“Kendine gel.”
“Üzerinde düşünmemeye çalış.”
“Senden çok daha kötü durumda olan insanlar var.”
Bu sözlerden birisini ciddi bir bedensel hastalığı olan ve hastanede yatan birisine söylediğinizi düşünün. Kalpsiz ve duygusuz görünüyor, değil mi? Bunu kim yapar? Şimdi bu sözleri akıl hastalığına yakalanmış birisine söylediğinizi hayal edin. Şok edici görünmeyebilir çünkü bu, her gün sunulan zarar verici tavsiyelerdendir.
Bu yazıyı kişisel deneyimim ile yazıyorum. Üniversiteden mezun olduktan sonra öğretmen olarak tam zamanlı çalışmaya başladım. Bu benim yapmak istediğim, sevdiğim bir işti. Stresli olsa da, günün sonunda her zaman değerliydi ve iyiydim. Yeni görevime başladıktan yaklaşık 6 ay sonra, bazı şeyler değişmeye başladı ve kendimde bir şeyin doğru hissetmeye başladım. Bu aşamalı bir süreçti. İlk başta, mide krampları geçirirdim ama bu, her gün bulantı, panik atak ve genel rahatsızlık duygularına yol açtı.
İlk önce kaygı, endişe duyduğumu anlamadım. Tekrar tekrar doktorlara gittim, testleri ve kontrolleri sordum, fiziksel olarak bir şeylerin yanlış gittiğini düşünüyordum. Sonrasında anksiyetem kontrolden çıkmaya başladı ve hatta sabah çalışmaya başlamak bile bir mücadele oldu. Toplantılar ve okul gezileri benim için en kötüsüydü. İstediğim zaman bırakamayacağımı bildiğim herhangi bir durumdan korkardım. Sonunda kötü bir şekilde bir fobi geliştirdim ve bir nörovirüs ile uğraşmaya başladım. Midem bulanmaya başlarsa en hızlı şekilde gidebilmek için hayatım boyunca en yakın tuvalete doğru oturmaya başladım.
Her gün bu kaygıyla yaşıyordum ve basit görevler bile büyük bir mücadeleydi. Evimi panik yapmadan terk edemiyordum. İnsanlara güvenmeyi ve yardım aramayı başardım ancak etrafımdaki herkes onlara söylediklerim hakkında gözlerini kaçırdı. Bana en yakın olanlardan bazıları kıkırdar ve “Ne yapıyorsun?” veya “Bu çok saçma!” derdi. En kötü anlarımda bile insanlar “Ne hakkında konuşman gerekiyor?” derdi. Bu her şeyi daha da kötüleştirdi. Ben diğer insanlardan daha kötü olduğumu iddia etmedim. Hayatımda yanlış bir şey olduğunu iddia etmedim. Sadece mücadele ettiğimi söylüyordum ve aklımda bir şey doğru değildi.
Birkaç ay sonra, ayakta duramamama ve yürüyemememe neden olan bir kazaya karıştım. Hastaneye yatırılmadan ve büyük omurilik cerrahisi geçirmeden önce omurgalarımı paramparça etmiş ve aylarca yatalak kalmıştım. Bundan kısa bir süre sonra, düzensiz kalp atışlarımı düzeltmek için kalp ablasyonu geçirdim. Sonra pulmoner embolizmler (akciğerlerdeki kan pıhtıları – oldukça ciddi şeyler) yüzünden tekrar hastane günlerine döndüm. Bütün bu şeyler açıkçası korkunçtu. Yine de tüm bunlar boyunca, hayatımdaki en büyük sıkıntı hala anksiyeteydi. Bunu hiç kimse kabul etmedi.
“Çabucak iyileş” yazılı balonlarım vardı! Arkadaşlarım, nasıl olduğumu görmek için ziyaret ederdi. Aile üyelerim bana olumlu yaklaşmak için ne kadar güçlü olduğumu söylerlerdi ama kimse hiç endişemden bahsetmezdi. Bu fiziksel değildi. Göremediler. Omurilik ameliyatımdan önce, prosedürden ve tekrar yürümeme ihtimalinden korkmuyordum. İstediğim zaman tiyatrodan çıkamayacağım konusunda endişeliydim. Ablasyondan önce, acıdan korkmadım. Prosedür sırasında aniden hasta hissettiğimde ne yapacağımı merak ettim. Kan pıhtılarımın ölümcül olabileceği söylendiğinde, bundan korkmadım. Yine hastanede olmaktan ve nörovirüs için buraların üreme alanları olduğundan endişeliydim. Ama hiç kimse bunu kabul etmedi.
Aylar geçti ve hala iyileşme aşamasındayım. İnsanlar her zaman soruyorlar: “Sırtın nasıl?” diye ama “Aklın nasıl?” diye kimse sormuyor. Sanırım bu birisine sormak için oldukça açık ve garip bir soru olurdu, ama asıl mesele orada. Fiziksel rahatsızlığım hakkında konuşmaktan utanmıyorum ve özellikle acı çekersem bunu insanlara söyleyebilirim. Kan pıhtılarımın semptomlarını hafifletmek için ilaç almam konusunda utanmıyorum. Tıpkı insanların fiziksel olarak hasta olduklarında çalışmaktan utanmadıkları gibi. Ancak aynı şey akıl hastalığı için söylenemez.
Damgalamayı sona erdirmek için bir mücadele olsa da, bu hala devam eden bir mücadele. Toplumun gözünde, fiziksel hastalık ile akıl hastalığı arasında bir karşılaştırma yoktur. İngiltere’de intiharın 20-49 yaşlarındaki erkeklerin hala en büyük katili olduğu gerçeği göz önüne alındığında, gerçekten şok edici. “Tutunmaya çalış” ya da “Hepsi kafanda” şeklinde öğütleri, mücadele eden birine söylediğiniz zaman aslında yardımcı olmuyorsunuz. Bu konuda konuşmak, ilk aşamanın büyük bir adımıdır ama bu da yeterli değildir. Mücadele, insanlar eğitimli olana ve tüm hastalıklar kabul edilinceye kadar devam etmeli, ister zihinsel ister fiziksel olsun, ister görünür olsun ister olmasın. Değişim zamanı.
Kaynak: bethanysmithwriter.com
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com