Geçtiğimiz aylarda, hepimizin yakından tanıdığı, mücadelesini büyük bir hevesle desteklediğimiz Neslican Tay, hayatını kaybetti. Haberi öğrendiğimizde önce inanamadık, ardından gerçekliğini öğrenince büyük bir üzüntüye kapıldık. Ancak bu üzüntüyü bile sağlıklı yaşayamadan, sosyal medyadaki çeşitli yorumlar üzerinden linç kampanyaları yürütüldü ve Neslican’ın mücadelesine karşı paylaşım yapan gruplara saldırmaya başladık. Üzüntümüzü bir başka duygu olan öfkeye çevirdik. Bunun için de karşımızda bir nesne bulmamız, işimizi kolaylaştırdı belki de.
Bu konuda linç yiyenlerden birisi de psikiyatri profesörü olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan oldu. Tarhan, sosyal medya paylaşımında “Kızımız çok çile çekti ama ümidini kaybetmedi, ölümle yüzleşebilseydi, ölüm bilincine sahip olsaydı, seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgarına kapılmasaydı dinlerin hayata anlam katma ve teselli gücünden faydalanabilseydi hastalığı düşman gibi görmezdi, diye düşündüm.” diye görüşünü paylaştı. Öncelikle şunu söylemeliyim; düşüncelerin uygunluğundan ziyade, bize uygun olmayan düşüncelerin bile özgürce paylaşılabilmesi ve tartışılabilmesi gerektiğini savunuyorum. Yani deyim yerindeyse, insanların saçma da olsa düşüncelerini ifade edebilme hakları bence var. Çünkü bizim düşüncelerimiz de başkalarına saçma gelebilir. Evrensel mantıklı düşünceyi bulmaya kalkarsak, kimse ağzını açamaz gibi duruyor.
Buradaki paylaşımda söz konusu olan kişi ölüme biraz tasavvuf ve seküler inanç boyutundan bakmış gibi duruyor. Bu açıdan pencere biraz daralıyor gibi hissediyorum ancak düşündükçe bir konuda da kendisine katılıyorum. Ölümle yüzleşmek, aslında varoluşsal açıdan insanın en güç becerilerinden birisi. Bu yüzden de aynı zamanda üzerine konuşulmasından kaçınılan konuların başında geliyor. Hatta birisi hasta olduğunda, geleceğe dair bir mesajını iletmek istediğinde bile “Aman ağzından yel alsın, öyle şeyler söyleme” diyoruz. Kişinin düşüncelerini ifade etmesine bile izin vermiyoruz. Sanki o kişi kendisini ifade ettiğinde, ölümünü kabullenmiş olacağız diye düşünüp, kendimizi kasıyoruz. Ölümü bir nevi inkâr edip, gerçeği kabullenmiyoruz. Ardından kişi gerçekten hayatını kaybettiğinde düşüncelerini öğrenemeden, sadece tahmine dayalı kişiyi anlamaya çalışıyoruz. Bu yüzden miras davaları bile çok yoğun ülkemizde. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, “hazırlıksız” yakalanılan durumlar çok fazla.
Ben ölümle yüzleşilmesi gerektiğini savunuyorum. Üstelik bunu sadece hastalık zamanında değil, kişinin en sağlıklı olduğu anlarında bile yapılmalı diye düşünüyorum. Ölüm ile yüzleşmek, ölüm gerçeğinin farkına varıp, yaşamdan geriye kalan zamanı “istediğimiz” gibi yaşamamıza olanak sağlar diye düşünüyorum. Çünkü aklıma direkt şu soru geliyor: “Eğer yarın ölseydim, bugün ne yapardım?”. Bu soruya bugün cevap vermek çok kolay çünkü düşünsel boyutta ilerliyor ancak böyle bir gerçeği bilseydim muhtemelen bu soruyu düşünürken duygusal boyut da çok fazla eşlik edecekti. Bu da vereceğim cevabı belki tamamen değiştirecekti.
