Türkiye Cumhuriyeti 1923 ‘te kurulmuş olup, arkasında 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu, onun da ardında Selçuklu Devleti ve kültürlerini barındırmaktadır. Böylesi bir tarihsel zenginliğin özellikle tıbbın gelişimindeki rolünü incelediğimizde Selçuklu döneminden beri gelen ikili bir anlayışla karşılaşmaktayız. Bir yanda hekimlerin tedavi anlayışı ki bunlar Galien, Hipokrat, İbni Sina tıbbının devamlılığında hastalara yaklaşımı benimseyenlerdir. Diğer yanda ise yoğun olarak halkın yöneldiği tekkelerde sunulan geleneksel yöntemlerle hasta tedavi etmektir. Osmanlı döneminde yan yana devam eden bu tedavi biçimlerine baktığımızda halk ile saray tıbbı arasında da bölünme olmuştur; medreselerin çöküşü ile bu süreç daha da hızlanmıştır. Ama bunun yanında halk kültürü içerisinden doğan halk tıbbının ne denli rafine olduğunu da görebiliriz.
Bu iki tip tedaviyi kıyasladığımızda tıp ile tekkelerin farkını açık olarak görmekteyiz. Hastalıkların nedenini organik bulan doktorlar ilaç tedavisine güvenmektedirler. Mesela bağırsakların temizlenmesi tavsiyesi şundan dolayıdır; toksik maddeleri atarak “kötü” olanı dışarı atmak. Doktorlar için İbni Sina’nın hıltlar teorisi önemli rol oynamaktadır. Hastalıklar hıltların azlığı veya çokluğuna göre değişmektedir. Oysa şeyhler tekkelerde dini inanç ve telkin ile tedavi yapmaktaydı. Bu iki tip tedavi hep karşı karşıya gelmekteydi.
Osmanlı tıbbının İslami karakteri 19. yüzyıla kadar devam eder, bu tarihten sonra tamamen batıya dönme süreci başlar. 14 Mart 1827’de tıp okulunun açılışı reformun en önemli hareketlerinden biri olmuştur; böylelikle modem anlamda tıp okulundan artık bahsedilebilirdi. Yurt dışına gönderilen hekimlerin ülkelerine dönmeleri ile değişik alanlarda yeni ekollerin yaratılması gerçekleşti. 19.yüzyılın yarısında kurumlardaki bu reformlar entelektüel hareketlerin önemli şekilde oluşmasına neden oldu. Avrupa ile ilişkiler, hastanelerin şartlarında ve akıl hastalıklarım anlamada büyük ilerlemelere neden oldu. Psikanalizin kuruluş şartları ve psikiyatri tarihi araştırılırken 19.yüzyılda büyük kopuş (kesinti) görüldü. Önceleri Selçuklular ve Osmanlılar hastaneler ve hastanelerin işleyişlerinde orijinal yapıyı korumaya çalıştı. Türklerin tıp dünyasını ve daha birçok alanı daha çok Araplar etkiledi. 19.yüzyıla doğru Osmanlı sistemi kötüleşmeye başladı, medrese ve kurumlar giderek zayıfladı. Osmanlılar batıyla daha fazla ilişki içine girince de reformlar kaçınılmaz olmuştur. (1820). Ama Batı ile Arap dünyası arasında bir sentez yapmak yerine Osmanlılar doğuya sırtlarım tamamen döndüler. Bu çalışmada tıp dünyasındaki değişim ve kopmalar görüldü. Ibni Sina’dan günümüze kadar gelen bu gelenek ne oldu diye düşünüldüğünde bulunabilen tek cevap, hali hazırda Anadolu’nun birçok kösesinde kutsal mekanları ile şeyhlerin uygulamalarıyla hastalara şifa bulan yerlerin yaşadığını görmek oldu. Bu çalışmanın gelecekte bu sorular doğrultusunda gelişmesi çok ilginç ve yararlı olacağı düşünülmektedir.
Tıbbın diğer bir özelliği de vakıfların oynadığı roldür. Selçuklulardan beri var olman vakıflar tıbbın işleyişini her zaman kolaylaştırırlar. Vakıfların sayesinde hastalar bedava hizmet almıştır. Bu tarz tedaviler hala geçerlidir; bir yandan tamamıyla Amerikanize olmuş bir Türk tıbbı diğer yandan halk üzerindeki etkileri tartışılan “hoca”lar. Bu tarz tedavilerin ve toplulukların üzerine yeterli İstatistiki çalışma olmamakta buna karşılık büyük baskı ve reddetme yaşanmaktadır.
