Murat Yıkılmaz‘ın 2016 yılında “Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı” isimli yazdığı doktora tezinden alınan verilere göre:
Kaygı, insanların günlük yaşamının bir parçasıdır ve hiçbir kaygısı olmayan insan yoktur. Günlük yaşamın içinde sınanma durumlarında ya da yeni bir deneyim karşısında herkesin arada bir yaşadığı kaygılar gerçektir. Kaygı yoğunlaştığında, yaşanma süresi uzadığında ve bütün bir yaşamın merkezine oturduğunda insanın yaşamını sürdürmesini sekteye uğratabilir ve ruh sağlığı problemlerine sebep olabilir.
Yalom ve Josselson’a göre ise varoluşsal kaygı normal kaygının bir şeklidir. Varoluşsal açıdan kaygı ise kaynağını insan varoluşunun kendisinden alan ontolojik bir insan niteliğidir. Ayrıca varoluşsal kaygı diğer duygulardan farklıdır. “Varoluşun yıkılabileceğinin, kendisini ve dünyasını kaybedebileceğinin bir hiç olabileceğinin farkına varan bireyin öznel durumu, yaşayan bir varlığın yok olmaya karşı verdiği mücadeledir”. Varoluşsal kaygı bir varlığın kendi muhtemel yokluğunun farkında olması halidir ve nörotik ya da psikotik kaygılardan farklı olarak zihnin anormal durumu ile ilgili değildir. Kaygı varolmamaya dair varoluşsal farkındalıktır ve yokluk da varolmanın bir parçasıdır. Varolmak, içinde varolmamayı da barındırır. Korkunun bir nesnesi vardır; kaygının ise yoktur. Bu çerçevede, kaygı, bilinmeyenin korkusudur ve nesne ortaya çıktığında korkuya dönüşecektir. Ancak yokluğun özü hiçbir zaman bilinemeyeceği ve nesnesi ortaya çıkmayacağı için duyulan şey sadece kaygı olacaktır. Dolayısıyla varoluşsal kaygı yok edilemez çünkü varoluşun kendisiyle ilgilidir. Varoluşsal kaygının ontolojik bir niteliği vardır ve (bu ontolojik sebepler yok edilemeyeceği için) varoluşsal kaygı yok edilemez ancak varolma cesaretine dahil edilebilir.
Heidegger’e göre dünyada iki temel varoluş biçimi bulunmaktadır: Varolmayı unutma ve varolmayı düşünme durumu. Varolmayı unutma durumu insanın madde dünyasında yaşayıp, kendisini sıradan hayat oyalamalarına kaptırması ve boş şeylerle ilgilenmesidir. “Varolmayı düşünme” durumunda ise, birey, işlerin gidişine değil oluşuna hayran olur. Bu tarz, varoluşun farkında olmak demektir. Birinci tarz otantik olmama, ikinci tarz ise otantik bir biçimde varolmaktır. Göka’ya göre ise insanların otantik bir yaşam sürmelerinin önündeki engellerin kaynağı varoluşsal bunaltıların altında yatmaktadır. Ancak bu bunaltılar mutsuzluğun ya da otantik olmamanın doğrudan sorumlusu değildir. İnsanların mutlu ve etkili ya da mutsuz ve etkisiz olmalarının açıklaması bunaltı kaynakları olan bu varoluşsal gerçeklere verdiği yanıtlarda gizlidir.
Tillich varoluşsal kaygı kavramını üç temel endişe alanı etrafında toplamıştır. İlk endişe alanı insanın kaderi ve ölümüdür. Kader ve ölüm hakkında kaygı kişinin ölümü ve varlığına ve kişisel kaderine mutlak bir tehditle ilgilidir. İkici endişe alanı boşluk ve anlamsızlıktır. Boşluk ve anlamsızlık hakkında kaygı hiçbir ”nihai endişe”, yaşamda kişinin varlığına anlam verebilecek önemli bir şey olmadığını içerir. Üçüncü endişe alanı ise suçluluk ve mahkumiyettir. Suçluluk ve mahkumiyete ilişkin kaygılar kişinin ahlaki ve etik kimliğine yönelik algılanan tehditleri içerir. Wahl’a göre de var olmak hem en yüce değer hem de günahkâr olmanın suçluluğuna yol açan bir özelliktir.
