İnsan olmanın gerektirdiği durumlara genelde “bir başkasının acısına üzülmek” diye bir tarif eklenir ancak bu her zaman böyle değildir. İnsan kendi acılarından anlam bulabildiği kadar, bir “başkasının” acısından da anlam bulabilen bir varlıktır.
Beklemediğimiz yahut başımıza gelmesini istemediğimiz bir durum ile karşılaştığımızda, bu durum bizim için son derece acı verici olsa da bizim dışımızda da benzer durumları yaşayan bireylerin olduğunu bilmek istemsiz bir mutluluk duygusu verebiliyor. Bu da her yerde insan için söylenen “bir başkasının acısını hissetmek” durumunu yanlışlayabiliyor. Belki buradaki “başkasının acısını hissetmek” önermesinden de anladığımız his; yalnızca üzüntüdür, oysa mutluluk da bir his. Dolayısıyla “başkasının acısını hissetmek”, başkasının acısından mutlu olmak anlamına da gelebilir.
Şimdi bu konuya nereden geldik? 20-21 Aralık 2019 tarihleri arasında Üsküdar’da Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde İYİ Sosyal Kooperatif Girişimi ve Psikiyatri Hemşireleri Derneği iş birliği ile “1. Topluluk Temelli Hizmetler ve Akran Desteğinin Önemi Sempozyumu” gerçekleştirildi. Konuşmacıların %70’i hizmet alan bireylerden oluşuyordu. Bir araya gelmek; yalnız olmadığını görmek, benzer sıkıntıları başkalarının da çektiğini görmek bir güç duygusunu uyandırıyordu.
Tabii burada tek detay bir araya gelmek değil. Birbirlerine deneyimlerini anlatmak, aktarmak; aynı zamanda bir başkasının kullandığı işe yarayan önerileri de kullanabilme anlamına geliyordu. Aslında bunu çeşitli hasta ve hasta yakınları dernekleri, grup terapileri ve çeşitli grup çalışmaları da sağlayabiliyor. O zaman bu sempozyumun bence “ezber bozan” (bu kelimeyi gazeteciler çok seviyor sanırım) tarafı neydi?
Söylemek gerekir ki bugüne kadar birçok etkinliğe katıldım. Bu etkinliklerde çoğu zaman literatür bilgileri, çeşitli hocalar, uzmanlar konuşuyordu. Perspektif de genelde uzmanların “Nedir?” ve “Ne yapabiliriz?” sorusu üzerine oluyordu. Bu etkinlikte de benzer sorular soruldu elbette ama farklı insanlar tarafından. Hizmet alan bireyler, kendi iyileşme süreçlerinin sorumluluğunu almak isteyip “Biz ne yapabiliriz?” şeklinde düşünce üretiyorlardı.
Yine birçok etkinlikte ruhsal sağlık genelde sadece “tıbbi” açıdan ele alınıyordu. Oysa ruh sağlığı sorunları yaşıyorsanız, tıbbi kısım bunun yalnızca bir bölümünü oluşturuyor. Bunun haricinde işe girme, insan hakları ihlalleri, engellilik, toplum tarafından barındırılma, kabul, saygı, aile destekleri ve sosyal yardımlar gibi pek çok kısımda da sıkıntılar oluyordu. Tüm bu açılardan bakıldığında bu tür etkinlikler sadece “tıbbi” açıdan ele alınırsa, çok büyük sınırlılık oluyordu. Bu sempozyum, bu tür meselelerin yalnızca “tıbbi” açıdan ele alınmaması gerektirdiğini gösterdi.
Uluslararası katılımlı olan bu sempozyuma Mental Health Europe (Avrupa Ruh Sağlığı Ağı) başkanı, kendisi de psikiyatri hemşiresi olan Jan Berndsen ve Enik Recovery College (Enik İyileşme Koleji) akran lideri Martijn Kole katıldı. Hollanda’da yer alan modelleri anlattılar. Dikkatimi en çok çekenlerden birisi; Martijn Kole’un, “Hasta hakları açısından ben bir şeyler yapmak istiyordum ancak tektim, yalnız hissediyordum. Jan da (psikiyatri hemşiresi) hizmet sağlayıcılar arasında insan haklarına uygun girişimlerde bulunmak istiyordu, o da kendi meslektaşları arasında yalnızdı. Biz ikimiz bir araya gelerek güç oluşturduk” demesiydi.
Jan’ın da söz alıp “İnsanlar bu modeli gördükten sonra bana ‘İkinci bir Martijn var mı?’ ya da ‘Senin Martijni biz de ödünç alabilir miyiz?’ gibi sorular soruyorlar. Ben de onlara ikinci bir Martijn olmadığını söyleyip, ikinci Martijn’leri kendilerinin oluşturması gerektiğini söylüyorum” demesi anlamlıydı.
Sempozyumda konuşmacılardan birisi de serebral palsi hastası ve %98 engellilik raporu olan Mediha Bozkır Yıldız’dı. Mediha Hanım’ın bana kattığı ise; %98 engelli olmasına rağmen mutlu ve huzurlu olmanın, durumdan bağımsız olduğunu göstermesiydi. Kendisi engelli olsa da, pek çok kişinin itirazına rağmen evlenmişti ve o süreci hayatının en mutlu zamanları olarak adlandırıyordu. Bu açıdan bakıldığında engellerin yine “zihnimizde” olduğunu bir kez daha görmüş oldum.