İkinci kopma yani kesinti 1923’de gerçekleşti. Osmanlı devleti Cumhuriyetle yer değiştirdi ama geçen 600 yılı unutarak yeni bir ülke kurmak istenildi. Osmanlı geleneksel tıbbı ile ilgili bilgileri ilerletmedeki sorun işte bu kopmadan ileri gelmektedir.
Psikanalizin Türkiye’deki durumun takdir edebilmek için Prof. İzzettin Şadan’ın anıları çok önemli bir yer tutmaktadır.
Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesinin 50.yılı dolayısıyla yayınlanan bir kitaptaki makalesinde psikanaliz hakkında neler düşündüğünü ve fikirlerinin nasıl kötü karşılandığını yazmıştır. Şadan’ın teşhis yapabilme hakkı bile bulunmamaktaydı. Hastane başhekimi Freud’dan “pis yahudi” diye bahsetmekteydi. Şadan köşesinde yalnızdı. Paris’teki stajından sonra Türkiye’ye döndü ve 1938’de Freud’a bir mektup yazdı. Çevirisini yapamadığı bazı kavramlar için ondan yardım istiyordu. Freud ona çok hasta olduğunu söyleyip yardım için bazı kişilerin adını veriyordu. (2) İzzettin Şadan psikanalizle ilgilenen ilk psikiyatrdı, makaleler, yazı ve kitaplar çevirdi ama hastaneden kovuldu. Mesleğini özel muayenehanesinde sürdürdü.
Türkiye’ye modern psikolojinin girme tarihi 1915’dir. Bu ülkenin eğitiminde önemli bir tarihtir. Birinci Dünya Savasına rağmen üniversite reformları gerçekleştirilmiştir; Botanik, kimya, fizik, tarih ve psikoloji alanında 20 Alman Profesör Türkiye’ye davet edilmiştir. Profesör Anshcutz Hamburg Üniversitesi’nden gelerek İstanbul Üniversitesi psikoloji bölümünü kurmuştur. (3) Deneysel psikoloji bölümünü kurmak için gerekli aletleri de beraberinde getirmiştir. 1918 sonunda Almanlar ve Osmanlı Devleti savaşı kaybettiği için Alman hocalar yurtlarına geri döndüler. Prof. Anshutz’un yerine Cenevre’de Jean-Jacquess Rousseau Enstitüsünde eğitim gören ve 2 yıl kadar da Claparede ile çalışan Mustafa Sekip Tunç gelmiştir, ilk Türk psikologu olarak gördüğümüz Tunç, Freud ve W.James’in eserlerini çevirmiş, psikolojiyi öğrencilerine tanıtıp, genel psikoloji bölümünü kurmuştur.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti üniversite reformunu ise 1933’de yapmıştır. Hükümet Musevi asıllı 103 Alınan profesörü davet eder ve bu profesörler 12 yıl boyunca hizmet verirler. Psikolojinin Nazilerden kaçan bu profesörleri misafir edememesi büyük kayıptır. 1937’de Jena üniversitesinden Prof. William Peters, İstanbul Üniversitesinde Pedagoji Enstitüsü ve laboratuarını kurmak için gelir. Cambridge’de Bartlett ve Frankfurtta Werheimer ile çalışır. Fullbright bursları sayesinde birçok hoca İstanbul üniversitesinde çalışmıştır (4). Psikiyatrinin klasik yönelimi ve Kraepelin’ci tavırlar psikolojinin gelişmesini engelliyordu. Psikolojik bozuklukların oluşumunda psikodinamik faktörlerin rolü daha kabul edilmemişti. Okul bitiren öğrencilerin sonuçta buldukları tek is liselerde hocalık yapmaktı. 60’lı yıllarda Amerika ve Avrupa etkisiyle psikolojide geliştirilen modern kavramlar ve psikanalizin katkıları psikiyatri çevrelerine girıneye başladı. Tıp dünyasında psikolojinin önemi anlaşılmaya başlandı (5).
