Ömrüm bir otobüs yolculuğu sanki.. Toplam kaç durak sürer bu yolculuk? Kaçıncı duraktayım acaba? Şimdiye dek kaç duraktan geçtim farkında olmadan bilmiyorum.. Zaman zaman merak etsem de, cevabını yaşarken bulmam çok zor.. Her bir durak, farklı soru işaretleri ve birtakım anlam arayışları ile beraber karşılıyor sanki.. Bugün sizinle bu duraklardan birinde neler hisettiğime dair küçük bir kesit paylaşmak istiyorum;
….bazen her şey üst üste geliyor gibi hissediyorum, sanki aydınlığa bir daha hiç çıkamayacağım bir dibe sürükleniyorum. Bazense çırpındıkça geriye düşüp daha da saplandığım bir bataklığa. Çoğu zaman ileriye gitmek üzere attığım adımlarım an geliyor üzerine yükler asılmışçasına ağır geliyor bileklerime, kaldırmakta zorlanıyorum.. Çabalamaktan yorularak güçsüz düştüğüm bir günün sonunda karamsarlığa bürünüyorum.. Güneşin içimi ısıtan sıcaklığını, denizin umut veren o ferahlığını bir daha hissedemeyecekmişim gibi düşünmekten alamıyorum kendimi.. Bir başka gün “Hep mi beni bulur arkadaş!” diyerek itiraz ediyorum olan bitene, bazense kendime.. İçimde fırtınalar koparken, anlaşılmanın en çok istediğim şey olduğunu unutmuşçasına susuyorum.. Tıpkı 5 yaşındaki bir çocuk gibi küstüm hepinize deyip dönüyorum arkamı herkese ve her şeye.
Bir süre öyle kaldıktan sonra küsmekten de sıkılıyorum, merak ediyorum olan biteni, önce kaçamak birkaç bakış attıktan sonra, saklanmak için yüzüme kapattığım ellerimi bu sefer yeniden başlayabilmek için yavaş yavaş aralamaya başlıyorum.. Önceleri dip olarak beni ümitsizliğe sürükleyen o yere bu sefer ellerimi bastırarak kalkıyorum.. Bir yerlerde bir hata olduğunu sezerek, saklandığımı zannettiğim köşemden ayrılma vaktimin geldiğini anımsıyorum..
…
Seçtiğim bir cam kenarına oturup yolculuğumu gözden geçirmeye başlıyorum.. Biraz da şansım yaver gider de sahil kenarından geçersek denizin esintisini içime çekmeyi de ihmal etmiyorum.. Elimi çeneme dayayıp başlıyorum düşünmeye; ilk olarak olmasını istediklerim ile yaptıklarım arasındaki uçurum geliyor gözlerimin önüne.. Konuşup kendimi ifade etmek isterken sustuğumu, anlaşılmak isterken anlatmaktan vazgeçtiğimi, bileklerime yüklenip ileriye gitmeme engel olan o yükten şikayet ederken zaman zaman karamsarlığa bürünerek o yükü kendi ellerimle nasıl daha da ağırlaştırdığımı farkediyorum.. Ardından otobüse binmek için bekleyen ancak yanlarından geçip giden otobüsün farkında bile olmayıp, gelmedi diye şikayet eden insan kümeleri geliyor aklıma. Yazının başında kim bilir kaç duraktan geçtik farkında olmadan demiştik ya hani, kim bilir kaç durak da bizden geçti farkında bile olamadan..
Cevabı konusunda çoğu kez ikileme düştüğüm, birbiri adına dizilmiş sorular beliriyor zihnimde; Hayatımız boyunca her şeyin kötü gitmesi ne kadar mümkün? Ya kötü giden her şey düşündüğümüzün aksine aslında o kadar da kötü değilse? Ya yaşadıklarımız, bizi hayatımızın geri kalanına hazırlayan birer yolsa? Acaba hayatımızdaki olumsuzluklara fazla odaklanıp diğer her şeye kör mü oluyor gözlerimiz? Kimi zaman an geliyor geçmiş yaşantılarımıza bakarak keşkelerin içinde boğulup birtakım pişmanlıklar yaşıyoruz.. Ah keşke şimdiki aklım olsa, bunları yapmazdım diyoruz. Oysa bugün de yarının dünü değil midir? Ne dersiniz, yarını keşkelerle anmamanın yolu, bugünü yani anı yaşamaktan geçiyor olabilir mi?
Ne zaman bir çıkmaza düşsem, durağın bir ya da birkaçının zorlu geçiyor olmasının, yolculuğumun geri kalanını feda etmem için geçerli bir sebep olup olmadığını düşünüp dururum. Ve şöyle sorarım kendi kendime: Yarın düne baktığımda ne görmek istiyorum, keşkeler mi iyikiler mi?
Bu yazıyı yazarken çok tereddüt ettim defalarca sildim yeniden yazdım bazı yerleri ekledim bazı yerleri çıkardım. Yine de kendimi bu kadar fazla açmanın iyi bir tercih olup olmadığını düşünmeden edemedim.. Bizim için zor olan, belki de acı veren şeyler yaşarken, çoğu zaman “Hep mi beni bulur? Niye ben?” diye sorguluyoruz. Etrafımız kalabalık da olsa yaşadıklarımızdan ötürü yalnız hisettiğimiz anlar oluyor.. Bazen bazı şeyleri yalnızca kendimizin yaşamadığını bilmek, bir yerlerde birilerinin de zaman zaman çıkmaza sürüklenip benzer duyguları yaşadığını duymak, yalnız olmadığımızı hisettirerek güç verir bize.. Bu yazıyı kaleme alırken çıkış noktam tam olarak buydu…
Bilmem duydunuz mu “İnsan insanın kurdudur.” diye bir söz var. Bu sözü anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük çekiyorum, bir insan nasıl olur da diğerinin kurdu olur ya da bu sözü söyleyerek kendini de bu kurtlardan biri yapar, aklım almıyor.. Neyse boşverelim onları hadi gelin biz doğrusunu söyleyerek yapalım kapanışı; “İnsan İnsanın Yurdudur.”
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hemşirelik Bölümü 2020 Mezunudur. Klinik hemşire olarak çalışmaktadır. Nöropsikiyatri, şizofreni, kişilik bozuklukları ve psikolojik deneylere ilgili. İnsana faydalı olan her türlü etkinlikte yer almaktan, araştırma yapmaktan hoşlanır.
E-Posta : sulenureski@hipokampusakademi.com
Yüreğine emeğine sağlık…
Teşekkür ederim ☺️
Böyle varoluşsal içerikler okuyunca, yalnızca yazan kişi değil, okuyan kişi de yalnız olmadığını fark ediyor. Hayatımız bir otobüsse, amacında kullanmak gerek. Zira olduğu yerde bekleyen otobüs bir araç değil, yalnızca teneke parçasıdır.