Metrobüs; güzel İstanbul’umuzun çilesi mi yoksa trafik kurtarıcısı mı bilemiyorum ama burada yaşayanların sürekli kullandığı bir toplu taşıma olduğunu biliyoruz. Şimdi metrobüste sabah saatlerinde yolculuk yaptığınızı düşünün. İçerisi hınca hınç dolu. Adeta yanınızdaki insanla kol kola temas ederek yolculuk yapıyorsunuz. Ne kadar hoşlanmasanız da bu durumun geçici bir şey olduğunu, o duruma özel yaşandığını biliyorsunuz. Peki ya metrobüs boş olmasına rağmen biri gelip size temas ederek yolculuk yapsa? Bu sefer gerçekten büyük bir rahatsızlık duyarsınız çünkü o kişi sizin kişisel alanınıza izinsiz ve gereksiz bir şekilde girmiştir.
Hayatımızın birçok bölümünde de insanlar izinsiz ve gereksiz yere yaşantımızın içerisine girebiliyorlar ta ki biz dur deyip bir sınır çizene kadar. Sınır dediğimiz şey bizim kişisel alanımızı oluşturduğumuz fiziksel ve duygusal bölümlerdir. Fiziksel sınırları çizmek çoğumuz için çok zorlayıcı gözükmüyor ancak duygusal sınırlar noktasında da başarı gösterebiliyor muyuz acaba?
Şöyle bir örnek üzerinden düşünelim; belirli bir miktarda para biriktirdiniz ve kendiniz için bir yatırım yapmak ya da güzel bir tatil yaparak yılın tüm yorgunluğunu atmak istiyorsunuz. Çok samimi olduğunuz bir arkadaşınız ise zor duruma düştüğünü belirterek, sizin de paranız olduğunu bilerek sizden borç para talep ediyor. Siz ona yardım etmezseniz mahvolacağını, parayı en kısa sürede size tekrar geri ödeyeceğini söylüyor. Ve sizinle olan dostluğuna güvendiğini belirtiyor. Bu durumda ne yaparsınız? Ne yapmalısınız? Seçenekleriniz belli aslında. Ya kendi düşüncelerinizden vazgeçerek arkadaşınıza yardım edecek ve kendi isteklerinizi bu noktada feda edeceksiniz ya da arkadaşınıza hayır diyerek ricasını reddedeceksiniz. Her iki seçenekte size kalmış. Ancak bu tarz durumların çoğunda, siz, genellikle belirli bir yolu izliyorsanız yani ya hep kendinizi feda ediyor ya da hep karşınızdakini reddediyorsanız bu noktada sınır koyma ile ilgili bir probleminiz olduğunu düşünebiliriz. Çünkü genel olarak kendi işinizi ve yapmanız gerekenleri feda edip başkasına yardım ediyorsanız sınırlarınızın net ve belirgin olmadığı, bu sınırların çoğu zaman aşılabilir olduğu gözler önüne serilmektedir. Aksi durumda da (çoğu zaman reddedici olma) sınırlarınızın çok katı, hiç esneklik göstermeyen bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz ki bu da aslında bir sınır koyma problemidir.
Sınır koyma davranışının önündeki en büyük engel ise “hayır diyememek”tir. Hayır demek bizim için o kadar zor bir şeydir ki adeta söylediğimiz takdirde cennetten kovulacakmış gibi hissederiz. Genellikle bundan kaçınırız. Bu sayede de istemediğimiz işleri yapmak, istemediğimiz yerlere gitmek, istemediğimiz insanlarla görüşmek ve iletişimde olmak zorunda kalırız.