Buradaki asıl sorulardan birisi de şu: “Yarın öleceğimi bilseydim, bugün yaptığım şeyleri yine yapmaya devam eder miydim?”. Muhtemelen etmezdim. Peki ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz? Eğer hastalığımızın son döneminde değilsek yahut birazdan öldürüleceğimizi bilmiyorsak, hayır. Ölümle yüzleşmek aslında tam da bu açıdan faydalı gibi görünüyor. Bir gün öleceğimizi kabul edip, bundan sonra yaşamımızı istediğimiz gibi devam ettirebiliriz gibi geliyor. Aslında yaşamın içerisinde öylesine, farkında olmadan savrulup giderken, ölümle yüzleşince daha “bilinçli” tercihler yaparız gibime geliyor. Gerektiğinde saçma sapan davranma hakkını bile kendimizde buluruz.
Peki bu konunun Neslican Tay ile ne alakası var? Şöyle, Neslican da yaşamını büyük bir mücadele içerisinde sonlandırdı. Kanseri üç kez atlattı ancak dördüncüsüne gücü yetmedi. Neslican, son videolarında “Ben bunu yine yeneceğim” diyordu. Mücadelesi çok büyük ve çok güzeldi ancak maalesef yetmedi. Bu yazı temasında bakarsak, Neslican ölüm gerçeğini kabul edip, geriye hayatta en çok istediği şeyleri yaparak, bizlere mesajını paylaşarak, –bir gün hepimizin de yapacağı gibi– dünyayı terk etseydi nasıl olurdu?
Nitekim insan doğayı kendisine uydurmaya çalışsa da doğa insanı kendisine uyduruyor. İnsan doğuyor, var oluyor ve bir gün geliyor, toprağa karışıyor. Dünya hangimize daha adaletli, hangimize daha şanslı, hangimize daha şanssız davranıyor bilmiyorum ama yaşamda belli gerçekler var. Bu gerçeklerin farkında olarak zamansal anlamda gerek kısa bir yaşam gerekse uzun bir yaşam yolculuğu içerisinde, her günü “yarın ölecekmiş” gibi yaşamanın büyük bir olgunluk olduğunu düşünüyorum.
Son olarak “emanet” kavramını da yazımı sonlandırırken anmak istiyorum. Genellikle bir şeyleri; hiç bitmeyecekmiş, hep bizim olacakmış, asla elimizdekini kaybetmeyecek gibi yaşıyoruz. Ardından bir kayıpla karşılaştığımızda yüksek seviyede yas tepkileri veriyoruz. Bazı yas tepkileri kronikleşiyor, yıllar geçse de azalmıyor, artıyor. Burada sorun çok daha öncesinde başlıyor diye düşünüyorum. “Sağlıklı” gördüğümüz zamanlarda “emanet” kavramımız olmuyor. Sahip olmayı bilmediğimiz gibi, vedalaşmayı da bilmiyoruz. Ardından kayıp durumunda depresyon meydana geliyor. Kayıp sonrası hastalık seviyesindeki durumları yaşamamak için “sağlıklı” gördüğümüz zamanlardaki düşüncelerimizi de gözden geçirmemiz gerekiyor.
Yaşamı bile bir “emanet” olarak görüp, her şeyin “süreli”, “vadeli”, “geçici” olduğunu kabul edip, yaşadığımız her anı değerlendirip, o an içerisinde istediklerimizi yapmak, yapabilmek çok kıymetli diye düşünüyorum. Gelin hep beraber bugünü, son günümüzmüşçesine istediğimiz gibi yaşayalım.
Yaşamda her şeyi sevelim. Çok küçük şeyleri bile. Bizi mutsuz eden şeyleri bile sevelim. Gerekirse ölümü bile sevelim. Çünkü hayat düşman olmak için çok kısa. Kötülüklerin bile keyfini çıkararak, yaşam yolculuğumuzu sonlandıralım.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com
Kaleminize sağlık 💐🌿🕊️
Geri bildirimin için teşekkür ediyorum. Günümüzde kalem değil klavye oldu ama olsundu. 🙂
Zihnine sağlık, bağlamların çok iyi;
düşündürücü ve rahatlatıcı.