Murat Yıkılmaz‘ın 2016 yılında “Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı” isimli yazdığı doktora tezinden alınan verilere göre:
Varoluşçu terapiye göre psikolojik sıkıntının temelinde derindeki varoluş konuları (çoğunlukla da örtük halde) bulunur. Varoluşçu psikoterapiye göre varoluşsal gerçeklerin farkına varmak güçlü bir anksiyeteye, anksiyete ise savunma mekanizmalarına yol açmaktadır. Örneğin, yalnızlığa ilişkin en sık başvurulan savunma mekanizmaları, oyalayıcılar, sosyal etkinlikler ve beğenilmedir. İnsanlar varoluşsal bunaltı kaynakları ile yüzleştiklerinde ya bu bunaltıyla başa çıkma kaynakları bulurlar ya da bu bunaltıları yaşamamak için otantik olmayan bir varolma biçimini seçerek kendilerini kandırırlar. İkinci yolun seçimi bireyi varoluşsal kaygılardan koruyabilir ancak sonuçta onu nörotik bunaltının içine atacaktır. Nörotik bunaltı ise bir insanın kaçınılmaz olan varoluşsal bunaltı kaynaklarına verdiği otantik olmayan bir cevaptır. Nörotik bunaltı yaşamak demek insanın insan olmanın sorumluluklarından kaçmanın yol açtığı bir suçluluk duygusuyla psikopatolojiye açık hale gelmesidir. Varoluşsal kaygılar tek başlarına patolojinin sebebi değildir. Patoloji daha çok insanların varoluşsal kaygılarına verdiği yanıtlarla ortaya çıkar. Dolayısı ile varoluşsal kaygılar özel koşullarda patolojik kaygı olarak ortaya çıkabilmektedir. Tillich patolojik ve varoluşsal kaygı arasındaki geçişi şöyle özetlemektedir:
“Nevrotik kaygı kişinin varoluş kaygısını üstlenememesidir. Patolojik kaygı benliğin kaygıyı üstlenme konusundaki başarısızlığının bir sonucudur. Patolojik kaygı sınırlı, sabit ve gerçekdışı bir temel üzerinde öz olumlamaya ve savunmaya dayanır. Patolojik kaygı, kader ve ölüm kaygısıyla bağlantılı olarak gerçek dışı bir güvenlik, suçluluk ve kınanma kaygısıyla bağlantılı olarak gerçekdışı bir mükemmeliyet, şüphe ve anlamsızlık kaygısıyla bağlantılı olarak gerçekdışı bir kesinlik ve kuşkusuzluk yaratır. Patolojik kaygı, tıbbi yardımın; varoluşsal kaygı, dini yardımın bir nesnesidir. Ancak ne tıbbi ne de dini yardım mesleği, temsilcileri ile sınırlandırılamaz. Ancak bu serbestlik tıp mensubunun tamamiyle din mensubunun işini görmesi ya da tersi olarak anlaşılmamalıdır.”
Terapinin Doğası ve Terapi Süreci
Varoluşçu terapinin amacı, danışanlarla birlikte yaşam üzerine düşünmek ve bu yolla yaşamı netleştirmek ve anlamaktır. Bu amaç çerçevesinde varoluşçu terapistler danışanlarını hasta olarak nitelendirmez ve yaşamaktan bunalmış olduklarını, yaşama becerilerinin de zayıflamış olduğunu ileri sürerler. Hasta olarak değerlendirilmek ise yollarını kaybetmiş ya da kafası karışmış bireylerin arzu ettikleri bir şey değildir. Ayrıca varoluşçu psikoterapi insanların yaşantıları üzerine yeni bir düşünme eğilimi sunar ve ‘ben’in algılanmasına ve yaşanmasına öncelik tanır.
Varoluşçu terapistler terapi sürecinde otantik etkileşimi engellediğini ileri sürerek formal bir değerlendirmeyi tercih etmez. Bunun yerine tedaviye gelen kişiyi onun kendi dünyası içinde anlamaya çalışırlar. Çünkü içsel kesinlik, insanın içindeki varlığı keşfetmek ve olumlamak yolu ile gerçekleştirilebilir. Bunun sağlanması için de koşullanma, davranış mekanizmaları ve içgüdüsel etkiler gibi teoriler üreten psikolojilerin tersine, bu teorilerin altına inilmesi, yani tüm bunları yaşayan varlık olarak kişinin keşfedilmesi gerekir.
