feminist bakış açısı ortaya çıkmıştır. Bu bakış, kadını ya sadece cinsel meta nesnesi olarak ya da tüm erotiklikten arındırılmış anne konumuyla değerlendiren ataerkil toplum bakış açısına bir başkaldırıdır. Bu sebepten dolayı da tedavilerde cinsel birleşmeden ziyade kadının bedenini keşfine, gücünü bulmasına ve cinsel ilişki çerçevesinde konum almasını sağlamak hedeflenmektedir. Böylece toplum içerisinde kültür etrafında gelişen feminist görüşe göre kadına dair bakış değiştikçe, kadının da kendine olan bakışı değişecektir.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Kamalı, Y. (2018). Kadınların Vajinismusla İlişkili Deneyimlerinin Nitel Yöntemle İncelenmesi. İstanbul Arel Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com