Hızlıca geçen üç ayın ardından herkese tekrar merhaba. Nedir Allah aşkına bu zamandan çektiğimiz 🙂 Tam da Grup Hepsi’nin şarkısında dediği gibi Tik-tak, tik-tak, tik-tak, tik-tak, tik-tak geçiyor zaman beklemiyor 🙂 İçerik hazırlamadan göz açıp kapayıncaya kadar geçen üç ayın ardından bu içeriğimi zaman kavramı üzerine temellendirmek istiyorum izninizle. Günümüzde birçok insan zaman bulamamaktan, hayat telaşından, bir şeylere yetişememekten, günlerin, haftaların saat gibi hızlı geçtiğinden yakınıyor. Sürekli bir şeylere yetişebilme telaşı bazen günlük ilişkilerimizde takındığımız tavırları bile etkileyebiliyor. Bununla ilgili yapılan muhteşem bir deneyi aktarıyor kıymetli hocamız Kemal Sayar Ruhun Derin Yaraları kitabında. İngiltere’de ilahiyat bölümünde okuyan öğrencilerle yapılan bu deneyde dışarıda acil hasta numarası yapması için bir aktöre para veriliyor. Dersin hocası ders sonunda öğrencilere “üç dakikanız var, üç dakika sonra yan binadaki derste olmak zorundasınız, eğer gelmezseniz yok yazılırsınız ve bu da sınavınızı etkiler” diyor. Çocuklar dersten çıkınca bakıyorlar ki yerde kıvranan birisi yardım istiyor. Öğrencilerin yüzde 90’ı yerdeki adama dikkat etmeden koşarak derse gidiyor, sadece yüzde 10’u adamla ilgileniyor. Deney başka öğrenci grubunda tekrar ediliyor. Bu sefer ders hocası “dersimiz bir saat sonra başlayacak.” diyor. Bu söylemin ardından öğrencilerin nerdeyse tamamı adama yardım eli uzatıp onunla ilgileniyorlar. Bu deneyi okuduğumda şöyle bir durup düşündüm. Acaba ben olsam ne yapardım diye. O anın baskısıyla belki ben de derse yetişmek gayesiyle adamı görmezden gelirdim. Zaman kavramına şöyle biraz yakından bakacak olursak sürekli tükenen, azalan, geri getirilemeyen, tekrarı olmayan soyut bir kavramdır. Genel anlamda üç boyutlu olarak düşünebiliriz bu kavramı. Geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman. Geride kalan her bir saniye geçmiş zamanın hanesine yazılırken gelecek zamanın hanesinden siliniyor. Burada asıl önemlisi bence şimdiki zaman. Mesela tam şu an evet tam da şimdi bir kez daha yaşanmayacak, bunu fark etmek bence oldukça garip bir deneyim 🙂 Geçmişte yaşamak, deneyimlediğimiz her olumlu/olumsuz yaşantılara takılıp kalmak veya gelecekte ne olacak, nasıl olacak diye düşünmek bir noktadan sonra zararlı olabilir. Abraham Cowley’in de dediği gibi “Geçmiş ve gelecek yoktur, yalnızca sonsuz bir şimdi vardır.” Şimdiye odaklanmak, her ne oluyorsa öyle olmasına izin vermek… Bunu nasıl başarabiliriz? Tabi ki Mindfulness ile J Mindfulness ile ilgili yazdığım içeriğin linkini hemen ekliyorum, merak edenler için 🙂 (https://hipokampusakademi.com/farkinda-bir-yasam-yolunda-mindfulness/). Zaman kavramı ile ilgili oldukça yaygın şekilde kullanılan bir metafor var:
Her sabah hesabınıza 86.400 Dolar yatıran bir banka düşünün.
Gün boyu istediğiniz kadar parayı harcamakta veya harcamamakta serbestsiniz.
Parayı istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz. Oyunun sadece tek bir koşulu var: harcamayı başaramadığınız meblağ ertesi güne devretmez ve akşam hesabınızdan geri çekilir. Ve bu paranın hiçbir bölümünü ne sebeple olursa olsun saklayamazsınız.
Bir önceki günün tutarının tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız ertesi sabah hesabınızda yine 86.400 dolar bulacaksınız.
Farkında olsanız da olmasanız da aslında, hepimizin böyle bir bankası var. Adı ise zaman.
Her sabah 86.400 sn. hesabınıza yatıyor ve o gün daha fazlasını asla harcayamıyorsunuz. Kullanamadığınız kısım ise akıp gidiyor ve hesabınızdan siliniyor. Hiç devretmiyor. Her gün size yeni bir hesap açılıyor, her akşam günün bakiyesi siliniyor. Eğer günlük hesabınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir, geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok, bugünü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız…
Sizlere küçücük de olsa bir farkındalık katmış olmayı dileyerek zaman kavramının değerini anlatan dizilerle içeriğime son vermek istiyorum 🙂
“Bir senenin değerini anlayabilmek için, sınıfta kalan bir öğrenciye sorun.
Bir ayın değerini anlayabilmek için, prematüre bir bebek dünyaya getiren bir anneye sorun.
Bir haftanın değerini bilmek için, haftalık bir derginin editörüne sorun.
Bir dakikanın değerini anlayabilmek için, treni henüz kaçırmış bir kişiye sorun.
Bir saniyenin değerini anlayabilmek için, bir kazayı kıl payı atlatan kişiye sorun.
Bir milisaniyenin değerini anlamak için, olimpiyatlarda gümüş madalya alan sporcuya sorun.”
Anonim
Ruh sağlığı ve psikiyatri hemşireliğine ilgi duyan, bu alanda çalışan, yeni bilgiler öğrenip paylaşmayı seven biri…