Varoluşçu psikoterapi yaklaşımları kişilik kuramı ile ilgilenmemektedir. Çünkü, insanlar varoluşları gereği sürekli seçimler yapmaktadırlar ve bu seçimler onun kim olduğunu belirlemektedir. Varoluşçu terapistlerin, düşünceli ve daha çok kendi içleriyle meşgul görünen filozoflar gibi görünmeleri beklenmektedir. Ancak bu beklenti bir yanılgıdır. Varoluşçu terapistler danışanlarla ilişkilerinde oldukça aktiftir. Buna rağmen danışanlarına herhangi bir çözüm yolu sunmazlar. Bunun yerine danışanlarını varoluşsal gerçeklerle yüzleşmeleri için cesaretlendirirler. Ancak sadece terapistin varoluşçu tutumunun tek başına bir terapi sağlayabileceği düşünülmemelidir. Dolayısıyla bu tutumun çeşitli kuram ya da kuramlardan oluşan bir zemin üzerinde gelişmesi gerekir. Bu bakış açısına göre varoluşçuluk, terapistin uyguladığı tedavi tekniklerinin gücünü arttırmakta ve danışana yaşamın özü ile ilgili değerli açıklamalar sunmaktadır.
Varoluşçu psikoterapi “geçmişi yadsımaz, ancak geçmişin de geleceğin ışığında daha iyi anlaşılabileceğini” savunur. Terapide her bir danışanın kendine özgü bireyselliğine ve insan oluşuna saygı duyulur. Danışanın kendisi oluşu, subjektifliği ve farkındalığı esas alınır. Danışanın geçmiş ve geleceği şu anla ilişkisi bakımından ele alınarak her şeyin geçici olduğu ve yaşamın subjektifliği vurgulanır. Bu geçicilik ve subjektiflik yaşamın önemsiz olduğu şeklinde algılanmamalıdır. Tam tersine yaşanan her anın değerli olduğu şeklinde yorumlanmalıdır.
Terapi sürecinde terapist, hastanın inanç sistemini, diğer insanlarla geliştirdiği sevgi ilişkilerini, geleceğe dönük ümit ve amaçlarını sorar, yaratıcı ilgi uğraşılarını keşfederek tanımaya çalışır. Bu tanıma süreci, anlam arama ve danışanın aradığı anlamı sağlama etkinliklerini de içerir. Yaşama verilen anlamdaki hataları gidermenin yolu yanlış anlamlandırmanın gerçekleştiği koşulları yeniden değerlendirmek, yanlışları görmek ve kavrayış şemasında yeniden düzenleme yapmaktan geçmektedir. Bu bireyin her zaman tek başına gerçekleştirebileceği bir düzenleme değildir. Bundan dolayı çoğunlukla bir uzmanın yardımına gereksinim duyulur. Böylece, anlamlandırma sorununu bilen uzman bireye temeldeki yanlışın aranıp bulunmasına yardım eder ve daha uygun bir anlamı kişiye önerebilir.
Yalom’a göre anlamsızlık problemi terapistlerin sıklıkla karşılaşabileceği bir problemdir. Terapist, en şaşırtıcı ve çözülemez soru olan anlam sorusunu terapide inkâr etmemelidir. Anlam sorusu seçici bir şekilde ihmal edilmemeli, ondan kaçılmamalı, ya da daha hafif/daha kolay baş edilebilir bir soruya dönüştürme yoluna gidilmemelidir. Ancak, terapistler eğitim programlarının içinde hayatın anlamını geliştirmeyi, anlamsızlığın psikopatolojisini veya anlam krizindeki hastaya yardımcı olabilecek mevcut psikoterapileri öğrenmemektedirler.
Terapi teknikleri bakımından, varoluşçu terapistler, çağdaşı psikoterapi yaklaşımlarının aksine geliştirilmiş pratik yöntemler kullanmazlar, tekniklerle fazla ilgilenmezler ve bu yönde beklentileri olanları da hayal kırıklığına uğratırlar. Zira, terapide teknik, terapistlerin yaptıkları şey hakkında kaygı ya da kuşkuya kapıldıklarında kendilerini verdikleri bir şeydir. İkinci olarak; varoluşçu terapistler tekniğin bir insanı anlama eyleminden daha sonra gelebileceğini düşünürler. Onlara göre terapistin ana görevi hastayı bu dünyada bir varlık olarak anlamanın yollarını aramaktır. Bununla birlikte varoluşçu terapistler hastanın varoluşunu ortaya çıkarabilecek onun dünyadaki varlığını en iyi açıklayabilecek teknikleri, esneklik ve çok yönlülük içinde kullanabilirler. Bütün bu farklılıklara rağmen varoluşçu terapi, psikanaliz ya da herhangi diğer bilim dallarının keşiflerini bir kenara atma gibi bir amaç da taşımamaktadır.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Yıkılmaz, M. (2016) Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı. Doktora Tezi. Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Eskişehir.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com