İlkay Boz ve ekibinin 2018 yılında “İnfertilitede Anne Olma: Kuramsal Bir Analiz” isimli yazdığı Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar Dergisi‘nde yayınlanan makalenin verilere göre:
Toplumsal Olarak Annelik
Bütün dünya toplumlarında olduğu gibi, Türk toplumunda da evlilik, çocuk sahibi olmayı beraberinde getirmektedir. Ülkemizde evlilikten sonra çocuksuz bir aile düşünülemediği gibi, çiftlerden çoğunlukla hemen çocuk yapması beklenir. Hatta ilk çocuk doğduktan sonra çiftlere en sık yöneltilen soru, ikinci çocuğun ne zaman yapılacağıdır. Toplumsal cinsiyetçi rol kalıpları, kadının kadınlığını, annelikle özdeşleştirerek yetiştirilmesine, anne olma mertebesine ulaşmanın saygınlık kazanmak anlamına gelmesine ilişkin şemalarla büyümesine neden olmaktadır. Toplumsal olarak inşa edilen cinsel kimlik ve cinsiyet rolleri kadınların bedensel bütünlüğünü etkilemektedir. Öyle ki “anne olmak”, kadının “gerçek bir kadın” olduğunu göstermenin en önemli yollarından biri olarak görülmektedir.
Beauvoir’a göre, erkeği “özne” ve kadını “öteki” yapan tarihsel süreçte, erkek çalışan insan, kadın ise çocuk doğurmanın kölesi olmuş, annelik bedensel bir yazgı, biyolojik bir kader olarak dayatılmış, kadın ancak bu yolla kendini bütünleyeceğine inanmıştır. Kadın anne olarak doğmamakta ancak anne haline gelmektedir. Hatta çoğunlukla geleneksel/ataerkil toplumlarda, “kadın” ve “anne” sözcükleri eş anlamlı kullanılmaktadır. Her kadının çocuk doğurması fikri o kadar doğal görülmektedir ki, çocuğu olmayan orta yaşlarında bir kadının çocuk sahibi olmaması şaşkınlık uyandırmaktadır. Ülkemizden nitel bir çalışmada, anne olan kadının toplumda kabul gördüğü, anne olmayan kadının ise üretken toplumun dışına itildiği dile getirilmiştir.
Anne Olma Kuramı
Annelik, kadın hayatındaki önemli gelişimsel yaşam olaylarından birisidir. Anne olmak, bilinen güncel bir gerçeklikten, bilinmeyen yeni bir gerçekliğe ilerlemeyi içermektedir. Anne olmak bir geçiş, yeni bir benlik anlayışı elde etmek için amaçların, davranışların ve sorumlulukların yeniden yapılandırılmasını beraberinde getirmektedir. Kadın için yaşamsal olan bu süreçte, kaçınılmaz, uyum ve kabul gerektiren birçok biyo-psiko-sosyal değişiklik meydana gelmektedir. Anne olma sürecinde meydana gelen psikososyal gelişimin, doğrusal olan fiziksel gelişimin aksine, kadının uyarlanabilir işleyişinde artış sağlayan, sarmal hareket eden ve genişleyen bir şeması olduğunu ileri sürülmüştür.
Anne olma konusundaki temel kuramlar, Rubin’in Annelik Rolü Kazanma Kuramı ve Mercer’in Anne Olma Kuramı’nı kapsamaktadır. Rubin (1984) doğal gebelik sırasında başlayan, doğumdan bir ay sonrasına kadar devam eden annelerin rol kazanma sürecini, zihinsel bir deneyim olarak görmüştür. Rubin, gebelik süresince anne ve çocuk için güvenli bir gebeliğin sağlanması, çocuğun kabulünün sağlanması, annesinin bilinmeyen çocuğuna bağlanması ve anne kendi kendine bakım yapmaya yetecek kadar kendine güvenmesi olmak üzere dört görev tanımlamıştır.
Mercer, bu kavramları gebelik döneminden doğumdan sonraki dört aya kadar genişletmiş, ayrıca babanın rolü, annenin kendi hastalıkları ve yüksek riskli gebelik olasılığı üzerinde durmuştur. Mercer’e (2004) göre, annenin rolü gebelik ile başlar ve anne olma, farklı dönemleri kapsayan, potansiyel olarak birbirini izleyen dört aşamada gerçekleşmektedir:
- Karar ve hazırlık (gebelik)
- Tanışma, uygulama ve fiziksel iyileşme (doğumdan sonra ilk 2 hafta)
- Yaklaşan normalleşme (doğumdan sonra 2 hafta ila 4 ay)
- Annelik kimliğini elde etmek (4. ay civarında).
Kadının gelişmesi ve annelik sürecinde dönüşümü psikososyal gelişim ve geçiş kuramları ile uyumludur. Kadın, anne olma sürecinde anne kimliği elde etmesiyle kendini büyütür. Kuramda annelik kimliği, kadının kendisini içselleşmiş bir şekilde anne olarak görmesi anlamına gelmektedir. Kadının kişiliğindeki dinamik dönüşüm ve evrim anne olma sürecinin anahtarıdır. Nelson (2003), anneliğe geçiş üzerine yaptığı metasentez çalışmasında, anneliğe geçişin karar verme ile başladığını, kadının bireysel imkânlarının annelik rolü gelişimi etkilediğini belirtmiştir. Bu çalışmada kadının anne olma sürecinde sürekli bir gelişim ve dönüşüm yaşamakta olduğu belirlenmiştir.
Her kadının anneliğe geçiş deneyimi eşsizdir. Bu eşsiz deneyim, annenin yaşı, kişilik özellikleri, eğitim durumu, doğumla ilgili bilgi düzeyi, hazır oluşu, sağlık durumu, benlik kavramı, doğuma ilişkin algıları, sosyoekonomik statüsü, dini/kültürel inanç ve tutumları, ailenin fonksiyonu, eşin durumu, alınan sosyal destek, bebeğin sağlığı, mizacı ve gönderdiği sinyaller gibi değişkenlerden etkilenmektedir. Yeni normal aşamaya doğru ilerleyen kadın, geçmiş deneyimlerine ve gelecek hedeflerine göre kendisine ve ailesine uyacak şekilde annelik yapmaya başlar. Bilişsel yeniden yapılanma, bebeğin ipuçlarını ve bebeği için en iyisini öğrenirken ortaya çıkar ve yeni gerçekliğine uyum sağlar.
Maternal bağlanma, gebelikte başlayan, anneleri maternal yeterlilik edinmeye ve rolleri ile memnuniyet kazanmaya motive eden, annelik kimliğinin güçlü bir duygusal bileşenini oluşturan bir süreçtir. Bağlanma ebeveynlik rol ve kimliğinin bir parçasıdır. Kuramda kadının annelik rolüne bağlı yükümlülüklerini yerine getirirken yaşadığı zorluk ve çatışma “rol gerginliği-çatışması” olarak tanımlanmaktadır.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Boz, İ., Özçetin, E., & Teskereci, G. (2018). İnfertilitede Anne Olma: Kuramsal Bir Analiz. Psikiyatride Guncel Yaklasimlar-Current Approaches in Psychiatry, 10(4), 496-511.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com