“Kadınların tarihi her şeyden önce, baskı altına alınışlarının ve bunun gizlenişinin tarihidir” diyor, Andrée Michel. Biz kadınlar tarih boyunca bastırılmış çığlıklarımız, hapsedilmiş duygularımız, sineye çekilmiş yaralarımızla var olmaya çalıştık… Kadın egemenliğinin önündeki en büyük engel olan fallokrasi (penis egemenliği) yani fallusun sembolik gücünün kadınlar üzerindeki egemenliğini ifade eden erkek merkezci sistemin tüm kurumsal ve ideolojik olanakları kullanmasıyla patriyarkal (ataerkil) toplumlar yaratması toplumsal cinsiyetçiliği de beraberinde getirmiştir.
Toplumsal cinsiyetçilik, literatürde kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik özellikleri, sosyal olarak yapılandırılmış rol, sorumluluk ve davranışları olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet kavramının tanımında biyolojik farklılıklar yoktur. Kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili değerler, beklentiler, yargılar ve roller bulunmaktadır. Biyolojik cinsiyetin toplumsal cinsiyete dönüşmesinde dönüm noktası, toplumsal yaşamın ortak alan ve mahrem alan biçiminde ayrılması ve mahrem alanın kadın merkezli olarak tanımlanmasıdır (Coşkun ve Özdilek, 2012). Bu dönüşüm sonucunda kadının yaşamı hane içi ile sınırlanmakla kalmamış, “aile namusu” nu korumakla da yükümlü kılınmıştır. Kadın, namusun kendisi; toplum ise bekçisi konumundadır. Kadının vajinası toplumun en büyük sorunu haline gelir. Toplum kadını kendi kılıfları, kalıpları dahilinde tanımlayıp durur. Kadının ne giyeceğine, nasıl konuşacağına, nasıl güleceğine, rahmini nasıl kullanacağına kadar hükümler verir. Toplum kadını sorgulamayı, yargılamayı kendine hak olarak görür.
Andrée Michel, kadınların durumunu değerlendirirken, içinde yaşadıkları çağın ve toplumun erkekleriyle bir karşılaştırma yapmak, bu erkeklerin elindeki iktidarı ve ayrıcalıklarını göz önünde bulundurmak gerektiğini vurgular. Güçsüzleştirilmiş toplumlardaki kadınların hak arayışı her defasında erkek iktidarı tarafından baltalanır.
Günümüzde kadın cinayetleri adı altında geçen zorbalıkların sorumlusu toplum ve işlenmeyen adalet sistemidir. Kadın her türlü şiddete maruz kalırken, toplum bu cinayetlere kılıf bulma arayışı içindedir. Ne yazık ki “kadın kadının kurdudur” metaforu da bu bağlamda güç kazanır. Kadın biyolojik cinsiyetinin kurbanı değil toplumsal cinsiyetin kurbanıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı bu açıdan büyük öneme sahiptir. Fırsatların, kaynakların ayrılması ve kullanılmasında, hizmetlerin elde edilmesinde bireye cinsiyeti nedeniyle ayrımcılık yapılmamasını ifade eden toplumsal cinsiyet eşitliği; diğer bir tanıma göre, cinsel eğilimi ya da kimliğine bakılmaksızın her yaşta ve özellikte farklı kadın ve erkek grupları arasında eşitlik, sosyal anlamda fırsatlar, kaynaklar ve ödüllerden, haklardan tamamen eşit biçimde yararlanması olarak belirtilmektedir. Birey cinsiyetinden bağımsız olarak bütün insanî haklara sahiptir.
Aile içinde başlayan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kültürel değerler aracılığıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğine onay veren kız ve erkek çocuklar yetişmesine sebep olur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en temel belirleyicileri; öğrenim, gelir, meslek ya da yapılan iş olarak ele almak mümkündür (Coşkun ve Özdilek, 2012).
Toplumsal Cinsiyet Temelli Eşitsizlik Alanları
- Haklarda eşitsizlik (mülk paylaşımı ve yönetimi, iş ve gelir durumu),
- Kaynaklar ve kullanımında eşitsizlik (eğitim, iş, toprak),
- Ekonomik faaliyet alanında eşitsizlik (istihdam, düşük ücret, meslek seçimi, mobbing, kötü koşullarda çalışma)
- Sağlık ve bağlantılı hizmetlere erişebilme ve kullanabilme eşitsizliği (kız çocukları bağışıklama, tedavi alma yetersizliği, doğum öncesi, anı ve sonrası bakım alamama),
- Şiddet, taciz-tecavüz ve istismar (kız çocukları ve kadınlara karşı aile içi ve dışı şiddet, kadın sünneti, töre ve namus cinayeti, ensest, paralı seks),
- Kamusal yaşam ve siyasal alanda eşitsizlik (seçme ve seçilme hakkı, kamu ve yerel yönetim ile parlamentoda temsil yetersizliği)
Güçlü kadınlar, güçlü toplumları doğurur.
Kaynakça ve İleri Okuma:
- Coşkun A, Özdilek R (2012). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sağlığa Yansıması ve Kadın Sağlığı Hemşiresinin Rolü. Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma Dergisi;9 (3): 30-39.
Andreée Michel, Feminizm, İstanbul, 1984
Toplumsal cinsiyet konusunda çok dokunulmayan alanlar var ve bu alanlara dokunmadan, bu sorunun kolaylıkla çözülebileceği kanaatinde değilim. Biz toplumsal cinsiyet yapanlar ile mücadele ediyoruz, toplumsal cinsiyeti besleyen zihniyet ile değil. Toplumsal cinsiyeti besleyen kültür, gelenek, görenek, adet, ritüeller, inanışlar devam ettikçe, bu tür sorunları daha çok yaşarız diye düşünüyorum.