Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Masallar
Masal, kaynağı yüzyıllar öncesine dayanan, içinde doğduğu kültürün izlerini taşıyan, kahramanları ve olayları genellikle olağanüstü özellikler taşıyan, kalıplaşmış sözlerle başlayan ve biten, zaman ve mekandan bağımsız oluşmuş, genellikle anlatıcılar tarafından aktarılan sözlü anlatım türüdür (Akar, 2006).
Masallar, genellikle halk masalları ve edebi masallar olmak üzere ikiye ayrılır. Edebi masallar yazarı belli olan ve toplumda görülen aksaklıkları dile getirmek, bir düşünceyi ortaya koymak gibi belli bir amaca hizmet eder. Halk masalları ise yazarı belli olmayan ve o kültürün hayata bakış açısını, toplumsal düzenini, aile yapısını, bireylerinin geleneklerini ve inançları içeren masallardır.
Masallar çocukların eğlenceli vakit geçirmelerini, uykuya hazırlanmalarını, ebeveynleriyle vakit geçirmelerini sağlamaktadır. Ancak masalların işlevi bunlarla sınırlı değildir. Masalın çocuk için anlamı görünenden daha derindir. Masal bir hayal disiplinidir, bilinç dışımıza işlenmiş kodlardır ve ortak bilinç dışımızın evrensel simgeleridir (Sezer, 2010). Masallar ayrıca toplumsal olarak kabul gören tutum ve davranışlar konusunda rehberlik etme, temel toplumsal kural ve normların gelecek nesillere aktarılması sürecinde de kritik bir rol oynamaktadır (Iğdır, 2014).
Toplumsal cinsiyet; biyolojik cinsiyetten farklı olarak toplum tarafından yüklenen, kadınlık ve erkeklikleri oluşturan roller ve beklentiler bütünü olarak tanımlanmaktadır (Öztunalı Kayır, 2015). İçinde yaşanılan toplum, kadına ve erkeğe hem farklı davranmakta hem farklı anlamlar yüklemektedir (Çetin Erüs & Gürkan, 2012). Çocuklar doğdukları andan itibaren toplumun cinsiyetlere atfettiği rollere maruz kalmaktadırlar. Örneğin; kız çocuklarına pembe renk, erkek çocuklarına mavi renk kıyafetler giydirilmektedir. Kız çocuklarına oyuncak bebekler alınırken, erkek çocuklara silah, araba vb. oyuncaklar alınmaktadır. Kadının duygusal, naif, itaatkar olması, ev işlerinden, çocuklarının bakımından sorumlu olması; erkeklerin de güçlü, otoriter, cesur olması, ağlamaması, evi geçindirmekten sorumlu olması toplumun cinsiyetlere atfettiği özelliklere örnektir. Toplumsal cinsiyet hem kadına hem erkeğe büyük sorumluluklar yüklemektedir ve iki cinsiyet üzerinde de baskı yaratmaktadır. Ancak kadına yüklenen roller onları pasif, hizmet eden, itaat eden, iş hayatında edilgen kılan nitelikte olduğu için erkeklere göre daha çok baskı yaratır (Artun, 2010).
Çocuklar toplumsal cinsiyet rollerini ailede öğrenebileceği gibi sosyal çevre, televizyon, dergi, çizgi filmler, öyküler, masallar ve ders kitaplarından da öğrenebilir. Çocuklar, masallar ile büyür. Masallarda bilinç dışı simgelerle sunulan toplumsal cinsiyet rollerini benimserler ve yetişkinlik hayatlarında bu rollere uygun davranmaya çalışır, karşılaştıkları insanlarda da bu rollere uygun davranışları beklerler.
Toplumsal cinsiyet; biyolojik cinsiyetten farklı olarak toplum tarafından yüklenen, kadınlık ve erkeklikleri oluşturan roller ve beklentiler bütünü olarak tanımlanmaktadır (Öztunalı Kayır, 2015).
