İnsanoğlu sosyal bir varlıktır ve doğası gereği topluluklar içinde yaşamaktadır. İçinde yaşadığı topluma ait olma ve ondan kabul görme, kişiyi psikolojik ve fizyolojik açıdan koruyucu özelliklerken; toplum tarafından dışlanma ve reddedilme, kişi üzerinde olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Dolayısıyla kabul görmeye olan ihtiyaç ve reddedilmekten kaçınma, insanoğlunun anlamlı ve olumlu bir yaşam geçirmesi açısından kilit nokta olarak görülmektedir. Öte yandan, kabul veya reddi belirleyen temel etken, kişinin çevresinden gelen mesajları nasıl algılayıp, anlamlandırdığı ve nasıl tepki verdiğidir.
Mesajları anlamlandırma/tepki verme süreci ise, kişinin ilk sosyal ilişki deneyimlerine, o dönemde neyi nasıl yaşadığına bağlı olarak değişim göstermektedir. Yaşanan ilk deneyimler, kabul edilme yönünde olduğunda, kişinin sonraki sosyal yaşantısı bundan olumlu etkilerken, reddedilme yönünde olduğunda, olumsuz etkilenmektedir. Bu noktada reddedilme, kişilerarası sosyal ilişkilerde bireyin önemli diğerleri ve birey açısından anlamlı olan sosyal gruplar (ebeveynler, yakın arkadaşlar, akranlar, romantik partnerler, vb.) tarafından kabul görmemesine bağlı olarak, kendisini daha az değerli hissetmesine neden olan bir durumdur.
Öte yandan reddedilme, sadece o deneyimi yaşarken acı veren bir olay değil; aynı zamanda, özellikle, bireyin yaşadığı ilk reddedilme deneyimleri, onun sonrasındaki sosyal etkileşimlerinin başarısını da etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla insanoğlunun potansiyel reddedilme ipuçlarına daha duyarlı olması beklenmedik bir şey değildir. Ancak, yaşam boyu, kişiler, birçok kere reddedilme deneyimi yaşamalarına rağmen; bazı kişiler, bu deneyimlerini olumlu yorumlamakta ve ilişkilerinde ılımlı olmayı sürdürmekte iken; bazıları ise, bunları kendilerine karşı yapılmış maksatlı bir hareket olarak algılamakta ve aşırı tepkide bulunmaktadırlar.
Nitekim başarılı sosyal ilişkiler sürdürmenin odağında, reddedilmeye karşı kişilerin ne kadar duyarlı olduğu yatmaktadır. Anılan noktalardan hareketle, reddedilme duyarlılığının ne olduğu, nasıl oluştuğu ve reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişilerin yaşadıkları duyguları, bunu sosyal ilişkilerine nasıl yansıttıkları ve bu durum ile nasıl baş edebileceklerinin incelenmesinde, hem gelecekte yapılacak ilgili bilimsel araştırmalara hem de bireyin gerek psikolojik gerekse fizyolojik sağlığını koruma ve iyileştirmeye yönelik yapılabilecek toplumsal çalışmalara taban hazırlanması açısından, yarar görülmektedir.
Reddedilme Duyarlılığı
Reddedilme duyarlılığı, reddedilmeyi kaygıyla bekleme, algılamaya hazır olma ve reddedilmeye karşı aşırı tepki gösterme olarak tanımlanmaktadır. Reddedilme duyarlılığına sahip kişiler, reddedilmeye karşı aşırı hassasiyet göstermekte ve bunun sonucunda da her türlü ilişkilerinde kaygıyla reddedilmeyi beklemektedirler. Dolayısıyla bu kişiler, reddedildiklerinde ya da belirsiz bir davranışla karşılaştıklarında, bunu direkt reddedilme olarak algılamakta ve bu duruma aşırı tepki göstermektedirler. Ve bu dinamik bir kere oluştuktan sonra bu kişiler, hayatları boyunca karşılaştıkları her türlü ilişkide, bu beklentiyi genellemeye yatkın hale gelmektedirler.
Dolayısıyla, reddedilme duyarlılığı, hayat boyu devam eden bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dinamik iki varsayımdan yola çıkmaktadır. Birincisi, kabul-ret, bilgi işlemenin ayrıcalıklı bir boyutudur ki, bu da, insanların hayatta kalması için birbirlerine ihtiyacı olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Sosyal bağlar hem zihinsel hem de fiziksel iyi oluş halini desteklemektedir. Dolayısıyla bu bağların olmamasına yönelik olası tehditler, insanoğlunu ortak yarara uygun davranmaya teşvik etmektedir.
Böylece kabulün kazanılması ve reddedilmeden kaçınma, motivasyonel bir güç olarak görülmektedir. İkinci varsayım ise, reddedilme duyarlılığının, biopsikososyal tarihimizin bir ürünü olduğudur. Yani, tehdide karşı sahip olduğumuz doğal biyolojik reaksiyonlarımızla bağlantılı olarak, deneyimlerimizle, kabul edilme veya reddedilmeyi beklemeyi öğreniriz. Kabul edilme veya reddedilme beklentilerimizin öğrenilmiş doğası, reddedilme kaygısının ortama özgü olabileceğini göstermektedir.
Yani kişi belirli insanlardan (ebeveynler) veya belirli gruplardan (okul arkadaşları) reddedilmeyi beklemeyi öğrenebilmektedir. Öte yandan ilgili literatür kabul görmeye olan ihtiyacımızın evrensel olduğunu; ancak insanların, kabul görme veya reddedilmeye ilişkin bilgileri nasıl işlediklerine göre farklılık gösterdiklerini belirtmektedir Yani reddedilme duyarlılığı, bilişsel-duygusal bilgi işleme dinamiğine sahiptir.
