Hepimiz zaman zaman baş edemediğimiz, üstesinden gelemediğimiz şeyler yaşarız. Kör kuyuda yapayalnız kalmış gibi hissederiz. Böyle zamanlarda kapı aralığından sızan ve içimizi ısıtan ışık süzmesi misali birine ihtiyaç duyarız. Omzuna yaslanıp ağlayabileceğimiz, ellerinden güç alacağımız birileri sayesinde toparlanır, yeniden ayağa kalkarız. Lafın kısası, kabul etmesi zor da olsa sosyal varlıklar olduğumuz için sosyal desteğe, ilgiye muhtacız. Başka birinin, ötekinin varlığı, sevilme duygusu birçok kişinin içten içe özlemini çektiği yaşantılar kanımca. Kendi adıma, “ben kendi kendimle de mutlu olabilirim, bir başkasına ihtiyacım yok” desem de ötekinin varlığı beni hep daha iyi hissettirmiştir.
Yukarıda bahsettiklerimin özelinde pazar gününe yakışır sıcacık bir film önermek istiyorum sizlere. Filmin ismi başlıktan da anlaşılacağı üzere; Lars and the Real Girl. 2007 yılı ABD yapımı bu filmde ötekilerle yakınlık kurmaktan kaçınan, sosyal açıdan kısıtlı, küçük bir kasabada yaşayan Lars isimli kişinin yaşamına tanıklık ederiz. Lars karakteri abisinin eşiyle birlikte kaldığı evin müştemilatında yaşar, düzenli olarak gittiği bir işi vardır ve her pazar kilisedeki ayine katılır. Filmin ilk dakikalarında öğrendiğimize göre Lars’ın anne ve babası bu hayattan göçmüştür; Lars onların eşyalarını kullanarak bir nevi onları yaşatır. Bunların dışında Lars yalnız kalmayı tercih eder ve ne iş arkadaşlarının ne de abisi ve eşinin sosyalleşme tekliflerine cevap verir ta ki bir gün internetten kadın ölçütlerinde ve görünümünde bir oyuncak bebek sipariş edene kadar. Bu bebeğin gelişiyle Lars onu komşularına ve ailesine Brezilya’dan gelmiş aşırı muhafazakâr bir sevgili olarak tanıtır. Lars’ın yaşadığı bu küçük kasabada herkes büyük bir şok yaşasa da ailenin doktorunun önderliğinde herkes bu bebeğe gerçekmiş muamelesi yapmaya başlar ve içten gelen sevgi, şefkat ve desteğin bir kişiyi nasıl iyileştirebileceğine tanık oluruz. Sırf onun misafiri olduğu için sevgilisine özel ihtimam gösterildiğini, el üstünde tutulduğunu gören Lars o küçük kasaba topluluğunun bir üyesi olduğunu, o topluluğun içinde onun da bir değeri olduğunu sonuna kadar hisseder.
Ryan Gosling hayranlığım dolayısıyla konusuna dahi bakmadan izlediğim bu filmden aşırı derecede etkilendim ve tek izlemeyle yetinemeyip dönüp dolaşıp bu filmi izlemek gibi bir huy edindim. Girişte bahsetmeye çalıştığım sosyal desteğin ne kadar önemli olduğunu bu filmde gördüm. Bir insanın yaşamı için yapabileceğiniz küçücük bir dokunuş bile onun yaşamında birçok güzel değişikliğe yol açıyor. Onun daha iyi hissetmesine, birey olarak değerli olduğunun farkına varmasına yardımcı oluyor. Açıkçası hemşire olarak özellikle sağlık çalışanlarının böyle bir gücü olduğunu düşünüyorum. Sağlığını yitiren, rol değişimi yaşamak zorunda kalan, kendini çaresiz hisseden kişilerin fiziksel olarak hastalıklarını iyileştirmeye çalışırken öte yandan da bir güler yüz, şefkatli bir ses tonuyla bile büyük farklar yarattığımıza kısacık iş hayatımda birçok kez tanık oldum. İçtenlikle yaklaştığım, büyük bir özveri ve anlayışla sadece sorunlarını dinlediğim her hastamın kendini daha iyi hissettiğini, karşılık olarak bir mandalina dahi olsa verme telaşına düştüklerini gördüğümde “iyi ki bu mesleği yapıyorum.” diyorum. Yazımı bitirirken, iyi ki şefkatli, merhametli ve anlayışlı sağlık çalışanları var demek istiyorum ve buradan doktorların, hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyorum. Şiddetsiz, huzurlu günlerde çalışmak dileğiyle hepiniz iyi ki varsınız!
Gönderinin Yazarı
Psikiyatri Hemşireliği yüksek lisans öğrencisi. Yoğun bakım hemşiresi. Müziğe aşık. İnsan beyninin gizemlerine hayran. Gelip geçici bir insan.
E-posta: hazalsevindik@hipokampusakademi.com