Göka’ya göre varoluşsal bunaltı kaynaklarının ortak yanı hepsinin insanın faniliği ile ilgili olmasıdır. “Ölüm zamanımızın; kazalar gücümüzün; verilecek kararlarla ilgili kaygılar, bilgimizin; anlamsızlık tehdidi, değerlerimizin; yalıtılmışlık, eşduyumumuzun ve reddedilme olasılığı ve diğer insanlar üzerindeki denetimimizin sonluluğunu yansıtmaktadır”. Varoluşsal kaygı yaşam ve ölümün nihai anlamı hakkındaki endişeleri içerir. Yalom’a göre ise insanlar dört nihai ve temel kaygı yaşamaktadırlar: Anlamsızlık, ölüm, özgürlük ve yalıtılmışlık kaygıları. Bu varoluşsal kaygıların her biri ayrı ayrı incelenmeyi gerektirse de aslında ayrılmaz biçimde iç ice geçmişlerdir. Öcal ise bu dört temel kaygının içkinliğini şu şekilde açıklamaktadır:
“Ölüm korkusu, içinde anlam, özgürlük ve yalnızlık kaygılarını barındırır. Özgürlük korkusu ölüm, anlam ve yalnızlık kaygısını içerirken anlam boşluğu veya sorunu, içinde ölüm, özgürlük ve yalnızlık korkusunu taşır. Nihayet en eski kaygı şekillerinden birisi olan yalnızlık ise tabiî olarak ölüm ve özgürlük korkusu ile anlam sorununu barındırır içinde. Birbirinin içine geçmiş bu dört kaygı ayrıca ikilem oluşturdukları kavramlarla birlikte anlaşılabilmektedir. Ölüm-yaşam, anlam-anlamsızlık, özgürlük-zorunluluk, yalnızlık-birliktelik gibi birbirini tamamlayan ve yarattıkları zıtlıkla belirgenleştiren bu kavram çiftleri varlığı anlamlandırmak, dolayısı ile birer kaygı kaynağı olmaktan çıkarması gereken fenomenlerdir.”
Başka bir ifadeyle, bireyler yalıtılmış olduklarından dolayı bütün seçimlerinde özgür ve seçimlerinden sorumludur. Yine yalıtılmış olmaları onları ölüm ya da acı çekme karşısında yalnız ve çaresiz hissettirir. Ölüm ise yaşamın anlamını tehdit eder, ama aynı zamanda yaşama anlam da katar.
İnsanlar varoluşun getirileri olan nihai kaygıları nasıl keşfedebilir? Yalom’a göre bunun yöntemi derin kişisel düşünmedir. Yalnızlık, sessizlik ve zamanı kullanarak dünyadaki varlığımızı, durumumuzu, sınırlarımızı derinlemesine düşünebiliriz. Bu durumlarda derin yapılarla baş başa kalırız. Ancak, May’in de ifade ettiği gibi “sessizlik büyük bir suçtur; çünkü yalnızlığı çağrıştırır ve korkutucudur”. Dolayısı ile şu önermeye varmak çok yanlış olmaz: varoluşsal kaygıları keşfetmek varoluşsal gerçeklikler karşısında kaygılanmaktan geçmektedir.
Sonuç olarak varoluşsal dinamiklerin (anlamsızlık, ölüm, yalıtılmışlık ve özgürlük) nasıl algılandığı insanların yaşam biçimleri üzerinde oldukça etkilidir. İnsanların bu dinamikler karşısındaki farkındalıkları ve tutumları değişkenlik gösterir.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
- Yıkılmaz, M. (2016) Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve travma sonrası gelişimin yordayıcılığı. Doktora Tezi. Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Eskişehir.
Psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi ve acil servis klinik hemşiresidir.
Toplum ruh sağlığı, varoluşçuluk, evrimsel psikoloji, felsefe, tiyatro, tarih ve teknoloji sever.
Ruh sağlığına yönelik çeşitli hizmetlerde gönüllü olarak görev alır.
Hayat yolcusu, insan yavrusudur.
E-posta: enestapli@gmail.com