Toplumsal cinsiyet rolleri hakkında yapılan araştırmalar, erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıklara neden olan özelliklerin doğuştan mı geldiği yoksa toplum tarafından mı öğretildiği konusu üzerinedir. Toplumsal cinsiyet rollerinin kazanılması üzerine geliştirilmiş iki farklı görüş vardır: Doğacı görüş ve gelişmeci görüş. Doğacı görüşe göre; erkeklerle kadınlar arasındaki farklar fiziksel ve biyolojik özelliklerinden kaynaklanır. İş bölümü bu farklılıklardan oluşturulmuştur. Erkekler kas gücünden dolayı avcı ve savaşçı olmuşlardır, kadınlar ise hem fiziki açıdan zayıf olmaları hem de çocuk doğurmaları sebebiyle evdeki işleri üstlenmişlerdir. Gelişmeci görüşe göre; gelişen teknolojiyle birlikte artık erkeklerin kas gücüne daha az ihtiyaç vardır. Bu nedenle kadınlar da erkeklerin yaptığın işleri yapabilir. Erkekler de toplumsal cinsiyet kuralları açısından kadına atfedilen ev işlerinin üstesinden gelebilir. Özetle; gelişmeci görüş, toplumsal cinsiyet rollerinin, bireyin yetiştiği çevrenin sosyal ve kültürel özelliklerinin bir yansıması olarak görmektedir (Ecevit, 2011).
Stoller’e göre toplumsal cinsiyet rolleri çocukluk dönemindeki erkeklik ve kadınlık tanımlamalarından oluşmuştur (Connell, 1998). Ann Oakley (1972), ‘Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet ve Toplum’ isimli kitabında toplumsal cinsiyet rollerinin doğal ve değişmez olmadığını, kültürel dayatmalarla öğretilmiş rollerin değiştirilebileceğini ortaya atmıştır (Yuval, 2003). Beauvoır ise “Kadın Doğulmaz Kadın Olunur” söylemi ile aslında kadın ve erkek cinsiyet rollerinin doğuştan getirilmediğine cinsiyet rollerinin sonradan öğrenildiğine vurgu yapmıştır (Beauvoır , 1993). Yapılan araştırmalar incelendiğinde birçok araştırmacı toplumsal cinsiyet rollerinin kültür tarafından öğretildiği konusunda ortak görüş bildirmişlerdir.
Toplumsal cinsiyet rollerinin öğrenilmesine ilişkin iki kuram yol gösterici niteliktedir: Freud’un Psikanalitik Kuramı ve Sosyal Öğrenme Kuramı. Psikanalitik kurama göre çocuklar, farklı psikoseksüel dönemlerden geçerek cinsiyete dair bilgiler edinirler. Bu bilgiler ve kodlar da çocuğun toplumsal cinsiyet rollerini öğrenmesinde büyük öneme sahiptir (Dökmen, 2004). Freud’a göre çocuklar cinsiyetler arasındaki farklılıkları fallik dönemde anlamaya başlarlar. Dönemin sonunda hemcins ebeveynle özdeşim kurarlar. Diğer önemli kuram ise sosyal öğrenme kuramıdır. Bu kurama göre çocuklar toplumsal cinsiyet rollerini gözlemlediği çevreyi taklit ederek ya da edimsel koşullanma yolu ile öğrenirler (Dökmen, 2004). Cinsiyetine uygun davranan çocuğun ödüllendirilmesi, uygun olmayan davranışlar sergilediğinde cezalandırılması edimsel koşullanma yolu ile toplumsal cinsiyet rollerinin öğrenilmesini ve benimsenmesini sağlar. Anne babasının davranışlarını, medyada gördüğü davranışları, hikayelerde ve masallarda okuduğu davranışları taklit ederek de toplumsal cinsiyet rolleri öğrenilir.
Masallar ve Toplumsal Cinsiyet
Masallar toplumsal kuralları nesilden nesile aktaran araçlardır. Çocukların uyması gereken kurallar periler, prensler, prensesler aracılığı ile aktarılır. Masallar toplum tarafından belirlenmiş rolleri çocukların hayal gücü aracılığı ile bilinç dışına ulaştırır. Masallardaki yetişkin karakterler çocuklara büyüdüklerinde hangi toplumsal rolleri benimsemeleri gerektiği konusunda rehberlik etmektedir.