Reddedilme Sonrası Reddedilme Duyarlılığının Kişilerarası İşleyişe Etkisi
Daha önce de belirtildiği gibi, reddedilme duyarlılığı, davranış ve psikolojik işleyişi birçok yönden etkileyen savunma amaçlı bir motivasyonel sistem olarak hizmet etmektedir.
Bu noktada, reddedilme duyarlılığına sahip kişilerin, reddedilme beklentilerine iki şekilde tepki verdikleri görülmektedir. Reddedilme nedeni olarak kendisine yükleme yapanlar, kaygılı reddedilme duyarlılığına sahip olmakta ve reddedilme durumunda içe yönelim türü (kaygı, geri çekilme, depresyon gibi) tepkiler vermekte iken; reddedilmenin
nedeni olarak karşısındakine yükleme yapanlar, öfkeli reddedilme duyarlılığına sahip olmakta ve reddedilme durumunda, dışa yönelim türü (saldırganlık, öfke, kızgınlık gibi) tepkiler vermektedirler.
Reddedilme Duyarlılığı ile Baş Etme Yolları
Reddedilme duyarlılığına sahip olan kişilerin, reddedilme beklentileri ile olası olumsuz sonuçları arasındaki ilişki, yapılan çalışmalar ile desteklenmesine rağmen, reddedilme duyarlılığı olan herkes aynı kişilerarası problemi yaşamamakta ve bu duyarlılıktan aynı derecede etkilenmemektedirler. Bu farklılığın olası nedenlerini belirleyebilmek amacıyla yapılan bir çalışmada, kişilerin, reddedilme duyarlılığına aynı şekilde tepki vermemelerinin nedeni olarak, kişilerin kendilerini kontrol edebilme becerilerine sahip olmaları gösterilmektedir. Araştırmacılara göre, reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişiler, etkili öz düzenleme yöntemleri ile kendilerini istenmeyen tepkisel davranışlar göstermekten alıkoyabilmektedirler. Bu bağlamda, öz-düzenlemenin en önemli göstergesi de, çocukluktaki hazzı ertelemekten geçmektedir.
Dolayısıyla araştırmacılar yaptıkları çalışmada, yüksek reddedilme duyarlılığına sahip ama hazzı erteleme kapasitesine sahip olan kişilerin daha kontrollü bir şekilde davrandıklarını ve bunun sonucunda da hem sosyal ilişkilerinin hem de kendilik kavramlarının daha olumlu olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişilerin, öz-düzenleme yöntemlerinin önem arz ettiği; yüksek haz erteleme yeteneği ve kaçınmacı düzenleyici odaklı stratejileri kullanma becerilerinin, reddedilme duyarlılığının olumsuz etkilerini azaltan faktörler olabileceği görülmektedir.
Sonuç:
Reddedilmeyi kaygıyla bekleme, algılamaya hazır olma ve reddedilmeye karşı aşırı tepki gösterme bileşenleri ile tanımlanan reddedilme duyarlılığı; bilişsel-duygusal bilgi işleme süreçlerindeki bireysel farklılıklara vurgu yapmaktadır. Reddedilme duyarlılığı yüksek kişilerin, sosyal ilişkilerinde karşılaştıkları olası ret ya da belirsiz uyarıcıları direk ret algılamaları ve bu algıya yönelik verdikleri duygusal ve davranışsal tepkiler, kişilerin, diğerlerinden gerçek ret görmelerine neden olmakta; bu da bu kişilerin sosyal ve psikolojik uyumunu olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla reddedilme duyarlılığı, kişilerin sosyal ve özellikle romantik ilişkilerinde yaşadıkları sorunları anlamak açısından geliştirilmiş önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan, reddedilme duyarlılığı dinamiğinin, aslında benliği, diğer insanlardan ve/veya gruplardan gelebilecek olası retlerden koruma amacına yönelik, savunucu motivasyonal bir sistem olduğu da görülmektedir. Ancak bu sistem, minimum ya da belirsiz reddedilme ipuçlarına karşı otomatik olarak aktive olduğunda, savunma fonksiyonunu yitirmekte ve reddedilme, kendi kendini doğrulayan kehanet şeklinde, gerçekleşmektedir.
Reddedilme duyarlılığı kavramı ile ilgili ülkemizde yapılan çalışmaların oldukça sınırlı olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla ülkemizde bu konu ile ilgili bilgi eksikliğini kapatmak amacıyla daha fazla çalışma yapılmasında yarar görülmektedir. Öte yandan, ilgili çalışmaların Amerika ve Avrupa gibi bireyselliğin ön planda olduğu ülkelerde yapıldığı gözlenmektedir. Oysaki Türkiye gibi kolektivist bir toplumda, kişilerin reddedilmeye karşı duyarlılıklarının ne düzeyde olduğu, buna karşı nasıl tutum sergiledikleri ve anılan duyarlılığın olası yıkıcı etkilerini bertaraf edebilme yönünde neler yapılabileceğinin belirlenmesinin, toplumun psikolojik sağlığı açısından önem arz edeceğini düşündürmektedir.
Kaynak ve İleri Okuma :
- Özen, D. Ş., & Güneri, F. K. (2018). İlişki Başarısının Temel Belirleyicisi: Reddedilme Duyarlılığı.