Elimde salgından dolayı ertelendiği için gidemediğim konserin bileti, sevdiğim bir müzisyenin veya grubun konserine gittiğimde yaşadığım o benzersiz anları düşünüyorum. Konser deneyimim çok az olmasına rağmen bir konsere gittiğimde konser başlamadan nasıl bir duygu durumunda olursam olayım konser sırasında farklılaştığımı, hayatımda biriktirdiğim ve boşuna yer tutan fazlalıklarımdan kurtulduğumu hissediyorum. Konserin dinleyici kısmında olmama rağmen adrenalin damarlarımı mesken tutmuş oluyor ki bunun müzisyen tarafını düşünemiyorum bile.
Müziğin farklı farklı insanları, belki de asla bir araya gelmesi mümkün olmayan insanları bir araya getiren o birleştirici etkisini canlı canlı o sırada görmek, konseri müthiş bir deneyime dönüştüren en önemli özellik bence.
Belki kapalı bir alanda belki de açık havada yan yana durup omuz omuza o sırada çalan şarkılara eşlik etmek, evde tek başına kulaklıkla dinlerken verdiği keyiften çok daha fazlasını veriyor bana ki ben kulaklıkla ve müzikle yaşayan, bundan da büyük bir mutluluk duyan biriyimdir.
Birbirinden farklı yaşam tarzları, zevkleri, beğenileri olan insanların güzel bir ezginin peşine düşüp bir araya gelmesi beni çok heyecanlandırıyor, içim içime sığmıyor. Konser öncesi yabancı olduğum ve belki de çekindiğim insanlarla konser sırasında omuz omuza veriyoruz, sahnedeki müzisyenler şarkıdan şarkıya, duygudan duyguya geçerken bütün o baş döndürücü akışa ayak uyduruyoruz, eşlik ediyoruz ve hiç tanımadığımız insanlarla müthiş bir deneyim yaşıyoruz. Konser sonrasında ise benzer duyguları paylaştığımız ve hatta müzik bize ne hissettiriyorsa onu dışarı yansıtarak bir tür toplu katarsis yaşadığımız için artık o insanlar bana hiç yabancı gelmiyor.
Evimde yalnız başıma dinlediğim ve bazen bir yaraya bastığı, bir yarayı hatırlattığı için hüzünlendiren belki de ağlatan bazen yerimde duramayıp zıp zıp zıplatan, dans ettiren bazen de sadece sakinleştiğim ve huzur bulduğum o şarkıları birbirinden alakasız insanların oluşturduğu o kalabalıkla birlikte söylemek –tabiri caizse haykırmak– bütün o başa çıkmaya çalıştığım duyguları yaşayanın yalnız ben olmadığımı hissettiriyor. “Evet, bir yerlerde benim gibi bu şarkılarla eğlenen, üzülen, ağlayan veyahut dans eden birileri var ve ben o birilerini tanımasam da müzik aracılığıyla görülmeyecek bir bağlantı kurmuş oluyorum.” diye düşünmeme yol açıyor.
Ne diyordu Zeki Müren, o klasikleşmiş musikisinde: “İnleyen nağmeler ruhumu sardı, bir rüya ki orda hep şarkılar vardı.” Tıpkı bu şarkıda sanat güneşimizin söylediği gibi, insanın ruhunu saran, ruhunda sızlayan nağmelere şarkılar koşup yetişiyor, bazen tuz basıyor bazen derman oluyor. Bu az ya da çok kulağında müzik çınlayan, şarkılar olan her insan için geçerlidir fakat yalnız başımıza kaldığımızda her şey sadece bizimle ilgili görünüyor. O coşkun duyguları sadece biz yaşıyormuşuz ve her şey bizim başımıza geliyor gibi oluyor ama bir şarkı dinlediğimizde “Aa, ben de işte böyle hissediyorum. Anlatmak istediğim tam da buydu!” diye diye hayret ediyoruz. Bu açıdan bazı şarkılar, bize insan olduğumuzun, sorunlar yaşayabileceğimizin ve bu sorunları atlatabileceğimizle ilgili motivasyon sağlıyor. Bazen de şarkılar hiç yardımcı olmuyor ve hayatımızın, dünyanın acı gerçeklerini yüzümüze vuruyor. Ama benim için bu hiç önemli değil. Hayat nasıl bir düşmeyle bir kalkmayla dengesini bulmaya çalışıyorsa şarkılar da bazen bizi yükseltiyor bazen de durulmamıza neden oluyor.
Hayatım boyunca insanlara çeşit çeşit duygular yaşatan, insanların söylemek isteyip de bazen utangaçlıktan bazen korkudan bazen de kabiliyetsizlikten dolayı söyleyemediklerini haykıran, konserlerde karşılarında onlarca, yüzlerce, binlerce dinleyici bulan müzisyenlere özenmişimdir. Müzisyenlerin dinleyicileriyle buluştukları ve dinleyicilerin hepsinin birleşip sanki tek bir kişiymişçesine şarkılarına eşlik ettiği konser alanında hissettikleri o yoğun duyguyu yaşamak istemişimdir fakat maalesef herhangi bir müzikal yeteneğim olmadığı için ömür boyu dinleyici kalacağım ve o duyguya yabancı kalacağım. Yine de dinleyici olmak da biraz olsun o duyguya yaklaştığımı hissettiriyor bana.
Müziğin yeri hayatımda çok büyük ve her sıkıştığımda, kendimi ifade edemediğimde ona sarılıyorum ve benim yerime duygularımı ifade etmesini istiyorum. Bu ay böyle bir yazı yazmak istememin sebebi de buydu fakat müzikle ilgili o yoğun hislerimi anlatabilecek kabiliyette değilmişim. Şu an bunu üzülerek fark ediyorum. Ben de bu yüzden sözü Barış Manço’ya bırakarak bitirmek istiyorum yazıyı. “Çatlamış dudağımda ne bir ses ne bir nefes/ Uzaklarda bir yerlerde, türküler söyleniyor.”
Türkülerin hep birlikte söyleneceği günler yakındır. Ne dersiniz o günler geldiğinde biz de belki öyle bir yerde buluşur ve omuz omuza eşlik ederiz şarkılara?
Psikiyatri Hemşireliği yüksek lisans öğrencisi. Yoğun bakım hemşiresi. Müziğe aşık. İnsan beyninin gizemlerine hayran. Gelip geçici bir insan.
E-posta: hazalsevindik@hipokampusakademi.com
Müzik kadar, sözler de ilgini çekiyor gibi görünüyor. Bu yazıyı okuyunca benim de sözlerden çok notalara, besteye odaklandığımı fark ettim. Sözler üzerinde sanırım biraz çalışmalıyım. 🙂