Masalların içeriği felaketlerden kurtulmanın yolunu erkeğin bağımsız, güçlü, kurtarıcı rolleri ile işlerken, kadını bağımlı, itaatkar, erkeğine ve çocuğuna bakım veren, duygusal rolleriyle işlemiştir (Artun, 2010).
1. Kadının güzel olma zorunluluğu.
Masallarda feminen olmanın ön koşulu olarak sıklıkla kullanılan unsurlar güzellik, zayıflık ve gençliktir. Pamuk Prenses, Külkedisi, Sindrella, Uyuyan Güzel gibi masallarda kadının saygı ve kabul görmesi, aşık olmaya ve evlenilmeye layık olabilmesi için güzel olması şarttır. Masallardaki çirkin kadınlar prensler tarafından beğenilmezler. Evde kalırlar ve güzel kızları kıskanırlar.
Külkedisi Sindrella masalında prens Sindrella‘ya “Daha adınızı bile bilmiyorum fakat sizinle evlenmek istiyorum” der (Perrault, 2011). Prens Sindrella’nın güzelliğinden öylesine etkilenmiştir ki onunla evlenmek için ismini bile bilmesine gerek yoktur. Sindrella’nın kişilik özellikleri öğrenilmeye değer bir bilgi değildir. Ataerkil toplumlarda özne olan erkektir. Birinci sınıf insan olan erkek nesne olan kadını kendi isteğine göre şekillendirir ve tanımlar. Kadını karakter özellikleri olan bir varlık olarak görmez.
Masallarda çoğunlukla güzellik iyi kalpli, saf, zayıf bir bedene sahip olma ile çirkinlik ise kötü kalpli olma ile eşleştirilmektedir. Bu nedenle çirkin üvey kardeşler Sindrella’ya kötü davranır, ona eziyet ederler. Ancak sonunda yine evde kalan çirkin üvey kardeşler olur. Masalda Sindrella’nın zayıf bir bedene sahip olduğu sıklıkla yinelenmiştir. Zaten güzel bir kadın olmak için zayıf olmak en önemli koşuldur. Çirkin üvey kız kardeşler ise balo olacağını duyar duymaz rejim yapmaya başlarlar. Çünkü baloda prens kendine evlenmek üzere genç ve güzel bir kız seçeceğini bildirmiştir.
Masallarda güzellik olgusu genellikle iki şekilde karşımıza çıkar: Masum güzel ve zeki güzel. Bir kadın hem masum hem de zeki olamaz. Masum güzel iyi kalplidir, masalın sonunda mutlu sona ulaşır, zeki güzel ise kötü kalplidir ve masalın sonunda cezalandırılır. Zeka beraberinde irade, etken ve özne olmayı getirir. Bu kavramlar masum olmayı olanaksız kılar. Zeki kadın masallarda çoğunlukla cadı olarak karşımıza çıkar. Masalı okuyan kız çocukları da elbette mutlu sona ulaşmak için saf, güzelliğiyle nesneleşen, irade sahibi olmayan, edilgen olan o masum güzel gibi olmak isteyeceklerdir.
Pamuk prenses ve yedi cüceler masalında cadı tarafından verilen zehirli elmayı yiyerek ölen pamuk prensesi yedi cüceler gömmeye kıyamazlar. Onun güzelliğini izleyebilmek için camdan bir mezarlığa koyarlar. Bir ölüde bile bu kadar önemli olan güzellik kavramı masalı okuyan kız çocuklarının bilinç dışına nüfuz eder. Güzelliği ve ona eşlik etmesi gereken zayıflık ve gençliği takıntı haline getirmesine neden olur. Güzel olmak, uğrunda her şeyi yapmaya değerdir. Pamuk prensesin üvey annesi kendisinden daha güzel ve genç olan prensesi bu yüzden zehirlemeye çalışmıştır. Yani güzel olmak da yetmemekte, kadınlar daha güzel olmak için yarışa girmektedir. Üvey annenin her gün aynanın karşısında kendisine bakması, güzel olduğunu duymak istemesi, genç kalmak için iksirler yapması, toplum tarafından kabul edilmek istemesinin bir işaretidir. Toplum, masalda ayna olarak yer almaktadır (Artun, 2010). Toplum kadını güzel olmaya itmekle yetinmemekte, bir de güzelliğin tarifini vermektedir. Böylece kadın tek tip olmaya, farklılıkların kusur sayılmasına, zayıf ve genç olmaya zorlanmaktadır (Caner, 2004).
