Bu içerikte yaşamımdan bir örnekle size damgalamadan bahsedeceğim. Keyifli okumalar dilerim.
Damgalama (stigma) kelimesinin kökenine baktığımızda bizi ‘sivri uçla delmek suretiyle oluşan yara’ alıntısına götürmektedir. Sivri uçlu herhangi bir alet ile vücudunuzun bir yerine zarar verdiğinizi ya da zarar verildiğini düşünsenize canınız çok acır değil mi? Bu cümleyi okumak belki de böyle bir ihtimali düşünmek bile şu an canınızı acıtmış olabilir. Peki somut bir acının farkında olabiliyorken kendimizin veya bir başkasının bizi damgalamasının nasıl oluyor da farkında olmuyoruz/olamıyoruz? Son zamanlarda en çok bu soruyu düşündüm ve bir cevap aradım. Cevap arayışlarım hala devam etmekte…
Damgalamanın psikoloji ve psikiyatrideki yerinin yanı sıra günlük yaşantımızda ne kadar yer aldığına dikkat çekmek istiyorum. Belki sizin de bu farkındalığa ihtiyacınız vardır.
Damgalama ile damgalanan kişi ya da grubun farklı olduğu vurgulanmakta ve bu farklılık nedeniyle de damgalanmış kişilere birçok olumsuz özellik atfedilmektedir. Damgalama bir kişiyi diğerlerinden ayıracak şekilde, o kişinin gözden düşürülmesi, diğer insanlardan aşağı görülmesi, genel olarak kötülenmesini de içermektedir. Damgalama iki şekilde meydana gelmektedir. Bunlardan ilki toplumsal damgalama yani toplumun bazı inançlar, ön yargılar, kalıplaşmış düşünceler doğrultusunda bireyi damgalamasıdır. Diğeri ise içselleştirilmiş damgalama bu da toplumun affettiği durumu kabullenerek bireyin kendi kendini damgalaması sonucu toplumdan kendini dışlaması ve olumsuz duygular yaşamasıdır. Yaptığım bu açıklamalarla birlikte aklınıza yaşamınızdan bazı kesitler gelmiş olabilir. Damgaladım mı? Damgalandım mı? sorularını kendinize sormanızı istiyorum, ben kendi yaşantımdaki örnekle devam ediyorum.
Lisans eğitimimi aldığım yıllarda en yakınım olduğunu düşündüğüm arkadaşım yaptığım herhangi bir şey sonucunda bunlar günlük basit aktiviteler, rutin işler olsa bile bana ‘ruh hastasısın’ derdi. Kullanılan tabirin benim açımdan kötü bir yanı yoktu şeker hastası gibi bir ruh hastası da olabilirdim, sadece aklıma takılan arkadaşımın neden bu tabiri seçmiş olduğuydu. Çünkü ortada almış olduğum herhangi bir tanı da yoktu. Arkadaşımın neden böyle söylediğini düşündüm ve bir neden buldum. Ben her sabah duş alan, yanında sürekli ıslak mendil taşıyan, ellerini çok yıkayan, plansız hiçbir adım atmayan, mükemmeli arayan, kurallara sadık kalan biriydim. Bu saydığım davranışlar üzerine arkadaşımın bana ‘ruh hastası’ dediğini fark ettim, aldırış etmedim arkadaşım da söylemeye devam etti. Yaptığım davranışlarımın yanlış olduğu düşüncesi benliğime o kadar çok işlemiş ki daha sonraları tanıştığım her insana kendimden bahsederken ‘benim bazı garip davranışlarım vardır’ diye kendimi anlatmaya koyulduğumu fark ettim. Başkaları ile ortak bir iş yaparken bir sorun çıktığında kendi kendime ‘senin bu takıntıların yüzünden sorunlar çıkıyor ve işler uzuyor, insanlar zor durumda kalıyor’ demeye başladım. Ne arkadaşımın beni damgaladığının farkındaydım ne de içselleştirilmiş bir damgalamaya sahip olduğumun. Aradan iki yıl geçti bu iki yıllık süre zarfında daha bireysel olmaya, grup ödevleri olduğunda da daha çok bana benzeyen insanlarla iş birliği içinde olmaya çalıştım. Psikiyatri-psikoloji ile yakından ilgilenmeme rağmen yaşadıklarımın damgalama ile ilgili olduğunu hiç fark edememiştim, fark ettiğimde ise artık yüksek lisans öğrencisiydim. Yüksek lisans derslerimin başladığı ilk haftalarda hatta ilk derste bir hocam ‘önce kendinizin farkında olun, kendinizi tanıyın’ demişti. Neydi kendinin farkında olmak? Ben kendimin elbette (!) farkındaydım. Mesleğimi seviyordum, psikiyatriyle ilgili bir alanda olmak en çok istediğim şeydi ama asıl ben ‘ben’i bilmiyormuşum ki. Bu sözü söyleyen hocamın her dersinde konu bir şekilde buraya gelirdi ve ben yeniden düşünmeye başlardım. Kendimi nasıl tanımladığıma baktım, dışarıdan bir kişinin beni nasıl tanımladığına baktım. Ben tanıştığım herkese bahsettiğim gibi garip davranışları olan biri miydim? Garip olduğunu düşündüğüm davranışlar gerçekten öyle miydi? Evet evet davranışlarım garipti ben o yüzden psikiyatriyle ilgilenmeyi seçmiştim, artık kabullenmiştim, damgalamayı içime işlemiştim. Gözlerim kör, kulaklarım duymaz olmuştu.
Yüksek lisans eğitimim devam ederken atandım, hemşire olarak bir ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesinde çalışmaya başladım. Benim gibi işe yeni başlayan bir arkadaşım ben çalışırken beni izleyip tam ‘hava subayı’ olacak özelliklere sahipsin dedi. Hava subayı olacak özellikler neydi? Belki de arkadaşım benimle alay ediyordu çünkü benim garip davranışlarım vardı ben buna inanıyordum. Bu arkadaşımla denk geldiğimiz her nöbette veya mesaide bana aynı şeyleri söylüyordu ben de hep yok ya ne alaka diyordum. En sonunda hava subayı özelliklerini açıklamasını istedim arkadaşımdan. Açıkladı, neymiş bu özellikler biliyor musunuz? Düzenli ve disiplinli olmak, işini iyi takip etmek, işini sevmek ve önemsemek…
Beni hayata karşı mağlup ettiğini düşündüğüm özelliklerim bir başkası tarafından tam tersi olarak görülmüştü. Nereden ve nasıl baktığımla ilişkiliydi her şey. İster istemez mutlu oldum, kendime uzunca bir süre haksızlık ettiğimi fark ettim. Unutmayın kendinize önce kendi gözünüzden bakın, hepimiz biriciğiz ve değerliyiz.
Sizin de böyle bir anınız varsa ve benimle paylaşmak isterseniz darkatamer@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz. Sağlıklı günler dilerim.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisidir.
Toplum ruh sağlığı hemşireliği, kişilik psikolojisi, sağlık sosyolojisi ve tiyatro ile ilgilenir.
Yaşamın içerisinde kendisini arayan birisidir.
İçerik Üretim Komisyonu üyesidir.
İletişim: darkatamer@gmail.com