Az bir şey duygularımızla hareket etmeye görelim “Duygularınla değil aklınla hareket et” diyen bir sesin uyarısıyla irkiliyoruz. Bu ses kimi zaman bizi tanıyan çevremizdeki bir dış sese ait olurken, kimi zamansa belki de en yabancı olduğumuz bir iç sese yani kendimize ait olabiliyor. Sanki yaşadığımız ve yaşayacağımız her şey mantık üzerine kuruluymuşçasına bir mantık sevdasıdır tutturmuş gidiyoruz. Halbuki bizi biz yapan şeylerden biri de duygularımız değil mi Duygularımızı arka planda tutup onlardan kaçarken ne kadar kendimiz olabiliriz?
Evrensel bir doğrudan bile bahsetmek çok zorken, başkalarının doğru kabul ettikleri şeyleri yapıp mantıklı olmaya çalışmak uğruna, kendimiz olmaktan kaçtığımızın farkında mıyız? Dağlar tepeler aşıp istediğimiz kadar uzağa da gitsek kaçtığımız şey kendimizken ne kadar uzaklaşmış sayılırız? Kaçmak dedik ya hani, aslında bu kaçmak olmaz olsa olsa kaçmayı zannetmek olur.
Kendimi daha iyi ifade edebilmek ve yanlış anlaşılmalara sebep olmamak adına birkaç şeyin altını çizmek istiyorum. Burada bahsetmeye çalıştığım, beki de eleştirdiğim şey mantığa veya mantıkla hareket etmeye karşı olmak değil. Mantıklı olabilmek adına duygularımızı göz ardı edip onları halının altına süpürmek yok saymak.. Duygularımızı görmezden gelerek onları yaşamamak hatta çoğu zaman bastırma yoluna gitmek. Duygularımızı tanımak kadar onları kabul edip ifade edebilmenin de önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü ifade edilemeyen duygular zamanla bizi bize yabancılaştırıyor.
İçimiz sıkılıyor bunalıyoruz, kimi zaman olduğumuz yere sığamadığımızı hissediyoruz. Bazense yaşamın bizim için anlamını kaybettiği anlar oluyor ama anlamlandıramıyoruz ne olduğunu. Bir yerlerde bir sıkıntı olduğunu hissediyoruz ama çözemiyoruz sebebini.. Kim bilir belki de bunlar kendimize yabancılaşmanın birer işaretidir..
Duygularımızdan ve onları kabullenip ifade edebilmenin, kendimiz olabilmek için gerekliliğinden bahsettik. Peki kendimiz gibi davranabilmek, kaçımız bunu başarabiliyor? Birtakım ortamlara kabul edilebilmek veya sırf insanlar bizi sevsin “..aaa falan kişi ne kadar da iyi insan” desinler diye aslında olmadığımız bir role bürünmek de en az duygularımızdan kaçmak kadar tehlikeli değil mi?
Uzun süredir düşünüp duruyorum “Kadıköy veya Eminönü gibi kalabalık bir meydana gitsek ve ilk gördüğümüz 100 kişiye ; Hoşgörülü müsünüz ya da farklılıklara saygılı mısınız? diye sorsak aldığımız cevaplar nasıl olurdu? Kaç evet kaç hayır gelirdi?” Muhtemelen sorduğumuz kişilerin tamamına yakını farklılıklara saygılı ve hoşgörülü olduğunu söylerdi.. Madem hemen herkes saygılı ve hoşgörülü olduğunu iddia ediyor o zaman bu anlaşmazlık ve kavgaları çıkaranlar kim?
Herkesin düşüncelerini özgürce ifade edebilme hakkı var diyoruz ama düşüncesi sırf bizimkine uymuyor farklı düşünüyor diye linç ediyoruz. Bir yandan ayrımcılığa karşı olduğumuzu söylerken, diğer yandan bizden olmayanı ötekileştirmeye tam gaz devam ediyoruz. Şiddeti de unutmamak lazım. Sağlık çalışanlarını günlerce balkonlarda ellerimiz kızarana kadar alkışlıyor, ardından iki gün önce onlar için alkış tutan o elleri bu sefer onlara şiddet için kaldırıyoruz. Ama soran olursa saygılıyız! Hele bir saygısız desinler onları da döveriz ne de olsa hoşgörülüyüz.
Tüm bu ikilemler içerisinde çoğu zaman omuzlarımızın üstünde bir yük gibi hissettiğimiz tüm bu sahte rollerden ve gerekliliklerden sıyrılarak söylediklerimizi ve yaptıklarımızı bir kez daha tartacak olsak hangisi ağar basar? Söylediğimizin ve davrandığımızın ne kadarıyız?
Hiç şüphesiz hemen hepimiz bugünlere gelinceye kadar türlü türlü zorluklarla baş ederek, bazı bedeller ödedik veya ödüyoruz. Umarım iç dünyamızla ile barışık olmak ve üstümüze emanet gibi durup aslında bize hiç de ait olmayan o sahte rollerden arınıp kendimiz olabilmek için tavukların çiçek açıp ellerinde poğaçalarla bize gelmesini beklemeyiz😊
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hemşirelik Bölümü 2020 Mezunudur. Klinik hemşire olarak çalışmaktadır. Nöropsikiyatri, şizofreni, kişilik bozuklukları ve psikolojik deneylere ilgili. İnsana faydalı olan her türlü etkinlikte yer almaktan, araştırma yapmaktan hoşlanır.
E-Posta : sulenureski@hipokampusakademi.com
Aslında hayatta mantığın çok kutsandığını, duygulardan kaçınmak gerektiğini görüyoruz. Buna mantığın güç, duygunun güçsüzlük olduğu bakış açısı da dahil. Oysa tam tersi, duygusal olabilmek güç bence.
Benim içinse duygusal veya mantıksal olabilmekten ziyade ortayı bulabilmek güç.. 10 üzerinden 7.5 duygusallıkta biri olarak duygusallığımın zaman zaman hayatımı çok zorlaştırdığını söyleyebilirim 🙂