Sindrella masalında baloya gidebilmek için rejim yapan üvey kız kardeşler, gerçek hayatta anoreksiya ve bulimia yaşayan kadınlara; genç kalmak için iksirler yapan cadılar ise estetik cerrahiye yönelen kadınlara dönüşürler.
2.Kadının eve bağımlı olması gerekliliği
Kadının yerinin ev olarak görülmesi, evin her işinden tek başına sorumlu olması, iş yaşamında yer almaması ataerkil toplumun bir başka dayatmasıdır. Bu dayatmaya göre kadın yalnızca gündüz dışarı çıkmalı, hava karardığında eve geri dönmelidir. Küçük kız çocuğuna, Sindrella’nın gece 12’den önce eve dönmezse at arabasının bal kabağına, şoförün güvercine, atların da fareye dönüşeceği anlatılırken aslında sembolik olarak geceleri dışarı çıkmaması gerektiği anlatılmaktadır.
Kırmızı başlıklı kız masalında babaannesine yiyecek ve ilaç götürmek için yola çıkacak olan kırmızı başlıklı kız öncesinde annesi tarafından uyarılır. Annesi “Kulübeye giderken sakın yolda oyalanma. Tanımadığın kimselerle konuşma. Ona buna takılma. Sakın ormana dalıp yolunu uzatma. Tamam mı benim kırmızı başlıklı güzel kızım?” der (Perrault, Kırmızı Başlıklı Kız, 2011). Uyarıları unutup kurtla konuşan kız düzene aykırı davrandığı için cezalandırılır. Kurt her ikisini de yer.
Yeri ev olan kadının başlıca görevi evi temizlemek ve yemek yapmaktır. Sarayda temizlik yapmayı özümseyen pamuk prenses avcı tarafından ormanda terk edildiğinde ilk gördüğü eve girer ve hemen temizlik ve yemek yapmaya başlar. Tüm bunlar için anlatıcı onu becerikli pamuk prenses olarak adlandırır. Kırmızı başlıklı kız masalında örgü ören bir babaanne, şifalı ilaç ve yemek hazırlayan bir anne vardır. Pamuk prenseste nakış işleyen bir kraliçeden söz edilir. Ev işleri ile ilgili cümlelerde erkeklerin yer alması ise söz konusu bile değildir.
3.Kadının itaat eden olması gerekliliği
Ataerkil toplum yapısında erkek otoriter, kadın itaat edendir. Erkeğin otoritesi ekonomik gücünün ve statüsünün doğal bir sonucudur. Kadın ise ekonomik güç ve statüye sahip olmadığı için boyun eğen konumundadır. Kadın itaatkâr olmayı öylesine içselleştirmiş, içselleştirmek durumunda bırakılmıştır ki kendi ekonomik gücünü kazandığında bile erkeğe bağımlı olmaya devam eder. Masallarda prensesler ne kadar kötü muamele görürlerse görsünler evlerini terk etmezler. Zamanla acıya alışır ve otoriteye boyun eğmeye devam ederler. Külkedisinin gördüğü eziyete rağmen evini terk etmemesi bunun bir örneğidir.
