William R. Bascom, The Journal of American Folklore’de yayımlanan “Folklorun Dört İşlevi” adlı makalesinde folklorun “onu dinleyen ve aktaran insanlara ne kattığı” sorusuna yanıt ararken onun sadece bir eğlence şekli olarak görülemeyeceğinin altını çizer: “Eğlence folklorun en önemli işlevlerinden biridir, ancak bugün bu durum tam bir cevap olarak kabul edilemez. Şurası açıktır ki, çoğu gülme unsurunun altında daha derin anlamlar bulunmaktadır.” Bascom’un sorusu bu çalışma bağlamında ninniye yöneltildiğinde ise ninni söylemenin sadece bebeği uyutmak işlevine mi sahip olduğu, bunun dışında bir “derin anlam”ının bulunup bulunmadığı sorusu gündeme gelmektedir.
Amil Çelebioğlu, Türk Ninniler Hazinesi adlı kitabında ninniyi “en az iki-üç aylıktan üç-dört yaşına kadar annenin çocuğuna, onu kucağında, ayağında veya beşikte sallayarak daha çabuk ve kolay uyutmak yahut ağlamasını susturmak için hususi bir beste ile söylediği ve o andaki hâlet-i rûhiyesini yansıtır şekilde, genellikle mani türünde bir dörtlükten meydana gelen bir çeşit türkü” olarak tanımlar. Bu tanımda ninninin öncelikli işlevinin çocuğu uyutmak ya da onu oyalamak olduğu görülmektedir fakat dikkati çeken, ninninin aynı zamanda annenin o anki ruh hâlini de yansıtıyor olmasıdır. O hâlde anne çocuğunu uyuturken herhangi bir dörtlüğü söylememekte, orada ninni söyleyicisine yani anneye dair de birtakım ipuçları bulunmaktadır.
Annenin çocuğu için söylediği ninniler, “taklidî” ya da “güdümlü” olmaktan uzak, kadının kendi duygularını yansıtır nitelikte ezgiyle söylenen manzumelerdir. Bu bağlamda annenin bu ezgili manzumenin söyleyicisi olması ve o anda “doğaçlama” yoluyla özgün bir ninni yaratabilmesi dolayısıyla sözel bir şair/ sanatkâr olarak kabul edilebileceği söylenebilir. Bu kabulden hareketle annenin şiirin sözlerini neden değiştirme ihtiyacı hissettiği sorusunu psikanalitik yöntemle cevaplamaya geçmeden önce edebiyat ile psikoloji arasındaki ilişkiye değinmek yerinde olacaktır.
Carl Gustav Jung, Freud ve Adler’in de yazılarının bulunduğu Psikanaliz Açısından Edebiyat adlı kitapta yer alan “Psikoloji ve Edebiyat” başlıklı makalesinde, psikolojinin edebiyatı inceleyebileceğini şöyle açıklar: Ruhsal süreçlerin incelenmesinden başka bir şey olmayan psikoloji, edebiyatın incelenmesi konusuna da el atabilir; çünkü insan ruhu (psyche) bütün bilimlerin ve sanatların kaynağıdır. Bir yandan, belli bir sanat eserinin oluşumunu açıklamasını, öte yandan bir kimseyi sanat bakımından yaratıcı kılan faktörleri ortaya çıkarmasını, psikolojik araştırmadan bekleyebiliriz.
Jung, Psikoloji ve Edebiyat’ta sanat eseri ile yaratıcısı arasındaki ilişkiyi şu sözlerle açıklar: Freud, sanat eserini, sanatçının kişisel yaşantısından çıkarma yolunu ileri sürerken, bu çeşit problemleri açacak bir anahtar bulduğunu sanmıştı. Bu yoldan giderek, bazı çözümlemeler yapılabileceği doğrudur. Çünkü bir sanat eserinin, tıpkı bir nevroz gibi, kompleks diye adlandırdığımız psişik hayat düğümlerine geri götürebilmek akla yatkın gelmektedir. Freud’un düşüncesinden yola çıkarak sanat eserini bir nevroz gibi konumlandıran Jung’un bu sözlerinden hareketle ninniye de bir nevroz gibi bakıldığında ninninin ikinci bir işlevi daha ortaya çıkmaktadır ki bu da annenin bastırıp bilinçaltına gönderdiği istekleri, hayalleri ve türlü duygularını yansıtmasıdır. Çünkü anne o sırada, anlama yetisine sahip olmayan bebeğini kendine muhatap alarak, ona içinden gelenleri söylemektedir. Bebeğine dert yanması başkalarına diyemeyeceği hâlini kendi kendine anlatmasıdır. Bilinçaltında tepkisiz kalamayan bu duygular ifade edilme ihtiyacıyla dile gelirler. Bu anlamda ninni bir sayıklama hâli olarak da okunabilir:
Ninni derim birim birim,
Dert bağlarım dürüm dürüm,
Ben derdimi sana derim,
Ben yavrumu büyütürüm!
Ninni yavrusuna ninni!
