Murat Yıkılmaz‘ın 2016 yılında “Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı” isimli yazdığı doktora tezinden alınan verilere göre:
Yalom varoluşçu psikoterapiyi “bireyin varolmasından kaynaklanan endişelere odaklanan dinamik bir yaklaşım” olarak tanımlamaktadır. May’e göre ise varoluşçu psikoloji, kaynağını bütün insanların yaşamlarının kayıtsız ya da düşmanca bir dünyada geçen ve sonu olan bir dram olduğunu varsayan varoluşçu felsefeden alan bir yaklaşımdır. Geçtan’a göre de varoluşçu psikoloji insan ve dünyasına olduğu gibi bakar ve olayların ortaya çıktığı biçimi ile anlamlarını kavramaya çalışır. Kimi psikologlar varoluşçuluğun muğlak ve ümitsiz bir yaklaşım olduğunu ileri sürerler. Örneğin Dökmen’e göre varoluşçuluk fazlaca karamsardır ve bu tavır pratik olarak işlevsizdir. Diğer yandan varoluşçu psikoloji içeriğinin, kapsamının ve tanımının belirsiz olmasını Göka “bizzat varoluşçu psikolojiyi besleyen varoluşçu felsefenin karışık, çok anlamlılık içeren ve bütünlük arzetmeyen bir yaklaşım olmasıyla” açıklamaktadır.
Varoluşçu felsefede olduğu gibi varoluşçu psikolojinin de yaşama ve insana bakış açısına göre yaşamın kendi içinde bir anlamı yoktur. Buna göre evrende kendi varlığını yaratan tek varlık insandır, insan insanlığını kendi yapar ve nasıl yaparsa öyle var olur, değerlerini yaratır, yolunu seçer. İnsan yaşamaya başlamadan önce yaşam da yoktur ve yaşama anlam veren yaşayan insandır. Bireyin varoluşunun tümüyle anlamsız olduğu gibi bir sonuç ise bireyi eylemsizliğe götürür, anlam ve amaç araştırması ise bir insan özelliğidir. Yaşamın amacının ne olduğu sorusunun cevabı ise insanlara verilmemiştir. Dolayısıyla insan bilinçli şekilde ve istekli bir sorumluluk alarak yaşam amacını seçmelidir. Ayrıca, insanlar diğerleri ile ne kadar yakın olduğunun önemi olmaksızın yaşamla yalnız yüzleşmelidir. İnsan doğmuş olduğunu ve bir gün öleceğini bilen tek canlıdır. Bu gerçek onu anlamlı yaşayıp yaşamadığı konusunda kaygılandırır ve birçok insan bu kaygıyı yaşamamak için kolektif tepkiler ve tutumlar içerisinde eriyip yok olmayı seçer. İnsanlar gerçekten varolmak ve bir nesne olmaktan kurtulmak için varlığın belirsiz dünyasından ayrılmalı ve tembellik ya da toplumsal baskıya boyun eğmemelidir.
Varoluşçulara göre insan, varoluşunu dünyada üç alanda yaşar: umwelt, mitwelt ve eigenwelt. Umwelt insanı çevreleyen nesnelerin de yer aldığı doğal dünyadır. Bütün canlılar için umwelt sözkonusudur. İnsanlar arasında bu varoluş alanı bakımından çok fazla farklılık yoktur. Umweltt’in kapsamında biyolojik ihtiyaçlar, dürtüler ve içgüdüler bulunur. Mitwelt ise insanların diğerleri ile kurdukları ilişkileri, sosyal dünyadaki birlikte varoluşu tanımlar. İnsanın diğer insanlarla kurduğu ilişkilere yüklediği anlam ve hissettiği duygular, mitwelt varoluş alanında yer alır. İyi bir ilişkide insanlar birbirine uyum sağlamış değildir; sadece birbirlerini fark ederek bir ilişki geliştirmişlerdir. Eigenwelt ise varoluş alanı varlığı en tartışmalı alandır ve sadece insanın bu varoluş moduna sahip olabileceği ifade edilir. Eigenwelt öz farkındalığı ve özbilinçliliği gerektirir. Dünyadaki herhangi bir şeyin insan tarafından kişisel olarak anlamlandırılmasını içerir.
Varoluşçular, insanın kendisiyle ve başkalarıyla nasıl ilişki kurduğuna dair çeşitli mitwelt örüntüleri tanımlamışlardır. Bu tanımlamaya göre “isimsizlik” formunda kişi kendini yaşamdan siler ve kaybeder. Kendi benliğini hiç yaşamaz yaptıklarından ya da yapmadıklarından sorumlu hissetmez. “Tekil” biçiminde kişi yalnızca kendisiyle ilişki kurmaktadır. Bütün olumlu ya da olumsuz davranışlarını kendisine yöneltmiştir. “Çoğul” durumdaki kişi insanları cansız objelermiş gibi görür ve kendi çıkarlarını karşılamak için diğerlerini kullanır. Normal varoluş yaşantısı ise “ikilidir”. İlişkide kişi diğerini de algılar ve biz duygusuna sahiptir.
Varoluşçu yaklaşımların dayanakları deneysel değil oldukça sezgiseldir. Bu nedenle varoluşçu psikoterapi dinamik bir yaklaşım olarak da değerlendirebilir. Ancak buradaki ‘dinamik’ sözcüğü psikodinamik terapilerin gönderme yaptığı özel güçler, güdüler ve korkulara farklı bir bakış açısını işaret etmektedir: Varoluşsal dinamikler. Bu çerçevede varoluşçuların kabul ettiği dinamikler; bilinçdışı fikirler ve içgüdüsel dürtülere işaret etmezler. Dolayısıyla pek çok insan varoluşsal kaygılarının farkında olmayabilir, çünkü günlük yaşamının içindeki korkularının, kaygılarının ve içsel ya da kişilerarası çatışmalarının aslında varoluşsal kaygıları ile ilişkili olabileceğini ilk bakışta kavramak, kavransa bile benimsemek zor bir durumdur.
Psikoterapide varoluşçu yaklaşımlar, sistematik bir kişilik kuramına sahip olmadıkları ve spesifik teknikleri çok güçlü olmadığı için bağımsız bir tedavi ekolü olarak görülmezler. Bu nedenle bir uygulama alanı olmaktan daha çok diğer terapilerin içine entegre edilebilecek felsefi bir anlayış ve bir tutum olarak görülürler.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Yıkılmaz, M. (2016) Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı. Doktora Tezi. Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Eskişehir.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com