İtaat eden kadın masallarda her zaman ödüllendirilir. Gece 12 olmadan evine gelen Sindrella masalın sonunda prensin eşi olmakla ödüllendirilir. Masallarda erkeğin otoritesi doğrudan anlatılmasa da kadının edilgenliği üzerinden bu vurgu yapılmıştır. Külkedisinin kendi gücü ve iradesiyle üvey annesinin eziyetinden kurtulamaması, tek çıkar yolunun bir prensle evlenmek olması kadının edilgenliğine bir örnektir. Uyuyan güzel masalında da durum farklı değildir. Uyuyan güzel bir prensin öpücüğü ile uykudan uyanır. Rapunzel kuledeki esaretten bir prensin evlenme teklifi ile kurtulur. Ayrıca pamuk prensesin uyanmasının tek yolunun prensin öpücüğü olması da yine kadını pasif, erkeği otoriter kılmaktadır.
4.Kadının duygusallık imgesi.
Toplumun kadına atfettiği bir başka özellik de duygusallıktır. Masallarda erkekler gerçekçidir, mantıklı davranırlar. Kadınlarsa sürekli güzel günlerin hayalini kurarlar. Pamuk prenses masalında kraliçe elinde nakışı ile hayallere dalar. Güzel düşler kuran kraliçenin eline iğne batar. Kraliçenin canı yanması gerekirken kana bakar ve “ah keşke benim de böyle kan gibi kırmızı dudaklı, kar gibi beyaz tenli sapsarı saçlı bir kızım olsa” diye dilekte bulunur. (Grimm Kardeşler, 2011) Masalın bu kısmında bir kadın için anne olmanın canından bile daha kıymetli olduğuna sembolik olarak yer verilmiştir. Kadın anaçtır, duygusaldır, merhametlidir (Artun, 2010).
5.‘Kadın korkulması gerekendir’ imgesi.
Kadın korkusu, kadın nefreti ve kadın düşmanlığı anlamına gelir (Artun, 2010). Kötü olan kadın iradeli, erkeğin otoritesine boyun eğmeyen, toplumun kalıplarına uymayan, özgürlüğüne düşkün olan kadındır. Kötü kadın imgesi masallarda genellikle cadı olarak karşımıza çıkar.
Masallardaki kötü kadın imgesi üvey anne olarak da karşımıza çıkmaktadır. Üvey anne kötüdür, kıskançtır, düzeni bozar. Öz anne tüm iyi özellikleri barındırırken tüm kötü özellikler üvey anneye atfedilir. Burada verilen sembolik mesaj ikinci evliliğin kötü bir şey olduğu, ilk evliliğin her koşulda devam etmesi gerektiğidir. Sindrella’nın üvey annesi kendi kızlarına karşı çok iyiyken Sindrella ’ya karşı oldukça acımasızdır. Pamuk Prenses’ in üvey annesi onun güzelliğini kıskanarak prensesi öldürmeye çalışır. Toplum erkeğin ikinci bir evlilik yapmasını hoş görürken kadının ikinci bir evlilik yapması hoş karşılanmamaktadır.
Stoler, Oakley, Yuval, Butler, Beauviour gibi gelişmeci görüşe sahip kişilerin yaptığı çalışmalara bakıldığında toplumsal cinsiyet rolleri doğuştan getirilen kazanımlar değildir. Bu roller sosyal ve kültürel çevrenin bir sonucudur.
Toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl öğrenildiğine dair iki kuram vardır. Bunlar Freud’un psikanalitik kuramı ve Bandura’nın sosyal öğrenme kuramıdır. Freud’un psikanalitik kuramına göre toplumsal cinsiyet rolleri fallik dönemde (3-6) öğrenilmektedir. Çocuklar cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rollerini hemcins ebeveynleriyle özdeşim kurarak içselleştirirler. Sosyal öğrenme kuramına göre ise çocuklar toplumsal cinsiyet rollerini edimsel koşullanma ve gözlem-taklit yoluyla öğrenmektedirler.
Çocukların yaşamlarının 4-8 yaşları arasında hayal gücü büyük bir öneme sahiptir ve hayal gücünün gelişmesinde masalların payı büyüktür (Yılmaz , 2012). Masallar çocuklarda soyut düşünme yeteneğini geliştirmesinin yanı sıra ahlaki değerlerin öğretiminde de önemli bir kaynaktır. Çocuk iyiliği- kötülüğü ve doğruyu yanlışı masallar aracılığıyla öğrenir.