İtiraz ettiğim noktalardan birisi de şu; pek çok “özel” günü kutlamıyorum. Bunların içerisinde 3 Aralık’ta kutlanan Dünya Engelliler Günü de var. Maalesef bilmek ile uygulamak birbirinden farklı şeyler. Her 3 Aralık’ta engellileri hatırlayıp çiçek veren ve ardından bir sonraki 3 Aralık’a kadar onları unutan bir toplumuz. Bu etkinlikte de etkinlik salonunda engelli aracı rampası bulunmuyordu. Mediha Hanım’ın tekerlekli sandalyesini 4 kişi kucaklayıp, salona o şekilde getirdik ve salondan o şekilde götürdük. Umarım bu günler; vicdan mastürbasyonu haricinde de bir şeyler yapmak için gerçek bir “farkındalık” sağlama anlamına gelmeye başlar.
Pek çok şeyde olduğu gibi bu tür organizasyonlar da yine “birilerinin” emeği ile organize ediliyor. Sistem, düzeni seviyor. Sistem içerisinden yeni sistemlerin doğması uzun sürebiliyor. Sancılı bir süreç oluyor. Sistemin değişmesinde ise yine sistemin içerisinde bir şekilde yöneticilik kademesine gelebilen kişilerin kendi düşünce tarzları devreye giriyor. İnsan haklarına önem veren yöneticilerin zamanında kurumlarda bir hareketlilik sağlansa da ilgili yönetici, kurum dışına çıktıktan sonra tüm eski düzen geri dönüyor.
Ben, insanların en nihayetinde konformist (rahat alan) -uğraştırma bizi şimdi- yapıda olmalarına bağlıyorum bu durumu. Bu konforcu yapı bizlerde de var. Alıştığımız ve kolay olan düzeni değiştirmek istemiyoruz. Sınırlar dışına çıkmak hem belirsizlik hem de uğraş barındırıyor. İşini en az yorulacak şekilde yapıp, paranı alıp, takılmak varken ve üstelik bu tür hastalık durumların da yoksa niye bunlarla uğraşasın? İşte uğraşanlar var. Bunlardan birisi de Fatma Zengin.
Etkinliğin ana düzenleyicisi İYİ Sosyal Kooperatif Girişimi’ydi. Bu kooperatif girişiminde de bireyler eşit haklara sahip olsa da uzman psikolojik danışman ve rehber Fatma Zengin’in emeği çok büyüktü. Sempozyum boyunca, dokunduğu insanlardan da birçok geri bildirim aldı. Güzel ilişkilerin kurulduğu ve önemli bakış açılarının kazanıldığı bir sempozyuma aracılık etti. Birçok kişi için hayatında dönüm noktası olan bir insan, birçok insanın hayatına direkt etki eden bir isim. Ben de şahsım adına -bir insan olarak- kendisine teşekkür ediyorum. Ne diyoruz; “En sevdiğimiz zengin, Fatma Zengin”. Fatma Hanım ile de bir YouTube röportajı çekmiştik ancak çeşitli teknik sorunlar nedeniyle yayınlayamadık. En kısa sürede tekrar çekiyor olacağız.
Kaçıran ve gelemeyenler için bir bilgi daha vereyim; sempozyum bir kez yapılıp bırakılmak yerine, sempozyumun devamının da getirilmesi planlanıyor. Yakın zamanda da sanırım sempozyum sonuç bildirgesi de yayımlanacak. Bunun için sosyal medyadan İYİ Sosyal Kooperatifi Girişimi hesaplarını takip edebilirsiniz. Sempozyum kaldığı yerden, ilerleyici bir biçimde devam ediyor olacak. Kim bilir; belki bir gün kongresi de yapılır -inşallah-.
Bu yazıyı Üsküdar – Çekmeköy metrosunda yolculuk yaparken yazdım. İleride aklıma gelenlerle birlikte belki birkaç yazı daha yazarım. Sempozyuma katkı verenlere; bilhassa Kader, Mücahit, Meral, Fikret, Sibel, Ebru, Gülseren Hanım, Umut Bey, Oğuz Bey, Mediha Hanım, Meri Hanım, Sevil Hanım, Onurcan Bey, Ayşe Hanım, Hilal Hanım ve Doç. Dr. Fahriye Oflaz, Doç. Dr. Gonca Polat, Volkan Bey’e, Hakan Bey’e, kayıt masasındaki arkadaşlarımız Sümeyye ve diğerlerine -isimlerini bilmiyorum-, diğer katkı sunanlara, katılımcılara ve gelecekte ikincisini düzenleyeceğimiz zaman katkı sunacaklara şimdiden teşekkürler 😊
Bu tür etkinliklere katıldığım vakit, etkinlik sonrası bu tarz yazılar yazmam hakkında ne düşündüğünüzü merak etmekteyim. Bu türde ilk kez yazdım. Herhangi bir sorunuz ve katkınız için bana ulaşabilirsiniz, çok da memnun ve motive olurum: enes@hipokampusakademi.com

Psikiyatri hemşireliği alanında uzman hemşiredir ve acil serviste çalışmaktadır.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com