Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ’nde 2016 yılında Cumhur Avcil, Hüseyin Bulut ve Gökben Hızlı Sayar tarafından yayınlanan Psikiyatrik Hastalıklar ve Damgalama konulu derlemeye göre:
Psikiyatrik hastalıklar halk sağlığı açısından önemli ve öncelikli sorunlardır. Damgalama, ruhsal bozukluğa sahip olan kişilerin yanı sıra, onların arkadaşlarını, ailelerini ve dâhil oldukları toplulukları da olumsuz etkileyebilmektedir. Ruhsal bozukluğu olan kişiler damga nedeniyle genellikle izole, yalnız ve yanlış anlaşılmış olarak yaşamak zorunda kalabilirler. Ruhsal hastalıklara yönelik “damgalama” eğilimi ve bu eğilimin sonucu hastaların toplumdan “dışlanması”, hastaların ve yakınlarının yaşam kalitesini bozmakta, tedaviye uyumlarını ciddi şekilde engellemektedir.
“Damga” kelime anlamı olarak yara izi, leke, kişiyi işaretleyen bir utanç ve aşağılama işaretini ifade etmektedir. Genel anlamıyla bir kişiye veya bir olaya karşı itibarını kaybettirici, gözden düşürücü, aşağılayıcı, hor görücü bir tavır veya negatif bir davranış sergilemektir. Damgalamanın temelinde olumsuz inançlar ve bunun sonucu olan önyargı yer almaktadır. Bu önyargılı davranışlar beraberinde ayrımcılık ve dışlama davranışlarını getirir. Damgalama kişilerarası ilişkilerde ayrımcılık ya da kabul edilmezlik boyutunda yaşanmaktadır.
İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan ve ilk damgalanan hastalıklardan olan cüzzam, tanrının insana verdiği bir “kötülük” olarak nitelendirilmiştir. On beşinci yüzyılda frengi hastalığına yakalananlar toplum tarafından lanetlenmişlerdir. On sekizinci yüzyılda adı konan tüberküloz, alt sınıfa ait bir hastalık olarak görülmüştür. 1900’lü yıllardan itibaren kanser türlerinin tanınması ve giderek daha fazla sayıda kişinin bu tanıyı alması ile kanser hastalarına karşı önyargılı davranışlarda bulunulmuş, son yirmi yıla kadar kanser hastalarına karşı ayrımcı yaklaşımlar devam etmiştir. 1980’lerde ortaya çıkan ve önceleri homoseksüel hastalığı olarak bilinen AIDS hakkında “Allah’ın günahkârlara verdiği bir ceza” yorumları yapılmıştır. Kanser, tüberküloz, lepra, sifilis, epilepsi ve AIDS’in yanında ruhsal bozukluklar da damgalama yaratan hastalıklardan olmuştur. Ancak psikiyatrik hastalıklarda damga diğer hastalık gruplarından farklı olarak, ruhsal bozuklukların tümünü kapsamaktadır. Ruhsal hastalığı olanların damgalanması ve dışlanması, ruhsal hastalık belirtilerinin anlaşılmaz ve korkutucu olarak görülmesi ile başlamıştır.
Damgalamanın dört temel nedeni:
Stereotipiler: Bu kavram toplumların ortak görüsünü temsil eder (Tehlikeli , ne yapacağı belli olmayan birey). | Tutum: Kişilerin yaşama bakış açısı, büyüdüğü çevredeki topluma uygun olarak şekillenir . |
Ön yargılar | Ayrımcılık |
Damgalanan bireyler değersizleştirilir, daha az istenirler ve giderek insan özelliklerinin dışında algılanırlar. Araştırmalara göre, toplumda ruhsal hastalıklara yönelik yaygın olumsuz inanışlar ve düşünceler şu şekilde sıralanmaktadır:
– Ruhsal hastalıklar gerçek birer hastalık değildir,
– Ruhsal bozukluğu olan birey kurumlarda kilitli tutulmalıdır,
– Ruhsal bozukluğu olan birey asla normal yaşamına dönemez,
– Ruhsal bozukluğu olan birey tehlikelidir,
– Ruhsal bozukluğu olan birey ve gençler acı çekmezler,
– İyileşen ruhsal bozukluğu olanlar gerçekten önemli veya sorumlu pozisyonlara uygun olamamaları nedeniyle düşük iş seviyelerinde çalışabilir,
– Ruhsal bozukluğu olan kişiler kendi hataları nedeniyle hastalanırlar.