Çocuklara masal okunma sıklığının 3-6 yaş arasında yoğunlaştığını ve bu yaş aralığının Freud’un fallik dönemine denk geliyor olması toplumsal cinsiyet rollerinin öğrenilmesinde masalların etkin olduğu sonucuna varmamızı sağlamıştır. Ayrıca çocuklar masallarda gördükleri toplumsal cinsiyet rollerini sosyal öğrenme kuramının da açıkladığı gibi gözlem ve taklit yoluyla öğrenmektedirler.
Sonuç olarak; masalların ataerkil söylemlerden arındırılması, cinsiyetlerden bağımsız olarak başarıyı, doğruyu, iyiliği anlatması amaçlanmalıdır. Üvey annesinin eziyetinden kendi iradesiyle kurtulan kül kedilerine, uyanmak için prense ihtiyacı olmayan pamuk prenseslere, kuleden kendi zeka ve stratejisiyle kurtulan Rapunzellere, gece 12’den önce eve dönmediğinde külkedisine dönüşmeyen Sindrellalara, kendi istediği yoldan giderek de büyük annesinin evine ulaşabilen kırmızı başlıklı kızlara, üvey kızını kendi kızları kadar seven annelere, şişman ve Barbie bebek gibi olmayan kadınların da sevilmeye değer olduğuna yer verilmelidir.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Akar, Ö. (2006). Türk Masallarında Kadın Figürü Üzerine Bir İnceleme. Yüksek Lisans Tezi. Ankara.
- Artun, İ. (2010). Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması.
- Beauvoır , S. (1993). Kadın “İkinci Cins” 2 Evlilik Çağı. (B. Onaran, Çev.) Payel.
- Caner, E. (2004). Kutsal Fahişeden Bakire Meryem’e Toprak ve Kadın. İstanbul: Su Yayınevi.
- Connell, R. W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar; Toplum Kişi ve Cinsel Politika. (C. Soydemir, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
- Çetin Erüs, Z., & Gürkan, H. (2012). Toplumsal Cinsiyet Ve Sinemaya Yansıması: Yeniden Çekimler Aracılığıyla Japon Ve Amerikan Sinemalarında Kadının Temsiline Bir Bakış.
- Dökmen, Z. Y. (2004). Toplumsal Cinsiyet (Sosyal Psikolojik Açıklamalar). İstanbul: Sistem Yayıncılık.
- Ecevit, Y. (2011). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisine Başlangıç. Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi. (Y. Ecevit, & N. Karkıner, Dü) Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, s. 2-29.
- Grimm Kardeşler. (2011). Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler. (Ş. Güvençer, Çev.) İstanbul: Timaş Çocuk.
- Iğdır, Z. (2014). Fairy Tales and Their Contribution to the Process of Constructing. Creative Drama Journal, 9(18).
- Öztunalı Kayır, G. (2015). Sosyolojik Değerlendirme: Lgbt Bireyler Açısından Cinsiyet Kimlikleri Meselesi. Eğitim Bilim Toplum, 73-97.
- Perrault, C. (2011). Kırmızı Başlıklı Kız. (Ş. Güvençer, Çev.) İstanbul: Timaş Çocuk.
- Perrault, C. (2011). Kül Kedisi Sindrella. (Ş. Güvençer, Çev.) İstanbul: Timaş Çocuk.
- Sezer, M. (2010). Masallar ve Toplumsal Cinsiyet. İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
- Yılmaz , A. (2012). Çocuk Eğitiminde Masalın Yeri. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi(25), 299-306.
- Yuval, D. (2003). Cinsiyet ve Millet. (A. Bektaş , Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Kadın-erkek eşitliğinde ve kadına şiddet olayının temelinde yer alan “toplumsal cinsiyet” kavramı günümüz insanı için çok yeni. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi de çok yönlü bakış açısını, eğitimi ve çabayı gerektiriyor. Bu yüzden çalışmanız bu anlamda çok değerli. Tebrikler! Ve bizim yeni masallara ihtiyacımız var!