1980’lerde her şey sanki tamamen değişmiştir. 1980 yılında yapılan askeri darbe Türk politik, kültür ve siyasi hayatına getirilen yoğun kısıtlamalara rağmen bireye verilen önem artmış, bireyselleşme ve ekonomik özgürlüklerin daha fazla telafuz edilmesine başlanmıştır. Entelektüel çevrelerce hızla kabul gören ve yayınevlerinin tercihen bastıkları ise psikolojiye ait yayınlardı. Bu gelişim askeri darbenin doğasıyla tamamen zıt olmasına rağmen, kişilerin ruhsal dünyalarının ve bireyselleşmenin öneminin arttırmaya yönelik çalışmaların üzerinde durulmaya başlandı (6). Bu dönem ayrıca psikoloji kitaplarının en çok basıldığı özellikle de Erich Fromm, Karen Horney gibi kişisel mutlulukların toplumsal beraberlik dışında düşünülemeyeceğini salık veren yazarların best seller olmaları darbenin kişiler üzerinde yarattığı travmatik etkileri göstermede oldukça aydınlatıcıdır.
1989 yılında Dr. Ulviye Etaner Almanya’da kişisel analizini tamamladıktan sonra yurda dönüp kendisinden analiz talep eden bir grup genç psikiyatrı analize almaya başlar. Aslında burada önemli durulması gereken psikanaliz talebinin yapılması ve psikiyatri içerisinde bu talebi isteyecek şartların hazır edilmesidir. Psikolojinin gelişimi ile ilgili tarihsel bakış açısında ise 1917’de deneysel psikoloji akımı ile üniversitede kendisine yer bulan psikoloji maalesef psikanalize hiçbir zaman sıcak bakmamıştır. Freud’un makalesinde de belirttiği gibi üniversitede sadece psikanalizden gelenleri anlatabiliriz, kuramsal olarak tartışabiliriz. Pratik psikanalizin üniversite dışında yapıldığı gerçeğinin yanı sıra özellikle psikanalizi reddetmek yaşanan bir durumdur. Bilimsel olmamakla itham edilen psikanalize ait çalışmalar şu anda sadece İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünde ders programlarında verilmektedir. Yazarın kendisinin verdiği psikanalitik yönelimli ders programı dışında herhangi bir psikoloji bölümünde bu konuya ait sistemli veya yerleşik programlar bulmak olası değildir. Burada psikanalizden kastedilen ise Freud’un kullandığı kavramları popülarize ederek açıklama çalışmaları dışta tutulmaktadır.
Şu an gelinen son, noktaya baktığımızda Türkiye’nin ilk psikanaliz grubu olan “İstanbul Psikanaliz Grubu” 1994 yılında kurulmuştur. Grup gelişimini ve değişimini sürdürerek ülkemizin ilk psikanaliz derneği olan ve 2001 yılında kurulan İstanbul Psikanaliz Demeği”nin kuruluşmıa öncülük etmiştir. Demek psikanaliz formasyonlarını Fransız Psikanaliz Derneği (Societe Psychanalytique de Paris) içerisinde tamamlayan psikanalistlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. İstanbul Psikanaliz Derneğinin kurucuları arasında bulunan döıt psikanalistin oluşturduğu grup, Ocak 2007′ de Uluslararası Psikanaliz Birliği tarafından “Türk Psikanaliz Çalışına Grubu” olarak tanınmıştır. Görüldüğü gibi 15 yıllık bir kurumlaşmanın sonucunda gelinen nokta oldukça umut vericidir.
________________________
Kaynaklar ve İleri Okuma:
1) Tevfika Tunaboylu İkiz, Türkiye’de Psikanalizin Gelişimine Kısa Bir Bakış, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 22. Sayı, 2011, 495-502
2) İzzettin Sadan, “Hatırat”, Bakırköy’ün 50. Yıl dönümü, İstanbul, Yayınevi, 1977, pp. 132-136.
3) Beğlan Toğrol, “Türk Psikoloji Tarihi”, Tecıiibi Psikoloji Çalışınaları, İstanbul, 1972, no:l5, pp. 1-16.
4) Sibel Arkonaç, “Türkiye’de Psikoloji, İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü, 80.yıl”, Psikoloji Bülteni, 1995,pp.l-6.
5) Gökçe Cansever, lnternational Resoıırces in Clinical Psychology, Mc Graw Hill, California, 1960.
6) Levent Kayaalp, “L’histoire d’un rendez-vous ınanque; L’exeınple de la Turquie”, Topiqııe Paris, 2004, 110 89.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com