Ruhsal bozukluğu olan insanlara ilişkin damgalamada medyanın da etkisi bulunmaktadır. Haberler, şiddet suçları işleyen bireylerde bunun nedeninin bir ruhsal hastalık olduğunu vurgular, televizyon haberleri sansasyonel suçları işleyen insanları ruhsal hastalığa sahip olan insanlar olarak tanıtır; komedyenler, ruhsal bozukluğu olan bireylerin yetersizliklerini mizah kaynaklarında kullanırlar; muhabirler damgalayıcı görüntüleri haberlerine dikkat çekmek için kullanırlar.
Damgalamanın önemli bir sonucu, ruhsal sorunlu bireylerin tedavi sonucunda etiketlenecekleri korkusuyla tedavi arayışına girmemeyi seçmeleridir. Bu nedenle damgalanma, tüm dünyada tedaviye katılımın düşüklüğü ile de ilişkili olduğundan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Damgalama bu hastalıklara ayrılan kaynak miktarını sınırlamakta, ev ve iş bulma, toplumsal etkileşim sorunlarını ağırlaştırmaktadır. Bu sorunlar da yine damgalamayı şiddetlendirici etki yapmaktadırlar. Stigma nedeniyle, ruhsal bozukluğu olan kişiler hastalıklarını açıkça seyrek olarak tartışır ve genellikle izole, yalnız ve yanlış anlaşılmış olarak yaşarlar. Çoğunlukla aile yaşamlarındaki, normal-sosyal ilişkilerindeki ve üretken ilişkilerindeki eşit katılımları reddederler. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yapılan çalışmalar, damgalamanın iyileşme üzerinde oldukça uzun süreli, güçlü ve olumsuz bir etkiye sahip olduğu, tedavi görüyor olmanın dahi damgalamaya yol açarak yaşamı güçleştirmeye devam ettiği ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olduğu sonucuna ulaşmıştır. Eğitim, toplumu doğru yönde bilgilendirerek var olan olumsuz stereotipileri yıkmayı, onların yerine gerçek bilgileri koymayı amaçlar. Damgalamanın azalması için ruhsal hastalıklar ile ilgili toplumsal eğitim ve damga karşıtı programlar çok önemlidir. Damga karşıtı girişimler yerel ya da ulusal düzeyde olabilir ve bunların etkili olduğuna ilişkin kanıtlar vardır.Eğitimle şizofreniye yönelik daha olumlu bir tutuma sahip olunabildiği ve sosyal mesafenin azaldığı, hastaya karşı daha kabullenici tutum geliştirilebildiği farklı çalışmalarda gösterilmiştir. Bu sonuçlar ruhsal hastalıklar konusunda doğru bilgi verilmesinin, toplumdaki yanlış inanç ve kuşkuları gidererek sosyal mesafeyi ve ruhsal hastalıklara yönelik korkuları azaltabileceğini düşündürmektedir.
Sonuç Olarak:
Modern dünyada artan bilgi paylaşımına rağmen psikiyatrik hastalıklarla ilgili damgalamanın devam ettiği görülmektedir. Damga karşıtı girişimler, toplum eğitimi, psikiyatrik hastalarla toplum arasındaki bariyerlerin kalkması ve temasın artırılması, tıbbi hizmet verenlerin ruhsal hastalıklarla ilgili bilgisinin artırılması, medyanın damgalayıcı unsurlarının denetlenmesi gibi konulara odaklanmalıdır. Ancak gözden geçirilen çalışmalarda kendi kendini damgalama da önemli bir sorun olarak saptanmıştır. Bu nedenle damga karşıtı çalışmaların odağında psikiyatrik hastanın algıladığı ayrımcılığı ve kendisine yönelik geliştirdiği olumsuz duyguyu azaltma da yer almalıdır. Ruhsal hastalık damgasının azaltılması için uzun soluklu ve işbirliği içinde ilerleyen çabalara gereksinim vardır.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Avcil, C., Bulut, H., & Hizli Sayar, G. (2016). Psikiyatrik hastalıklar ve damgalama. Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2,175-202
Gönderinin Yazarı

Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi . Nöropsikoloji, psikoseksüel bozukluklar ve psikoterapi ilgi alanlı keşif sever.