Amil Çelebioğlu’nun, Türk Ninniler Hazinesi adlı kitabının “Şikâyet ve Teessür İfade Eden Ninniler” başlıklı bölümünde yer alan ve Konya’dan derlenen bu ninnide anne, ninni söylerken bir taraftan dertlerini de dile getireceğini açıkça belirterek bu şiire yukarıda bahsedilen ikinci işlevi yükler. Öyle ki bazı ninni örneklerinde sadece bu ikinci işlevin yerine getirildiği görülmektedir. Çocuksuz bir kadının ninni söylemesi ve bu durumundan dert yanması bu tarz ninnilere örnektir. Burada artık amacın bir çocuğu uyutmaktan çok çocuksuzluğu dile getirmek olduğu düşünülebilir. Bandırma’dan derlenen bir ninni de şöyledir:
Karanfilim tüterim,
Her saksıda biterim,
Eller yavrum dedikçe,
Ben boynumu bükerim!
Ninni yavrum ninni!
Bu şiiri söyleyen kadının boynunu bükmesinin nedeni ilk bakışta çocuğunun olmamasıyla açıklanabilir fakat psikanalitik açıdan okunduğunda “karanfil” ve “saksı” sözcükleri birlikte düşünülerek oluşturulan söz öbeğinin farklı anlamlara karşılık geldiği görülmektedir. Freud, Düşlerin Yorumu II’de “kutular, mahfazalar, sandıklar, dolaplar ve fırınların”, ayrıca “içi boş nesneler, gemiler ve her türden kabın”, rahmi temsil ettiğini söyler. Çiçekle ilgili olarak ise Freud “cinsel çiçek simgeciliğinin, bitkinin cinsel organları olan çiçekleri aracılığıyla insan cinsel organlarını” simgelediği düşüncesindedir. Freud’un bu açıklamalarından yola çıkılarak içinde karanfil biten saksının, kadını ve onun cinsel organını temsil ettiği söylenebilir. Nitekim ninninin ikinci dizesinde yer alan “bitmek” eyleminin, karanfil ve saksıyla oluşturulan söz öbeğiyle birlikte ele alındığında kadının da tıpkı saksıdaki toprak gibi üretken olduğuna çağrışım yapıldığı görülür. Oysa üçüncü ve dördüncü dizede bu durumun aksine çocuksuzluktan dert yanılmaktadır. Bu durum bir çelişki gibi görünse de Freud’un adı geçen kitabında yer verdiği bir rüya örneğinde, çiçeğin bekâreti simgelediği konusundaki yorumu göz önünde tutulduğunda bu çelişki ortadan kalkmaktadır. O hâlde ninniyi söyleyen kadının üretkenliğine yani çocuk doğurmasına bir engel olmamasına rağmen çocuksuz olmasının onun cinsel saflığından yani bekâretinden kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır.
Sille’den derlenen bir ninnide ise erkek çocuğun yokluğu dile getirilmektedir:
Evimizin önü asma,
Asmanın dalına basma,
Benim de oğlum yok diye,
İncinip küsme!
Kuzum ninni yavrum ninni!
Freud, yukarıda adı geçen makalesinde bu meseleye de yani kadının erkek çocuk arzusuna da değinir. Freud’a göre kendisinde erkek cinsel organının yokluğunu fark eden kız çocuğu, bu eksikliği ancak erkek çocuk doğurarak giderebilecektir. Freud bu durumu şöyle açıklar: Bir oğlanın ya da bir kızın doğumunda bir kadının uğradığı tepkiler, eski kışkırtıcı gücün, penis noksanlığının bir şey kaybetmemiş olduğunu gösterir. Yalnız oğlu ile ilişkileri anneye doyuma ulaşma hazzı verebilir. Çünkü bütün insan ilişkilerinin en yetkin, çiftdeğerlilikten en uzak olanları bu ilişkilerdir. Anne, kendisinden esirgenmiş olan bütün gururu oğlu üzerine taşıyabilir ve erkeklik kompleksinin hâlâ ısrarla istediği doyumu ondan bekler. Genellikle erkek çocuk isteğinin, soyu devam ettirme isteğiyle ilgili olduğu düşüncesine karşın, bu isteğin psikanalitik açıdan okunduğunda kadının kendi eksikliğini giderme arzusuyla ilgili olduğu ortaya çıkmaktadır.
Verilen örneklerle çocuksuzluk ve erkek çocuk eksikliği bakımından psikanalitik yaklaşımla yeniden okunmaya çalışılan ninnilerin kadının/annenin baskı altına alıp bilinçaltına gönderdiği türlü duygularını içerdiği sonucuna ulaşılmıştır. Aynı sorun etrafında söylenmiş gibi görünen ninnilere psikanalitik açıdan bakıldığında, bunların aslında çok farklı sorunları imlediklerinin ortaya çıkması dikkat çekici bir sonuçtur. Bu şiirlerin o anda üretilmeleri dolayısıyla kişisel olmaları, incelenen her yeni ninnide farklı bir sorunsalla karşılaşılabileceğini göstermektedir. Fakat bu sorunlar ne kadar farklı olsa da ninninin ikinci bir işleve sahip olduğu gerçeği değişmemektedir. Bu bakımdan ninnilerin, baskı altına alınan türlü duyguların bilinç düzeyinde tekrar ortaya çıkmasını sağlayan birer araç oldukları söylenmelidir. Böylece kadının/ annenin ninninin sözlerini neden değiştirme ihtiyacı duyduğu da açıklanmış olacaktır.
Kaynak:
- Aka, Belde. “Ninnileri Psikanalitik Yaklaşımla Yeniden Okuma Denemesi.” Milli Folklor 22.88 (2010).