Yakınınızın sizden bir iş için yardım istediğini düşünelim. Sizin de yetiştirmeniz gereken bir iş var ve tüm gün bununla uğraşmak durumundasınız. Ama karşınızdaki kişi sizden bir şey talep ediyor ve siz hayır diyemediğiniz için vaktinizin önemli bir kısmını sizin için gereksiz olan bir işle geçiriyorsunuz. Tanıdık geldi mi? Hayır diyemediğiniz, sınır çizemediğiniz için aslında sıkışıp kalıyorsunuz. Bu size kendinizi kötü de hissettiriyor. Enerji kaybı, zaman kaybı yaşıyor, kendinize olan saygınızı yitiriyor ve dahası kaygı yaşamaya başlıyorsunuz. Bunların hepsi sınır koyma ve hayır deme ile ilgili yaşadığımız problem bazlı oluyor genel itibari ile. Temelde hayır diyememenin ya da sınır koyamamanın altında çeşitli sebepler yatmaktadır. Terk edilme korkusu, özerklik ihtiyacının giderilmemiş olması, sevgi arayışı bunların başında gelmektedir. Ancak bu noktada önemli olan problemin kaynağına odaklanmak değil, problemin kendisini çözmektir.
Unutmayın sevilmek için “evet” diyenler sonunda hep yalnız kalır.
Peki hayır diyebilmek mümkün müdür? Ya da etkili bir hayır nasıl söylenir?
Hayır demenin belirli birkaç kuralı vardır aslında. Bunlardan ilki, hayır dediğimiz takdirde cümlenin devamında bir açıklama getirmemek ve üzüntü, suçluluk, pişmanlık gibi duygu yüklü ifadelere yer vermemektir. Şöyle ki; “Sana yardım edemem çok üzgünüm.” Dediğimiz takdirde karşımızdaki kişiye aslında şu mesajı vermiş oluyoruz: “Benim sana yardım etmem gerekirdi ama edemiyorum ve bunun için üzgünüm.” Burada herhangi bir zorunluluk söz konusu değil. Bu sebeple sadece hayır diyebilir ve yapamayacağımızı dile getirebiliriz.
Bir diğer kural hayır dediğimiz takdirde çözüm önerisi sunmaktır. Yani “Hayır sana borç para veremem ama senin için birkaç kişiye soracağım.” Şeklinde bir ifade de yine aynı şekilde aslında karşımızdaki kişiye yardım etmek bizim görevimizmiş ve yapamadığımız için suçluluk hissediyormuşuz izlenimi yaratmaktadır. Ki itiraf edeyim gerçekten de suçluluk hissederiz..
Son olarak ise “Normalde sana yardım etmezdim ama ‘bu seferlik’ edeyim.” Şeklinde bir cümle de aslında net olmayan bir cümledir. Karşımızdaki kişi bunu duyduğu takdirde bizim ikna edilebilir olduğumuzu düşünmektedir. Aslında yukarıda sözünü ettiğim şekilde ifade edilen ‘hayır’lar karşımızdaki kişiler için ‘evet’e dönüşmesi muhtemel cevaplardır. Bizim bu noktada ikna edilebilir olduğumuzu ve ısrar ettikleri takdirde istediklerini elde edeceklerini düşünmelerini sağlar, bir bakıma da öyle olmaktadır.
Sınırlarımızı belirlemek, hayır diyebilmek ve karşımızdakilere bu noktada direnç göstermek gerçekten zordur. Birden gerçekleşmesini ve buna alışmayı bekleyemeyiz, sabırlı ve kararlı olduğumuz takdirde bu kendiliğinden oturmaya başlayacak bir süreçtir. Ve bu sayede sınırlarımız ölçüsünde bireyselleşerek yaşantımıza devam ederiz.
Sınır bizi prangaya hapsetmez aksine bizi tüm zorunluluklardan kurtararak özgürleştirir.
Gönderinin Yazarı
Psikolojik Danışmanlık lisans, Klinik Psikoloji yüksek lisans mezunuyum. Özellikle çocuk ve ergen psikolojisiyle ilgileniyorum. Varoluşçuluk ve felsefe özel ilgi alanlarım arasındadır. Yaşam boyu öğrenme ve gelişmeyi destekliyorum. Hobilerim arasında keman-piyano çalmak, yüzmek, bilmediğim şehirleri, dilleri, kültürleri, lezzetleri, müzikleri ve kitapları keşfetmek yer almaktadır.
İçerik Üretim Komisyonu üyesiyim.
İletişim: mervesahinler@hipokampusakademi.com