Zaman zaman insanlık olarak dengemizi kaybettiğimizi, hep aşırı uçlarda yaşadığımızı düşünürüm. Demek istediğim ya aşırı mutluluktan göklerde uçuyoruz ya da aşırı üzüntüden dolayı kör kuyuların diplerinde yaşıyoruz. Ya çok seviyoruz ya yerden yere vuruyoruz. Bir gün göklere çıkarttığımızı öteki gün linç ediyoruz. Sonuç olarak ayarı tutturamıyoruz ve ortaya hiçbir şeye benzemeyen bir şey çıkıyor. Halbuki hayat bir şekilde dengeyi bulmaya çalışıyor. Bize rağmen. Biz yine de hayatın bu denge çabasını başka şeylere bağlıyoruz. Çok neşeli olduğumuz ve güldüğümüz bir andan sonra kötü bir şey yaşadıysak bunu çok gülmemize bağlıyoruz. Çok mutlu giden bir ilişkimiz varsa ve bir süre sonra doğal olarak o heyecan gidince ve bir şeylerden memnun olmamaya, bir şeylerin ters gitmeye başladığını düşününce “Nazara geldik.” diyoruz. Fakat asla hayatın hep böyle bir ileri bir geri bir aşağı bir yukarı gittiğini hatta olması gerekenin bu olduğunu düşünemiyoruz.
Duygularımız nasıl böyle iki uçluysa tepkilerimiz ve davranışlarımız da iki uçlu. Önemli olaylar karşısında ya çok lakayt ya da çok panik bir halde tepki veriyoruz. Tıpkı Çin’in Wuhan şehrinden yayılmaya başlayıp bütün dünyayı etkisi altına olan Corona virüsünde olduğu gibi.
Durumu incelemeye lakayt uçta olanlardan başlarsak onlara göre korkulacak hiçbir şey yok ve zaten eninde sonunda öleceğiz. Bu yüzden yapmak istediklerini yapmamak/ertelemek çok mantıksız. Hele kendini eve kapatıp karantina altına almak mı? “İnsan delirir canım olur mu öyle şey?” Onların penceresinden hayat olağan akışında devam etmek zorunda. Böyle düşündükleri için de hiçbir önlem almamakta hem kendilerinin hem de temasta oldukları kişilerin sağlığını riske atmaktadırlar.
Bir de panik olanların penceresinden bakarsak burda işler birazcık çığırından çıkıyor. Bu uçta olanlar marketlere, eczanelere hücum edip maske, dezenfektan ve yiyecek içecek stoğu yapmakla meşgul.
Bir de 21. Yüzyılın en tehlikeli ve zehirli olayı sosyal medya var tabi. Birileri -tanımadığımız, ne iş yaptıklarını, uzmanlık alanlarının ne olduğunu bilmediğimiz birileri- tarafından insanlığın büyük nimet saydığı sosyal medyada yoğun bir bilgi bombardımanı altında kalıyorlar. Sürekli takip ettikleri ve felaket tellallığı yapan sayfaları yenileyip “Evet dünyanın sonu geldi ve biz de buna şahit olacağız!” diyerek anksiyete seviyelerini yükseltiyorlar. Lafı “Sosyal medya çok zararlı bir şeydir!” demeye getirmiyorum. Tabi ki yararlı tarafları da var ama bilgi akışının çok hızlı olması ve hangisinin yalan hangisinin gerçek olduğunu ayırt edememek her okuduğumuz, gördüğümüz şeye körü körüne inanmamıza sebep oluyor. Bu okuduklarımız veya gördüklerimiz de genellikle huzursuzluğa neden olan endişe verici şeyler oluyor.
Evet, bütün dünyanın çok hızlı yayılan bu virüs yüzünden aynı anda kendini karantina altına alması, evlerine kapanıp “Acaba bize de bulaşır mı?” endişesi yaşaması, henüz karantina altına alınmamış bölgelerde yaşayanların ne olur ne olmaz diyerek marketleri yağmalaması, herkesin sosyal yaşantısından kendini geri çekmesi, en yakınlarına bile sarılamaması, karantina altında oldukları evlerinin balkonlarından hep bir ağızdan şarkı söylemeleri çok ürkütücü ve hatta tam da bol bütçeli ve yüksek efektli filmlere ait gibi görünen bir durum fakat insanlık tarihinde görülen en korkunç olay da bu değil. Örneğin veba salgını yaşayan veyahut Yahudilerin soykırıma uğramasına şahit olan insanlar da dünyanın sonunun geldiğini düşünmüş olabilirler ama bugün bizler biliyoruz ki dünyanın sonu gelmedi. O yüzden bu virüse karşı ne lakayt tavır takınmalı ne de panik olmalıyız. Ne virüsü gözümüzde aşırı derecede büyüterek ne de yerin dibine sokarak hiçbir şey elde edemeyiz. Bu süreçte sakinlik en yakın arkadaşımız olmalı. Corona virüsünün çok hızlı bir şekilde yayıldığının farkında olarak gerekli önlemlerimizi almalıyız. Alınacak önlemler belli ve zaten siz de bunları biliyorsunuz. Varmak istediğim sonuç başka.
Dünyanın sonu ne zaman gelir bilinmez ama insanlık olarak yapmamız gereken hala çok şey var. Öncelikle kibirlerimizden arınmamız gerekiyor. Benim bu virüsün bu kadar hızlı yayılmasından beri düşündüğüm tek şey şuydu: İnsanlık olarak geldiğimiz noktada “Yapay zekâ o kadar gelişecek ki insanla karşı karşıya gelecek ve bizleri işlerimizden edecek!” meselesini tartışırken, Mars’ta yaşamaya çok yaklaştığımızı düşünürken bir virüsle baş edemedik. Aslında virüs bize insanlık olarak hala ne kadar aciz olduğumuzu gösterdi. Bu küçük mavi noktada ne kadar da önemsiz olduğumuz gerçeğini acı acı yüzümüze vurdu.
Belki de dünyanın çılgınca alışveriş yapan ayak bastığı her yere zarar veren insanlığın bir süre durulmasına ihtiyacı vardı. Belki de denge bulmayı istiyordu ve bunun için de bizi böyle bir salgınla baş başa bıraktı. Bu bilinmez ama şurası kesin ki bir durup derin bir nefes alıp nerde yanlış yaptığımızı düşünmemiz gerekiyor.
Sosyal izolasyon bütün bu süreci, kendimizi, nelerde yanlış yaptığımızı, kusurlarımızı düşünmek için çok iyi fırsat. Sizlere uzun kitap, film vs. listeleri vermeyeceğim, siz zaten kendi sevdiklerinizi bulacaksınızdır ama bu süreçte bunların yanında kendinizi dinlemeyi ve dünyanın bize ne anlatmak istediğini düşünmeyi de unutmayın.
Sağlıcakla kalın.
Psikiyatri Hemşireliği yüksek lisans öğrencisi. Yoğun bakım hemşiresi. Müziğe aşık. İnsan beyninin gizemlerine hayran. Gelip geçici bir insan.
E-posta: hazalsevindik@hipokampusakademi.com
Gerçekten haklı. Ya hepimiz öleceğiz diyoruz ya da bir şey olmaz diyoruz. Ortasında pek yaşamıyoruz. Ya öldürüyoruz ya umursamıyoruz.