Yaptığımız şeyleri neden yapıyoruz? “Kendimizi tanımak” için yaptığımız en iyi çalışmalara rağmen gerçek şu ki, şaşırtıcı bir şekilde kendi zihnimiz hakkında çok az şey biliyoruz ve başkalarının düşünme biçimi hakkında da daha az şey biliyoruz.
Psikologlar, dünyayı nasıl algıladığımızı ve davranış motivasyonumuza ilişkin görüşlerimizi uzun zamandır araştırmışlardır. Bu gizemli örtüyü kaldırmada muazzam ilerlemeler kaydettiler. İşte kendinizi anlamanın yollarını değiştirebilecek 4 klasik psikolojik çalışma.
- Hepimizin İçinde Bir Miktar Kötülük Kapasitesi Var
Psikoloji tarihinde tartışılan en ünlü deney olan 1971 Stanford Cezaevi Çalışması, sosyal durumların insan davranışını nasıl etkilediği üzerine bir bakış açısı getirdi. Psikolog Philip Zimbardo liderliğindeki araştırmacılar, Stanford psikoloji binasının bodrumunda sahte bir hapishane kurdu. Mahkum ve gardiyan gibi davranacak 24 lisans öğrencisi (sabıka kaydı olmayan ve psikolojik bakımdan sağlıklı görülenler) seçildi. Ardından araştırmacılar, gizli kameraları kullanarak tutsakları (hücrelerde 24 saat kalması gereken) ve gardiyanları (sekiz saatlik vardiya paylaştı) gözlemledi.
İki hafta sürmesi planlanan deney, gardiyanların tutsaklara kötü davranışları – bazı durumlarda psikolojik işkenceye maruz bırakmaları ve mahkumların sergilediği aşırı duygusal stres ve kaygı – nedeniyle sadece altı günün sonunda kesildi.
“Gardiyanlar, mahkûmlara karşı saldırılarını artırdılar, çıplak bıraktılar, başlarına karton poşet geçirdiler ve nihayetinde daha aşağılayıcı cinsel aktivitelerle uğraştılar” diyen Amerikan bilim insanı, “Altı gün sonra araştırmayı bitirmek zorunda kaldım çünkü kontrolden çıkmışlardı. Gardiyanların, mahkumlara ne yapacağını merak etmeden geceleri gerçekten uyuyamadım.”
- Önümüzde Ne Olduğunu Fark Etmiyoruz
Çevrenizde olanları gerçekten bildiğinizi düşünüyor musunuz? Düşündüğünüz kadar farkında olamayabilirsiniz. 1998’de Harvard ve Kent State Üniversitesi’nden araştırmacılar, yakın çevrelerinde olanları, insanların ne kadar fark ettiğini belirlemek için okul yerleşkesindeki yayalarla deney yaptılar. Deneyde araştırmacılar tarafından ayarlanan bir oyuncu, bir yayaya adres tarifi sordu. Yaya adres tarif ederken, büyük ahşap bir kapı taşıyan iki adam, oyuncu ile yaya arasından birkaç saniye boyunca birbirlerini göremeyecek şekilde aralarından geçti. O arada, oyuncunun yerini farklı bir boyda, kıyafette, saçta ve seste başka bir oyuncu aldı. Yayaların yarısı bu değişikliği fark etmedi.
Görsel uyaranın bir değişiklik tanıtıldığında ve gözlemci bunu fark etmediğinde oluşan değişim körlüğü fenomeninin ilk ortaya atıldığı deneylerden birisiydi.
- Hazzı Ertelemek Zordur Ancak Erteleyebilenler Daha Başarılıdır
1960’lı yılların sonlarında ünlü bir Stanford deneyi, okul öncesi çocukların anlık hazzın cazibesine karşı koyabilme yeteneklerini test etti. Deney, irade ve öz disiplin konusunda bazı güçlü bilgiler verdi. Deneyde, dört yaşındaki çocuklar önlerindeki tabakta bir adet marshmallow olan bir odaya yerleştirildiler. Çocuklara, isterlerse bir adet marshmallowu şimdi yiyebileceklerini ya da araştırmacıyı 15 dakika beklerlerse, araştırmacı geldiğinde 2 adet marshmallow yiyebilecekleri söylendi.
Çoğu çocuk bekleyeceklerini söylese de, araştırmacı geri dönene kadar yememek için oldukça direnç gösterdiler. Çocuklar 15 dakika beklerken kafalarını başka yöne çevirmek ve elleriyle gözlerini kapatmak gibi çeşitli kaçınma davranışları gösterdi. Çocukların davranışlarının sonucu anlamlıydı: Ergenlik dönemine kadar hazları ertelemeyi başaranlarda; obez olma, uyuşturucu bağımlılığı veya davranış problemleri yaşaması diğerlerine göre çok daha azdı.
- Derin Ahlaki Çatışmalar Yaşayabiliriz
Yale Üniversitesi psikoloğu Stanley Milgram’ın ünlü 1961 çalışması, insanlardan başkalarına zarar vermesi istendiğinde otorite figürlerine ne kadar itaat edeceklerini ve kişisel ahlak ile otoriteye uyma zorunluluğu arasındaki iç çatışmayı (oldukça endişe verici biçimde) test etti.
Milgram, Nazi savaş suçlularının soykırım döneminde ağza bile alınamayacak eylemleri nasıl sürdürebildiğini incelemek için bu deneyi yapmak istedi. Bunu yapmak için, biri “öğreten”, diğeri “öğrenen” olarak addedilen bir çift katılımcıyı test etti. Öğretene, öğrenenin her yanlış cevabında öğrenene elektrik şoku vermesi talimatı verildi. Öğreten, öğreneni diğer odada zannediyordu ancak gerçekte elektrik şok verilmiyordu. Bunun yerine Milgram, öğrencinin acı çektiği gibi ses çıkaran ses kayıtları çalıyordu. Eğer “öğreten” durmak istediğini ifade ettiyse, deneyci ona devam etmesini sağlayacak şekilde kışkırtıyordu. İlk deneyde, katılımcıların yüzde 65’i acı verici, son şiddette 450 voltluk bir şok uyguladı ancak bunu son şiddette yaparken bile birçoğu gözle görülür derecede bunu yapmaktan rahatsızlık duyuyordu.
Çalışma, yaygın olarak otoriteye körü körüne itaat etmesi yönünde bir uyarı olarak görülürken, Scientific American son zamanlarda bu konuyu tekrar irdeledi ve sonuçların derin ahlaki çatışmalar hakkında daha fikir verici olduğunu savundu.
Michael Shermer, “İnsanın ahlaki doğası, diğer akrabalarımıza ve grup üyelerine karşı empatik, nazik ve iyi davrandığımızı ancak diğerlerine karşı yabancı düşmanlığı, zalimlik ve kötülük sergileme eğilimimizi içeriyor” diyerek şöyle devam etti: “Şok deneyleri kör itaat değil ama derinlerde yatan çelişkili ahlaki eğilimi gösteriyor”.
Kaynak: The Huffington Post
Gönderinin Yazarı

Psikiyatri hemşireliği alanında uzman hemşiredir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu ve insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com